Sakarya Özgür-Der: Zorbalığa Kılıf Bulunamaz!

Sakarya Özgür-Der: Zorbalığa Kılıf Bulunamaz!

Özgür-Der Sakarya Şubesi Adapazarı Gar Meydanı’nda Anayasa Mahkemesi’nin yargı despotizmi anlamına gelen kararını protesto eylemi düzenledi.

Özgür-Der Sakarya Şubesi tarafından her ayın ikinci haftası Cumartesi günü düzenlenen basın açıklamasında bu ay, ana gündem olarak Anayasa Mahkemesinin yargı despotizmini ülkeye yerleştirmeye yönelik kararı protesto edildi. Açıklamada ayrıca baskı ve yasaklarla sona eren eğitim öğretim döneminin çarpıklıkları cezaevinde tedavi imkanı tanınmadığı için vefat eden Cahit Durmaz'a uygulanan zulme ve halen tedavi görmesi gereken Abdullah Akçay'ın tedavi hakkının tanınmasına değinildi. Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un muhtıra niteliği taşıyan açıklamaları ile Kürt sorununda son dönemde yaşananlar ile yargıda yaşanan çürümüşlük ve kokuşmuşluğa dikkat çekildi.

 Özgür-Der Sakarya Şubesi adına basın açıklamasını Ömer SEVİM okudu. Açıklamanın ilk bölümünde eğitim öğretim sezonunun kapanışı şu sözlerle lanetlendi: " Kemalist rejim 18 yıl sürdürdüğü ezan yasağından sonra üzerinden on üç yıl geçen başörtüsü yasağı ile başka bir haksızlık ve zulme imza atıyor."

Açıklamada daha sonra  "Gelinen bu noktada AK Parti hükümetinin "Kürt Açılımı" programının statüko tarafından başarısız kılınmaya çalışıldığı gayet açık görünüyor. Açılım tartışması gündeme geldiği andan itibaren ırkçı-şoven bir savaş mantığıyla açılımın ülkeyi bölüp parçalama programı olduğunu ilan eden ve ellerinden geldiğince süreci baltalamaya çabalayan statüko güçleri amaçlarına ulaşmış görünüyorlar. Bizler insanların canları ve kanları üzerinden yürütülen bu kirli savaş ve siyaseti kınıyor ve reddediyoruz. Star Tv'de konuşan Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un söylemiş olduğu "sözün bittiği yerdeyiz"  ve BDP'Lİ milletvekilleri için "dağa gitsinler" ifadelerinden sonra ortaya çıkan tablo şudur: Sözün bittiği yer aynı zamanda Kemalist vesayet rejiminin de tükendiği yerdir."denerek Kemalist rejimin yaşadığı çelişki ve bunalıma dikkat çekildi.

 Açıklamanın son bölümünde anayasa mahkemesi kararına vurgu yapılırken şunlar söylendi. "Anayasa değişiklik paketi ile ilgili olarak CHP'nin yapmış olduğu başvuruyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi; Meclis'in yapmış olduğu düzenlemelere esastan değerlendirmeye girerek bu ülkedeki özgürlük ve halkın kendini yönetmesi nutuklarının boş birer hayal olduğunun bilinmesini istedi.Bu açıkça bir yargı despotizmidir.

Görünen o ki :12 Eylül'de yapılacak olan referanduma kadar statüko güçleri ellerinden geleni yaparak ya referandumu yaptırmayacaklar ya da buna güç yetiremezlerse sandıktan hayır oyunun daha fazla çıkması için yıllardır beslendikleri kaos ve anarşiye daha fazla yatırım yapacaklar.Referandum bu anlamıyla statüko ve Ergenekon ile bunun karşısında yer alanların bir hesaplaşması anlamı da taşıyacaktır.

Ama unutulmasın ki 1930'ların özlemiyle yanıp tutuşan bu "Hayır"cı cephenin hevesi kursağında kalacaktır. Ve bilinsin ki, halk kendisini yok sayanlara, taleplerini görmezden gelenlere, Kemalist resmi ideolojiyi tabulaştırarak zorbalığa kılıf hazırlayanlara bir kere daha gereken dersi verecektir.

"Zulme karşı direniş/Herkes için Adalet " yazılı pankartın ve ""Yargı despotizmine geçit yok" Sözün bittiği yer Kemalizmin tükendiği yerdir" v.b. gibi dövizlerinin taşındığı basın açıklamasında "İnadına direniş inadına kardeşlik, Direniş adalet özgürlük"  sloganları atıldı.

