Özgür-Der Ümraniye’de Filistin Gündemi

Özgür-Der Ümraniye’de Filistin Gündemi

Özgür-Der Ümraniye Şubesi’nin aylık olarak düzenlediği gündem değerlendirmesinin ikincisi Ahmet Varol’la 9 Kasım Pazartesi akşamı dernek binasında gerçekleştirildi.

Filistin'deki son gelişmelerin ana gündem olarak belirlendiği bu ay ki seminerde Türk-İsrail ilişkileri, FETİH-HAMAS ve HAMAS-İSLAMİ CİHAD ilişkileri ve Filistin halkının bu örgütlere yaklaşımlarının yanı sıra Filistin davasının çözümsüzlüğünde "İslam ülkeleri"nin rolü, Müslümanların Filistin meselesine yaklaşımlarının nasıl olması gerektiği konuları çerçevesinde değerlendirmelerde bulunuldu. Kenan Levent'in başkanlık ettiği seminerde ayrıca Suriye-Türkiye yakınlaşması da masaya yatırılarak bunun Suriye Müslümanlarına imkân sunup sunmadığı konusu tartışıldı.

Türk-İsrail İlişkileri: Türk-İsrail ilişkilerinin 1948 yılında başladığına dikkat çeken Ahmet Varol, ilişkilerin seyri ve yapısına dair şunları söyledi: "Stratejik ilişki İsrail'in kuruluşuyla başlamıştır. Bunun ideolojik arka planı bulunmaktadır. İsrail'in tanınması ve diplomatik ilişkilerin başlamasından kısa bir süre sonra ilişkinin boyutu stratejik işbirliğine varmıştır." İdeolojik temelli bu stratejik işbirliğinin 28 Şubat Süreci ile birlikte zirveye ulaştığını kaydeden Varol, AK-Parti hükümeti ile birlikte ilişkilerde en azından görünürde de olsa yaşanmaya başlanan gerilimlerin bir yönüyle global konjonktürün zorlaması, diğer yandan da Türkiye toplumunun Filistin konusundaki duyarlılığın Gazze operasyonuyla birlikte yoğun bir eylemsel boyuta taşmasının etkili birer muharrik olarak rol oynadığını söyledi. Varol, ayrıca Erdoğan'ın Davos çıkışı ve hükümetin İsrail'in tatbikata girişini engellemesi üzerinde de durarak bunların değerlendirmesinde komplocu bir yaklaşıma gerek olmadığını, hükümetin iyi niyetinin görülmesi gerektiğini ifade etti. Bununla birlikte AK-Parti hükümetinin tutumlarının abartılmaması gerektiğini de belirten Varol, AK-Parti'nin Filistin politikasının ilkesel değil pragmatik olduğunu, bugünün diplomatik ilişkilerinin felsefi arka planında pragmatizmin bulunduğunu ve dolayısıyla Türkiye'nin bu bağlamda lehine olan bir politika izlemeye başladığını söyledi. Varol, bazı medya kesimlerinin pragmatik olarak dillendirdiği "Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerindeki bu gerilim ulusal çıkarlarımızı zedeliyor." yaklaşımını da pragmatik yaklaşımın kendi iç tutarlılığı içerisinde değerlendirerek bunun doğru olmadığını, çünkü Türkiye'nin bu çıkışlarıyla Arap kamuoyunda imajını güçlendirdiğini kaydetti. Sonuç olarak "Mevcut hükümetin olaya yaklaşımında siyasi ilkelilik değil, menfaat vardır." diyen Varol, İsrail ile girilen 60 yıllık stratejik ittifakın 2 yıllık bir zaman zarfında aşılamayacağını, bu enkazı kaldırmanın kolay olmadığını ve hele de diplomatik ilişkilerin felsefesindeki pragmatizmden arınmadan bunun başarılmasının mümkün olmadığını belirterek bunun ancak çok güçlü bir kitlesel bilinç ve STK'lar üzerinden gerçekleştirilecek yoğun-örgütlü bir eylemlilik ile aşılabileceğini söyledi. Varol, özellikle de Gazze operasyonuna müteakiben Türkiye'de yükselmeye başlayan kitlesel eylemliliğin geleceğe dönük umut aşıladığını, bunun hükümetin şuan ki politikasını da etkilediğini ve dolayısıyla İsrail ile ilişkilerde yaşanan bu gerilimlerin tam bir i'tizale/ayrışmaya dönüşmesi için çaba sarf etmemiz gerektiğini kaydetti.

FETİH-HAMAS ve HAMAS-İSLAMİ CİHAD ilişkileri: FETİH örgütünün tarihçesini özetleyen Varol, söz konusu hareketin FKÖ'ne süreç içerisinde katıldığını belirterek kavmiyetçi, ulusçu, laik bir siyasi-ideolojik çizgiye sahip olduğunu ve bir zamanlar Sol ideolojiyi de kullandığını kaydetti. FETİH-HAMAS arasında ideolojik bir ittifaktan söz edilemeyeceğini belirten Varol, HAMAS'ın FETİH ile ittifak arayışının Siyonistlerin lehine ve Filistin halkının aleyhine olacak iç sürtüşmelerden kaçınmaya yönelik olduğunu ve HAMAS'ın bunun için hâkim durumda olmasına rağmen büyük fedakârlıklar gösterdiğini söyledi. Bu tutumun siyasi basirete de uygun düştüğünü kaydeden Varol, nitekim bu vesileyle Siyonistlerin olası istismarlarının mümkün mertebe önlenmeye çalışıldığını ve ayrıca HAMAS'ın FETİH ile ilkelerini tehdit etmemesi koşuluyla girmeye çalıştığı uzlaşma üzerinden onun imkânlarından da istifade ettiğini ifade etti.

