Sakarya’da “İdelojik Eğitim” Konuşuldu

Sakarya’da “İdelojik Eğitim” Konuşuldu

Sakarya Özgürder Şubesinin düzenlemiş olduğu “Aylık Söyleşi” programlarının ilki “Eğitimde İdeolojik Dayatmalar ve Çözüm Yolları” konusunda Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Yusuf TANRIVERDİ ile dernek merkezinde yapıldı.

Eğitimin kadim bir mesele olduğundan hareketle yaklaşık bir buçuk saat boyunca sunum yapan Tanrıverdi'ye programın sonunda Sakarya Özgürder Şubesince günün hatırasına binaen katkılarından dolayı teşekkürlerinin belirtildiği bir şilt takdim edildi. Kendisinin ilk defa Sakarya'ya geldiğinin vurgulayan Yusuf TANRIVERDİ'de kendisini misafir eden Sakarya Özgürder Şubesine şükranlarının sunduğunu ifade etti.

Yusuf TANRIVERDİ konuşmasında şunlara değindi:

"- Türk eğitim sistemi cumhuriyet döneminde ulus devlet inşasında bir araç olarak kullanılmıştır. Öğretmen ve okul merkezli bir seküler mabed yapısı, toplumda imam ve cami merkezli sosyal yapının yerine yerleştirilmiştir. Eğitim Sistemi, bu temel ve ideolojik formata ilave olarak Kapitalist kültürün çalışma-tüketim ilişkilerinde, anne ve babanın üretime daha fazla katılması amaçlı çocuklar için bakımevi işlevi de yüklenmiştir.

-1924 Tevhidi tedrisat kanunu ve Toplum Mühendisliğine dayalı eğitim-öğretim anlayışı ile toplumda ailenin ve sivil toplum kuruluşlarının işlevi bitirilmiştir. Günümüzde açıkça bazı göstergeler, eğitim seviyesi arttıkça totaliter zihniyetin arttığını ortaya koyuyor. Bu ideolojik eğitim sisteminin bir sonucudur. Buna karşı geniş halk kitlelerinin bir direnişi de söz konusudur. Bu örgütlü ve programlı olmasa da, işlenmemiş olsa da halkın fıtratından kaynaklanan bir direniştir.

"Onlar bir düzen kurdular. Allah da bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır." Ali İmran 54

"Böylece biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli düzenler kursunlar diye- oranın suçlu günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar." Enam 123

Cumhuriyet'in devlet yapısı 1945'lere kadar Avrupa'da hakim olan Faşist devlet anlayışına dayanır. Bu da kendisini üç kutsala dayandıran bir yapıya sahiptir.

1- Ulus

2- Devlet

3- Lider

Tek Millet, tek Devlet ve tek Lider anlayışını yerleştirmek Milli Eğitim sisteminin ana amacıdır. Artık okul Devlete kul yetiştirmektedir.

-Cumhuriyetin ilk yıllarında bu amaçla 400 küsür medrese kapatılır, bunların yerine 29 adet imam hatip okulu açılır. 1926-1927 yıllarına kadar bu sayı 2'ye düşer ve nihayet 1930'larda hiç kalmaz. Öyle ki 1940'lı yıllar "Cenazeleri kaldırmak için imam bile bulunmadığı yıllar" olarak anılır"

-Bu dönemin temel özelliği Kutsal Devlet, Tanrı Devlet anlayışıdır. Devlet vatandaşa hizmet eden bir kurum değil, vatandaşın devlete hizmet ettiği, Devletin vatandaşlar üzerinde hak sahibi olduğu ve vatandaşında bunu gönüllü olarak yapması gerektiği bu Faşist Devlet anlayışının kitlelere kabul ettirilmesi de Milli Eğitim Sistemi ile gerçekleştirilir.

-Öğretmenlik mesleği kutsallaştırılır, hatta Peygamber mesleği olarak dahi adlandırılır. Bu zihniyetle öğrenci doldurulması gereken boş bir teyp kasetine dönüştürülür. Öğretmen aktif, öğrenci pasif'tir. Öğretmen bilen, öğrenci bilgisizdir. Bu Paul Freinze'nin "Ezilenlerin Pedagojisi" kitabında vurguladığı etkidir. Artık Devlet ezen kitle de buna gönüllü razı olan kalabalıklardır. Oluşturulan İtaat Kültürü özne değil nesne olan bir öğrenci profili çizer.