 

Basın açıklamasının tam metni:

SÖZÜN BİTTİĞİ YER KEMALİZM'İN TÜKENDİĞİ YERDİR

2009 – 2010 Eğitim dönemi yine baskılarla yasaklarla sona erdi. Hükümet bu ideolojik dayatmaların sona erdirilmesine ilişkin hiçbir somut adım atamıyor. İlköğretimin ikinci basamağında her yıla yayarak kaldırdığı OKS sınavı benzeri uygulamaya geri dönüyor. Hükümetin bir bakanının getirdiği uygulamayı bir diğeri kaldırıyor. Yüz binlerce öğrenci adeta bir kobay gibi görülüyor. Eğitim ve öğretimin her kademesinde yapılan anketlerde ilköğretimin 5+3 şeklinde olması görüşü kabul edilse de statüko bunu dikkate almıyor ve oyun çağındaki çocuklarla yetişkin öğrenciler aynı okulda eğitim alıyorlar. Eğitici kadroların örgütlediği sendikalar Hükümet üzerinde hiçbir baskı oluşturamıyor. Başörtüsü yasağı unutturulmaya çalışılıyor. Kemalist rejim 18 yıl sürdürdüğü ezan yasağından sonra üzerinden on üç yıl geçen başörtüsü yasağı ile başka bir haksızlık ve zulme imza atıyor.

Diğer yandan artık yargıda bağımsızlığı değil çürümüşlüğü konuşmak gerekiyor. Basına yansıyan telefon görüşmelerindeki şekliyle adım adım göstere göstere İlhan Cihaner serbest kalıyor. Ve ardından Balyoz darbe planının sanıklarının tamamı da. Hepimizin bildiği gibi Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyesi Hamdi Yaver Aktan'a ait olduğu söylenen kayıtta sesin sahibi 11. Ceza Dairesi reisi Ersan Ülker'e "Cihaner'i tahliye et, Yargıtay Başkanlığını kap!" dediğini ifade ediyor. Balyoz sanıklarının bırakılış gerekçesi olarak da planı uygulamaya koymadıkları gibi garip bir gerekçe ileri sürülüyor.

Cihaner ve Balyozcular serbest kalırlarken dokuz yıldır değişik cezaevlerinde yatan ve kanser tedavisi görmesi gereken ve Ankara Numune Hastanesinin hakkında cezaevinde yatamaz raporu olmasına rağmen Kırıkkale cezaevinde Hizbullah davasından hükümlü Cahit Durmaz'ın bırakın tedavi görmeyi son günlerini ailesinin yanında geçirme isteği bile geri çevriliyor. Ve Cahit Durmaz cezaevinde Rabbine kavuşuyor. Biz; 14 yaşında cezaevine girip 17 yaşında lösemiye yakalanan ve bugün 18'inde cezaevinde ölmek üzere olan zorla gasp yaptırılarak cezaevine düşen sokak çocuğu Abdullah Akçay'ın da Cahit Durmaz gibi kurban olmaması için Cumhurbaşkanını göreve çağırıyoruz. 

Adalet eski Bakanı Seyfi Oktay'ın görüşme tutanakları ise zaten Türkiye'de yargının işleyişinin adeta Seyfi Dede kriterlerine tabi olduğunu ispatlıyor. Günlerce Seyfi Oktay'ın Yargıtay'dan HSYK'ya, çete sanıklarından uyuşturucu davalarına kadar her konuya dâhil olduğuna; bu arada başka Ergenekon sanıklarıyla birlikte Mehmet Haberal'in da tahliyesi için zemin oluşturmaya çalıştığına; daha Meclis'ten geçmemiş anayasa değişikliklerinin AYM tarafından iptali için AYM üyeleri nezdinde kulis yaptığına dair ifadeleri okunuyor fakat kimsenin kılı kıpırdamıyor.  İsimleri geçen, bağlantıları  açığa çıkan kurumlar, şahıslar adeta sağır olmuş bir şekilde hiçbir şey söyleme ihtiyacı hissetmiyorlar. Bilakis operasyon, plan doğrultusunda işliyor; sanıklar tahliye ediliyor, adaylar netleşiyor ve AYM giyotini referandum sürecini kesmek ve Meclis'e haddini bildirmek için hazırlanıyor. Tam Cihaner ve Balyozcuların serbest kaldıkları gün Gediktepe saldırısı gerçekleşiyor. Ülkenin gündemi anında değişiyor.