HAMAS-İSLAMİ CİHAD arasındaki ilişkilerle ilgili olarak da "Bu iki örgüt arasında ilkesel bir farklılık yoktur." diyen Varol, her iki örgütün birbirine saygılı olduğunu, aralarında istişari bir ilişkinin bulunduğunu ve birçok alanda paralel hareket ettiklerini söyledi. Bununla birlikte söz konusu örgütler arasında bir takım stratejik görüş ayrılıklarının da bulunduğunu belirten Varol, bunların da abartılmaması gerektiğini, temel ilkelerde buluştuktan sonra ayrı örgütlerin varlığının aynı zamanda bir avantaj da oluşturabileceğini ve nitekim HAMAS ile İSLAMİ CİHAD arasındaki istişari ilişkilerden de bu olumluluğun gözlemlenebileceğini kaydetti.

Filistin halkının bu örgütlere bakışlarıyla ilgili olarak da gerçekçi olmanın önemine vurgu yapan Varol, FETİH'in sonuçta 46 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu belirterek bunun bir birikimi ifade ettiğini ve bu birikimin de istesek de istemesek de taban oluşturduğunu, dolayısıyla vakıayı basite almamak gerektiğini ifade etti. Varol, "Ancak şu da bir gerçektir ki, bugün Filistin'de belirleyici unsur İslami Harekettir." diyerek bunun artık global çapta kavranma seviyesine geldiğini, küresel güç odaklarının ve stratejistlerin İslami Hareketi dışlayan bir çözümün söz konusu olamayacağının bilincinde olduklarını kaydetti.Varol, Avrupa ve Amerika'nın İslami Hareketi esnetmeyi amaçladıklarını, iki devletli çözüme razı olduklarını ve hatta bunu dayatmaya çalıştıklarını belirterek İslami Hareketin buna yanaşması durumunda varlığının anında tanınacağının büyük bir olasılık olduğunu söyledi. Ancak gelinen noktada İslami Hareketin bu Siyonist varlığı tanımama ilkesinde sebatkâr olmaya devam ettiğini hatırlatan Varol, "İslami Hareket basitçe kestirilip atılacak türden marjinal bir hareket değil; ciddi bir halk desteği var. Yaşanan onca acılar ve ödediği bunca bedel kendisine olan desteği düşürmedi tersine artırdı." dedi.

Çözümsüzlükte "İslam ülkeleri"nin rolü: "İslam ülkeleri"nin rolüne ilişkin olarak bu ülkelerin yapaylığı ve idarecilerinin acziyetine dikkat çeken Varol, el-Aksa'ya yönelik tehdit karşısında içerisinde bulunulan pasifliğin bunun somut bir kanıtı olduğunu belirterek söz gelimi Mısır'ın fare öldürürcesine tüneller vesilesiyle ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan Gazzelileri zehirli gazla katletme pervasızlığının sözde İslam ülkelerinin rolünü ayan beyan ortaya koyan bir gösterge olduğunu ifade etti. Varol, Filistin sorununun İslam ümmetinin siyasal planda çözülüşünün bir sonucu olduğunu ve sorunun çözümsüzlüğe yol almasının en önemli nedeninin de İslam ülkelerindeki idarecilerin pasifliğinin bulunduğunu söyledi.

İslami camianın yaklaşım sorunları: Geniş ölçekli İslami kesimlerin hâlâ da Filistin meselesini yeterince kavrayamadıklarını belirten Varol, cemaatlerin Filistin konusunda derli toplu bir bakış açısına muhtaç olduklarını kaydetti. Bu bağlamda kavramların bile medyaca şekillendirilip kitlelere aktarıldığına dikkat çeken Varol, öncelikle kitlelere yönelik olarak meselenin özünü ortaya koyan kavramların doğru bir şekilde öğretilmesi gerektiğini ve ikinci olarak da cemaatlerin ortak bir siyaset-strateji belirleyerek ilkesel bir bütünlükten hareket etmelerinin önemli olduğunu söyledi.

Suriye-Türkiye yakınlaşması: Son olarak da Suriye-Türkiye yakınlaşması üzerinde kısaca duran Varol, Suriye'de İslamcı, ulusçu, Solcu tüm Filistinli direniş gruplarının temsilcilik bulundurma yetkisi olduğunu söyledi. Bunun Suriye'nin devlet politikası olduğuna dikkat çeken Varol, Suriye'nin Golan ve Lübnan'da hak iddia ettiğini, İsrail ile birçok alanda sorun yaşadığını ve dolayısıyla Filistinli direniş örgütlerini desteklemesinin bir menfaat meselesi olduğunu ifade etti.  Filistin menşeli İslami örgütlerin İslamilik yönüyle değil Filistinli birer direniş hareketi olma vasıfları itibariyle sahiplenildiğinin altını çizen Varol, Suriye'nin Filistin davasına yaklaşımının da Türkiye gibi pragmatik bir nitelikte olduğunu söyledi.

Suriye-Türkiye yakınlaşmasının ise Suriye'nin iç yapısına olumlu bir yansımasının olacağını söylemenin zor olduğunu belirten Varol, Suriye'de özgürleşme yönünde bir açılımın söz konusu olmadığını kaydetti.

Verilen kısa bir aradan sonra dinleyicilerin soru ve katkılarıyla süren seminer Ahmet Varol'un soruları cevaplamasına müteakiben sona erdi.

Haşim Ay / Haksözhaber

Önceki ve Sonraki Haberler