‘İslam Dünyasında Neler Oluyor’ Paneli

‘İslam Dünyasında Neler Oluyor’ Paneli

Özgür-Der Bursa Şubesi’nde "İslam Dünyasında Neler Oluyor" konulu panel yapıldı.

Özgür-Der Bursa Şubesi tarafından Suriye başta olmak üzere İslam dünyasında meydana gelen hareketlilikleri konu alan bir panel düzenlendi. Ördekli Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen program; Bahadır KURBANOĞLU, Fevzi ZAKİROĞLU ve Bülent Şahin ERDEĞER'in katılımı ile gerçekleşti.

İlk sözü alan Bahadır KURBANOĞLU genel olarak Müslüman coğrafyalarında yaşanan olayların arka planını irdeleyerek, dünya kamuoyunda oluşturulan yaygın kanı'nın yanlışlığına dikkatleri çekerek şunları kaydetti:

Bugün İslam ülkelerinde meydana gelen olaylar bir takım komplo teorileri üzerinden tarif edilmeye çalışılmaktadır. Bunların başında etkili ve belirleyici unsurun 'ekmek', 'açlık', 'yoksulluk' olduğu tespiti ilk sırayı alınırken, diğer yandan muhalif hareketlerin hemen hepsinin arkasında batılı derin güçlerin olduğu ve gelişmelerin sadece "tayin edilmiş bir kaderin yaşanmasından" başka bir şey olmadığı yollu, realiteden uzak birçok yaklaşım sergilenmektedir. Yaşanan olaylar kendi özgün şartları dahilinde okunduğunda görülecektir ki yapılan açıklamalar saptırma ve yıpratmadan başka bir şey değildir. Evet bölgede yoksulluk söz konusu olabilir ve kitleyi bundan muzdarip hale getirebilir. Ama hareketlenmelerin temel nedeni kesinlikle sadece bu değildir. Hakeza bölgede bir kısım muhalif grupların batı ile doğrudan ya da dolaylı ilişkileri olabilir fakat bunlar tabanı olmayan cılız oluşumlar olduğu da bilinmelidir. Hiç bir sosyal-siyasal-ekonomik vakıa tek bir neden ile açıklanamayacağı gerçeğinden yola çıkarak dile getirilenlerin kısmi olarak etkili olduğu söylenebilir. Ancak bunlar tek başına kitlelerin asıl isteklerini ifade eden unsurlar olmadığını bilmek zorundayız. En çok dillendirilen tetikleyici faktörlerin başında gelen yoksulluğu şöyle bir düşünelim: adı açlık ve yoksulluk ile özdeş hale getirilen Afrika ülkelerinde neden benzer bir isyan çıkmıyor da bölgede ekonomik anlamda model ülke olarak gösterilen Tunus'ta oluyor? Hem de ilk tetikleyici ülke olarak! Mesela Hamas'ın iktidara gelmesinin ardından halkın ciddi bir ambargoya ve yoksulluğa mahkum edildiğini biliyoruz! Orda neden bu tür isyanlar olmadı da tam aksine iktidara sonuna kadar desteklerini sürdürdüler? Yaşanmış bu gerçekler ve daha dile getirmeye gerek görmediğimiz birçokları bize göstermektedir ki kavgası verilen şey salt ekmek kavgası değil, onunda içinde olduğu, onur-özgürlük-inanç kavgasıdır.

Müslüman halkların doldurdukları meydanlara bakıldığında yükseltilen seslerin batılı tezler olmadığını, neredeyse yarım asırdır birikmiş bir fiiliyatın yansıması olduğu görülebilir. Bunun düşünsel mirası ise ondan çok daha eskilere dayanır. Aynı zamanda son 10 yılda meydana gelen gelişmelerde örgütlü yapıların varlık nedenlerini daha anlamlı kılmış ve haklarını istemede onları daha ısrarcı bir boyuta taşımıştır. Bunlara bağlı olarak rahatlıkla diyebiliriz ki dile getirilen taleplerin ardında batılı tezler değil İslami hareketlerin tezleri ve mücadeleleri vardır.

Dikkat edilmesi gereken noktalardan biride üretilen komplocu tezlerin, halkların iradesini ortaya koymasının hemen ardından oluşmasıdır. Olaylar başladığı andan itibaren ABD genelkurmayı ve CIA'nın çelişkili ifadeleri, itirafları, yanlış hamle ve yanlış adamları öne sürmeleri gibi hataları, gelişen sürece hazırlıksız yakalandıklarını gösteren önemli bir karinedir. Sürece hazırlıksız yakalandıkları gibi kararlı halkın ve örgütlü güçlerin suyuna giderek süreci yönetmeye çalışarak iktidarı yeniden ele geçirmek isteyişlerine karşı, ayaklananların sert ve tavizsiz tutumu ile şaşkına dönmüşlerdir. Tüm bunlar bize bir daha göstermiştir ki emperyalizmin bir hesabı varsa Allah'ın da bir hesabı vardır. Özgürlükleri elinden alınmış, onurları incinmiş, değerleri yok sayılmış bir halkın başkaldırısı sadece bu hesabın bir tecellisidir.

