Ümraniye’de “Tevhidi Arınma Sembolleri” Semineri

Ümraniye’de “Tevhidi Arınma Sembolleri” Semineri

Özgür-Der Ümraniye Şubesi aylık bayan seminerlerinin ilki 26 Ekim 2010 Salı günü ‘Tevhidi Arınma ve Arındırmanın Sembolleri Namaz, Dua ve Tevbe Kavramları’ başlığı altında gerçekleştirildi.

Kavramlar içeriğine girerek konuyu değerlendiren Meral Yılmaz tevhidi arınmanın ve arındırmanın sembollerinin hayatımızdaki önemine vurgu yaparak konuşmasını kısaca aşağıdaki gibi yapmıştır:

"Dua" davet etmek/ çağırmak anlamına gelir."De-'a" fiilinden türetilmiştir. "Nida" gibidir.

Terim olarak kuldan Allah'a doğru yapılan çağrı demektir. Dua, kulun kulluğunu idrak edip aczini itiraf ederek yaratıcısına sığınmasıdır. .Zorda kaldığında sıkıntıya uğradığında başkasından değil sadece O'ndan yardım dilemektir.

 Esasen dua, Allah'ı yaşadıklarımıza, eylemlerimize/ tavır alışımıza şahit olmaya çağırmaktır.

Dua Allah'ı yasadıklarımıza şahitliğe ve müdahaleye çağrıdır.

Rabbani destek istemektir. Allah salih eylemlerimizin destekleyicisidir. Yoksa sınırsız isteklerimizin memuru değildir.

Dua sadece ağrılarımızın dinmesi, bireysel ihtiyaçlarımızın giderilmesi için değil, şeytanla olan mücadelemizde öz gücümüze dayanmak, düşmandan değil, yegane dost olan Allah'tan yardım dilemek, O'na dayanmaktır. O'na dayanmak için duaya bizim ihtiyacımız vardır. Yoksa Rabbimizin bizim şükrümüze ihtiyacı yoktur. Dua; düşman tarafından kurtarılmak için endişeli bir bekleyiş içinde olmaktansa, geniş imkanlar elde edeceğimiz yakın bir gelecekten Rabbimizin bizi özgürlüğümüze kavuşturacağını umut etmektir.

Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah'a çağrıda bulunmak gerektiğinde; randevu almak, araya torpilciler, yetkisiz insanlar, yetkili olduğunu iddia eden aracı kurumlar sokmak doğru değildir

Şer için kötülüğün gerçekleşmesi için dua etmek doğru değildir. İnsan, olayların görünen yüzüne bakarak acele ile hareket edip, hayatın bir imtihan olduğu gerçeğini unutarak dua ettiğinde, şuursuzca şerri dileyebilmektedir. Böyle dua etmenin, müminlere yakışmaz.

Şunu da belirtmek gerekir ki, yeryüzünde küfrün, şirkin, tuğyanın yok olması, kafirlerin helakini istemek, beddua değildir, Ancak bunun da ölçüsü Hz. Nuh gibi üzerine düşen tüm sorumlulukları yerine getirdikten, yapacak hiçbir şey kalmadıktan sonra, Allah'a sığınmak, durumu O'na havale etmek için olmalıdır.

Herşeyi duyan Allah'ın bizi duyması için bağırıp çağırmaya gerek yoktur. Kur'an ile Allah'a yakardığımızda sesimizi ne yüksek, ne de alçak tutmalıyız. Gizli gizli, boyun bükerek, sessizce, ürpererek, samimiyetle, şuurlu olarak Allah'a dua etmeliyiz. Dua edenin muhsin olması da duanın sonuç vermesi için şarttır

Allah, dualarına icabet edeceğini bildirdiği çağrısına uyan kullarını şöyle tanımlar:

"Rabbiniz'in mağfiretine ve Allah'a karşı gelmek­ten sakınanlar için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun. Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever. Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile direnmezler" (Al-i İmran, 133-135).