Her şeyin okulda öğrenileceği yalanı da topluma yerleşir. Halbuki gerçek böyle değildir. Dünyaya yön veren siyasiler, bilim adamları, fikir adamları ve edebiyatçıların çoğu kurumsal bir eğitim sisteminden yetişmemişlerdir. Abdurrahman Dilipak bunu güzel bir tespitle vurgular "Ben ne öğrendiysem okuldan kaçtığım dönemlerde öğrendim"

-İtaat kültürü kitlede sanal korkulara dayalı önyargılar oluşturur. Eric From'un "Anarşizm Korkusu" olarak temellendirdiği "Bilincin Uysallaştırılması" gerçekleştirilir. Bu Toplum psikolojisinde, problem gözlense bile bir şey yapılamayacağı, mevcut dengelerin bozulması ile felaket gerçekleşeceği önyargıları oluşturulur.

-Örnekler verirsek Alevilerin sosyal hakları verilirse birlik bozulur, Kürtlere ana dillerini kullanma ve ana dilde eğitim hakkı verilirse toplum bölünür ve çatışmalar çıkar anlayışı halkta gerçek gibi algılanır. Bu bilinçaltına öyle yerleşir ki; Rasim Ozan Kütahyalı bunu "Hepimizin içinde biraz Kemalizm var" özü ile açıklar. Günümüz üniversite tanımı da bu konuda ibret verici bir cümle ile yapılır. "Amacımız Atatürk İlkelerini içselleştiren ve ona hizmet edecek vatandaş yetiştirmektir" Artık bu dayatma Kendi halkını sömüren elit tabaka ideolojisidir. Malik b. Nebi bu şartlanmayı güzel tanımlar. "Bir toplum kendini sömürgeleştirilebilir hale getirmedikçe, o toplum sömürgeleştirilemez"

-Dini tamamen yok edilip, toplumsal hayattan silinmek istediği bu dönem ikinci dünya savaşı sonrasında değişir. Dünya'da değişen dengelerin ve yeni tehdit Komünizmin güçlenmesi ile artık Din, yedeğe alınması gereken bir toplumsal etken olur. Faşist ideolojilerin çökmesi ile "Demokratikleşme" başlar. CHP'den ayrılan ve onun içindeki biraz daha dindar olanlarca kurulan DP, bu politikanın uygulayıcısıdır. Artık dönem "Din'i kontrol et ve kullan" dönemidir. TSE belgeli dindarlık geliştirilir. Milliyetçiliğin yanına tali bir sos olarak Din konulur ve muhafazakar politika dönemi başlar. Ama tek ulus, tek devlet anlayışı hala temel'dir. DP ve sonrasında İktidara gelen bütün siyasi partiler Milli Eğitim'in üç kutsalı olan Tek ulus, tek devlet ve tek lider dayatmasına dokunmaz.

-1980 sonrasında tehdit olarak görülen sosyalist akımlara karşı, Din aktif olarak kullanılmaya başlar. Din dersi zorunlu hale getirilir, Alevi köylerine cami yapma faaliyetleri hızlanır. Din Aleviler ve Kürtler üzerinde asimilasyon amacı ile kullanılır. Alevi ve Kürt ulusalcısı bir çok kesim bunun faillerinin Kemalist ideolojisi olduğunu bilmelerine rağmen Din'e ve Müslüman kesimlere cephe alması da, eğitim sisteminin "Kutsal Devlet" anlayışına ilave bir kazancıdır. Devlet "Ötekine düşmanlıkta diğerine destek olmak" üzerinden politika geliştirir. Aynı zamanda geniş halk kitleleri de yönlendirilmektedir. Bu dönemdeki bütün İslamcı(!) muhafazakar akımlar antisosyalisttir ve farklı kültür haklarına karşı mesafelidir.

-Bizim yapmamız gereken şeyler öncelikle bu zihniyetin kirlerinden kurtulmaktır. Hala İslami camilarda tek tip eğitim, tek tip kaynak, lider kültü ve farklı olana şüphe ile bakma eğilimleri vardır. "Abi"cilik anlayışı, medrese eğitimli kişilerin öğretmen formatında algılanıp, diğer elemanların cahil ve eğitilmiş kişiler gibi görülmesi zihni bir kirlenmedir.

Öncelikle Eğitim Sistemi ve okul kurumsal olarak sorgulanmalıdır. Devletin eğitim üzerindeki etkisi ve tekeli kırılmalıdır.

-"Herkes için adalet, herkes için özgürlük" şiarı gerçek anlamı ve yansımaları ile kullanılmalı, içi doldurulmalıdır.

Bu konuda Sivil Toplum Örgütleri, Dernekler ve çeşitli kurumlar oluşturulmalı ve aktif olarak kullanılmalıdır.

-Alternatif eğitim olanakları oluşturulmalıdır. Bu konuda Özgür-Der'in gençler ve çocuklar için oluşturduğu yaz okullarının önemli kazançlar sağladığını müşahede ediyoruz.

Baskı ve dayatmalara karşı direniş ve yerine göre sivil direnişler oluşturulmalıdır."

Önceki ve Sonraki Haberler