Kürt sorununun kaynaklık ettiği çatışmaların alevlenmesi neticesinde kayıplar artıyor, canlar yanıyor. Çözümsüzlük çatışmayı, çatışma çözümsüzlüğü besliyor ve ülke yeniden fasit bir daire içinde debelenmeye başlıyor. Geçen yıl Kürt açılımı tartışmaları gündeme geldiğinde gelişen ihtiyatlı iyimserliğin yerini uzun bir zamandır karamsarlık ve çaresizlik duyguları alıyor. Anadolu'nun dört bir yanına yayılan cenazelerle birlikte intikam ve ölüm çığlıkları bir kez daha barış çağrılarını ve umutlarını bastırmaya yetiyor.

Başbakan "taşeron"dan bahsederek dedikodu üretiyor. Sorunun üzerine gitmektense sadece konuşmayı tercih ediyor. Kendi memleketinin belediye başkanı insanlık dışı tekliflerle Kürt sorununa çözümler öneriyor.

Gelinen bu noktada AK Parti hükümetinin "Kürt Açılımı" programının statüko tarafından başarısız kılınmaya çalışıldığı gayet açık görünüyor. Açılım tartışması gündeme geldiği andan itibaren ırkçı-şoven bir savaş mantığıyla açılımın ülkeyi bölüp parçalama programı olduğunu ilan eden ve ellerinden geldiğince süreci baltalamaya çabalayan statüko güçleri amaçlarına ulaşmış görünüyorlar. Bizler insanların canları ve kanları üzerinden yürütülen bu kirli savaş ve siyaseti kınıyor ve reddediyoruz. Star Tv'de konuşan Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un söylemiş olduğu "sözün bittiği yerdeyiz"  ve BDP'Lİ milletvekilleri için "dağa gitsinler" ifadelerinden sonra ortaya çıkan tablo şudur: Sözün bittiği yer aynı zamanda Kemalist vesayet rejiminin de tükendiği yerdir.

Aynı şekilde her gün daha fazla sayıda Anadolulu yoksul ailenin evlerine ateş düşmesinin, kent merkezlerinde halkın yoğun biçimde bir arada olduğu yerlerde patlatılan bombaların, egemenlerle hiçbir ortak özelliği olmayan sıradan insanları hedef alan şiddet eylemlerinin kime ve neye hizmet ettiğinin sorgulanmamasının sonucunu tahmin etmek zor değildir. Tüm bunların  Kürt sorununun çözümünü değil, faşizan çevrelerin arzuladığı etnik kutuplaşmayı büyüttüğü ortadadır.

Çözüm adalete dayalı bir kardeşlik projesinin tepeden inmeci bir anlayışla değil halktan başlatılarak yaygınlaştırılması olmalıdır.

Anayasa değişiklik paketi ile ilgili olarak CHP'nin yapmış olduğu başvuruyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi; Meclis'in yapmış olduğu düzenlemelere esastan değerlendirmeye girerek bu ülkedeki özgürlük ve halkın kendini yönetmesi nutuklarının boş birer hayal olduğunun bilinmesini istedi.Bu açıkça bir yargı despotizmidir.

Görünen o ki :12 Eylül'de yapılacak olan referanduma kadar statüko güçleri ellerinden geleni yaparak ya referandumu yaptırmayacaklar ya da buna güç yetiremezlerse sandıktan hayır oyunun daha fazla çıkması için yıllardır beslendikleri kaos ve anarşiye daha fazla yatırım yapacaklar.Referandum bu anlamıyla statüko ve Ergenekon ile bunun karşısında yer alanların bir hesaplaşması anlamı da taşıyacaktır.

Ama unutulmasın ki 1930'ların özlemiyle yanıp tutuşan bu "Hayır"cı cephenin hevesi kursağında kalacaktır. Ve bilinsin ki, halk kendisini yok sayanlara, taleplerini görmezden gelenlere, Kemalist resmi ideolojiyi tabulaştırarak zorbalığa kılıf hazırlayanlara bir kere daha gereken dersi verecektir.

Önceki ve Sonraki Haberler