Allah'tan yardım istemeyi hak etmek gerekir. Bunun için Rabbe dua, kuru kuruya değil, namaz ile daha anlamlıdır. Duada sabırsızca sonuç istemek de doğru değildir. Bir işin başında yapılan dua, Rabbimizden destek almak içindir, Fakat sonuç isteyen dualar, yapılacak hiç bir şey kalmadığında, elden gelen bütün gayretler sarf edildiğinde, bütün olanaklar infak edilerek yapılmalıdır. Sabır; bıkmamak, usanmamak, sebat göstermek, inançlarımızın asli eksenini eylemlerimizin sıhhatini bozmamak, acele etmemektir. Oysa aceleci yaratılmış olan insanoğlu maalesef, bir şeyin hemen olmasını istemektedir. Her şeyi bir ölçüye göre yaratan Allah, dualarımıza da bir ölçü ile cevap verecektir. Aşağıdaki ayet, bu ölçülerden sabır ve namaza değinmektedir

Salat, Kur'an bütünlüğünde farklı anlamlarda kullanılan bir kavramdır. "Arkasından gitmek, arka çıkmak, destek olmak, dua etmek, çağırmak" anlamlarında kullanılmıştır. Allah ve Resulünün davasına destek olmak (Ahzab, 33/43, 56; Tevbe, 9/103), çalışmamızın konusu olan bir ibadet ve dua tarzı (Bkz. Al-i İmran, 3/38, 39; Ankebut, 29/45; Maun, 107/4) olmak anlamında da kullanılmıştır. Muhammed (s)'den, üzerinde hiçbir tartışma olmadan nesilden nesile uygulanması ile kesinlik kazanan Rasul'ün namaz kılma şekli ortadadır. Bu da günde beş vakitte kılınan ayakta durmak (kıyam), kıraat, ruku, secde ve oturuşla bütünlük içinde yapılan bir dua tarzıdır. Kavramın genişliği bizlere şu gerçeği de göstermektedir ki "salat" dinin yani yaşam tarzının bizzat hayatın her alanında pratiğe geçirilmesidir. Şekilsel dua olarak (namaz olarak) salat ise hayatımızdaki bu bütünlüğün simgesel dışavurumudur. Günde beş vakit gerçekleştirdiğimiz bu simgesellik beş vakit arasına yayılan salatın Allah'a sunulması ve ondan yardım, esenlik istenmesidir. Dinin simgeleri ancak sembolize ettikleri anlamların yaşanabilmesiyle anlam kazanır.

"İkaame"; "bir şeyi kaldırıp dikmek, düzeltip doğrultmak, dosdoğru yapmak, özenle ve şartlarına riâyet ederek uygulamak, devamlı ve itibarlı hale getirmek" anlamlarına gelir. Dolayısıyla, "namazı ikaame etmek"; onu ta'dil-i erkân ile –rükûnlarının hakkını vererek- , huşû ve hudû içinde, dosdoğru bir şekilde kılmak ve hatta kıldırmak demek olur. Namaz için emr-i bil-ma'rufta bulunmak, ona engel olacak engelleri ortadan kaldırmak, başkalarına namazı hatırlatmak, emretmek ve öğretmek de namazı ikaame kapsamına girer.

İnsanoğlu Rahman tarafından kendisine emredilen bütünsel yaşam tarzını parçalamaya başlar başlamaz semboller kuru şekilciliğe ve bu şekilciliğin anlamsızlığı da dünyevileşmeye ve şekillerin de tasfiyesine doğru ilerleyen bir ifsat sürecini beraberinde getirmektedir. Şekil-öz bütünlüğünü koruyarak salatın yani vahyin sosyalleştirilmesinin, günün tümüne amel açısından yayılmasının 5 evrede ilanı olarak algılayabileceğimi namaz, Rabbimizin bize gösterdiği dua yöntemidir. Dolayısıyla İslam'da tevhid akidesinden sonraki en önemli unsur iman-amel bütünlüğünün en iyi ifadesi namazdır. Kişinin namaz kılıp kılmaması onun cehenneme gidip gitmemesinin ölçütlerinden biridir: "'Sizi bu sekar cehennemine sokan nedir?' diye sorarlar. Onlar derler ki: 'Namaz kılanlardan değildik.'" (Müddessir 74/42-43).

Salat' Kur'an kavramları içinde Kur'an inmeden önce de bilinen ve yeni olmayan bir kavramdı. Onun Kur'an'da sıkça kullanılmasının mahiyeti bu çerçevede şekillenmiştir. Peygamber çağında kavramın bütün anlamlarıyla bilindiği ve uygulandığı gerçeğini Kur'an'ın ifadelerinden anlamak rahatlıkla mümkündür. Bu sebeple Kur'an'ın mübiyn olması, onda herşeyin (salat gibi) en ince ayrıntılarına kadar anlatılmış olmasını gerektirmemiştir. Çünkü Kur'an hiçbir şey bilmeyen bir insana (rasule) ya da hiçbir şey bilmeyen bir topluma gönderilmemiştir. Esasen böyle bir kişi ve toplum da hiçbir zaman için olmamış ve olmayacaktır. Yine İslam dini, Peygamberliğin Hz. Muhammed(s)'le, vahyin de Kur'an'la başladığı bir din değildir. İlk insanla başlayıp, kıyamete kadar devam edecek olan bir dindir. Hz. Muhammed son peygamber, Kur'an İse son vahiydir. Hz. Muhammed'in getirdiği mesaj, vahiyler silsilesinin sonunu teşkil eder. Tabiidir ki, bu son mesaj da öncekilerle uyum ve uygunluk arzeder: "De ki: Ben elçilerden bir türedi (önceki elçilerden farklı şeyler söyleyen biri) değilim" (46/9). Allah'ın varlığı, hükümranlığı, İlahlığı, rabbliği, ahiret, cennet, cehennem, kitab, melek, şeytan, risalet vs. ilk insandan beri elçiler tarafından tebliğ edilen, dolayısıyla bilinen gerçeklerdi: 42/13; 87/18,19.

Tevbe: Yapılan kötülüğü, işlenen günahı Allah'ın bağışlaması, kulun ise yaptığı şeyin işlediği amelin suç ve günah olduğunu bilerek, onu terk ederek Allah'a dönmesi, yani onun emrettiklerine uyarak yasakladıkları şeylerden kaçınması suretiyle Allah'a dönmesi, araya hiç bir kimseyi karıştırmadan yalnızca Allah'a yalvarması demektir.

Tevbe; insanın günahlarının kötülüğünü ve büyüklüğünü anlayarak Allah'a yönelmesi, bağışlanmayı dilemesi ve acziyetini anlamasıdır.

Tevbe, bir kurtuluş vesilesidir; tevbe, bir müjdedir

İmtihan için gönderilen insan bir takım sıkıntılarla denendiği zaman, sıkıntılar tahammül sınırlarını zorlamaya başladığında, sıkıntılar, zorluklar sebebiyle isyana yönelmemek için, Rabbine yönelir, ona yalvarır, sıkıntıları kendisinden kaldırmasını temenni eder. Tevbe, sıkıntılardan ve isyana girmekten korunmak için gereklidir.

Tevbe; kurtuluş umuduyla Allah'a yönelmek, kurtuluş umud etmektir. Tevbe etmemek ise zalim olmak, nefse zulmetmektir. Tevbe etmemek, imandan sonra fısktır, Allah'ın yolundan ayrılmaktır.

Nasıl bir tevbe?

Yaptığı günahın farkında olup hemen ardından pişmanlığını bildirmek,Allahtan bağışlanma dilemektir.Ve bir daha o amele dönülmemelidir. "gel ne olursan ol gene gel,bin defa tevbeni bozsan da yine gel" anlayışından uzak "Nasuh bir tevbe" olmalıdır.Aksi halde kişi Allah'a yapmış olduğu kötülükten dolayı duymuş olduğu üzüntüsünü ve bir daha işlemeyeceğini bildirdiği halde, sözünde durmayıp bu davranışında adeta isyana yönelip, pişmanlık duyma arasında git-gel yaşayarak Allah ile alay etmektedir.Oysa tevbenin kabul olması için bir takım şartlar vardır.

Tevbenin Kabul Şartları

1-Tevbe edildikten sonra bir daha günaha dönülmemeli, Nasuh tevbesi olmalı.

2-Bilgisizlik sebebi ile yaptığı günahın farkına vardığı andan itibaren hemen tevbe edilmeli.

3-Tevbenin ardından Salih amel işlenmeli.

4-Kafir olanın ölüm anında yapmış olduğu tevbe kabul olunmaz.

5-Şirk koşanın yaptığı tevbe kabul olunmayacaktır.

6-İmandan sonra inkara saplananların tevbeleri kabul olunmaz.

7-Tevbeleri kabul olunmayanlar için istiğfar dilemek makbul değildir.

Önceki ve Sonraki Haberler