Bölgede meydana gelen başkaldırılar aynı zamanda emperyalist güçlerin ikiyüzlülüğünü de deşifre etmiştir. 30-40 yıllık bir kirli ittifak ile halkların kanı üzerinden ortaklık yapan ve yerel diktatörleri kumanda eden batılı güçler, kullandıkları aktörlerin işlevsiz kaldığını gördüklerinde dün söylediklerinin tam tersini ifade etmekte, sahte dostluk mesajları yayımlamaktadırlar. Barack Obama'nın, Mübarek'in devrilmesinin hemen ardından gönderdiği "bundan böyle birlikteliğimizi koruyalım" mesajı yaşanan ikiyüzlülüğün en güzel örneğidir. Diğer yandan Tunus'ta yaşanan gelişmelere farklı, Libya'daki gelişmelere farklı bir yaklaşım ve üslup geliştirmeleri bu çelişkinin bir başka çarpıcı tarafıdır. Tüm bunların farkında olarak Mısır, Tunus, Suriye, Bahreyn, Yemen vd. ülkelerde dile getirilen isyanlar sadece kendi diktatörlerine değil aynı zamanda tağuti güçler olarak tarif ettiğimiz ABD-İsrail ve tüm emperyalist güçleri de içine almaktadır. Müslüman halkların işbirlikçilere karşı takındığı tavizsiz tutumu, aynı zamanda zalimlerin ikiyüzlü tavrını da tüm dünyanın gözleri önünde deşifre etmiştir.

Son olarak bölgedeki gelişmelerde teknolojik araçların asıl belirleyici olduğu yönündeki yaklaşımların da yanlışlığını ifade etmemiz gerekir. Facebook, twitter; bu olaylarda sadece kullanışlı, etkili bir araçtır fakat kast edildiği üzere asıl belirleyici değildir. Elbette enformatik devrimin tağuti güçler kadar muhalif unsurların ve halkların da faydasına olan gelişmeler üretebileceğini kabul etmeliyiz. Ancak araçların ardında uygun şartlar, örgütlülük, kararlılık ve bilinç yoksa bu araçların tek başına bir işe yaramayacağını bilmek çok ta zor olmasa gerek. Teknolojik araçların kullanımı dahil olmak üzere, müslüman halkların başarılarının ardında mutlak surette batılı bir güç veyahut araç arama çabası zihinlere müslümanlara ait kötü ve iradesiz bir imaj oluşturma çabasından kaynaklanmaktadır.

İkinci konuşmacı olarak söz alan Suriye asıllı aktivist, Fevzi ZAKİROĞLU ise; bugünlerde Suriye'de yaşanan gelişmelerin seyri ve onun perde arkası hakkında bilgiler içeren konuşmasında şunları ifade etti:

Hafız Esed, Hama katliamı ile zirveye çıkan diktasının ardından Suriye ve dünya kamuoyu önünde kirlenen imajını düzeltmek için yerine Avrupa'da eğitim almış, o zamanlar 36 yaşında olan oğlu Beşar Esed'i getirdi. Oğul Esed iktidara ilk geldiği 2000'de bir kaç sene sürecek ılımlı politikalar izlemiş ve bu süre zarfında reform düzeyinde bir takım iyileştirmeler gerçekleştireceği sözü vermiştir. Halk ise bu ılımlı havadan dolayı birikmiş tepkisini dindirmeyi tercih etmiştir. Fakat bugün yaşanan olaylar bize göstermiştir ki Beşar Esed babasından farksızdır ve tüm dünyaya söyledikleri sadece aldatmacadan ibarettir. Bugün Dera şehrinde başlayan ve Suriye'nin birçok şehrine sıçrayan ve geri dönüşü pek mümkün görünmeyen tepkilerin ardında Hafız Esed zulmü ve oğul Esed'in 2000'lerde verdiği sözlerini yerine getirmemesi yatmaktadır.

Suriye'deki gelişmeleri tetikleyen asıl olayın Dera şehrinde 10-12 yaşlarındaki 15 çocuğun gözaltına alınarak vahşi işkencelere tabi tutulmasıdır. Tırnakları çekilen, yara içinde bırakılan bu çocuklar halkı ateşlemiş ve onları sokağa itmiştir. Halkın tepkisine orantısız bir karşılık verilmesi onun yaygınlaşmasında önemli bir neden olmuştur. Bugün itibari ile diyebilirim ki tek bir şehirde (Dera) başlayan gösteriler artık birçok şehirde (Humus-Lazikiye vs.) olmaktadır. Her hafta cuma günü düzenlenen gösteriler bugün artık her gün düzenlenmektedir. Ve bana göre bu eylemler istediklerini alıncaya kadar bu şekli ile devam edecektir. Şunu da belirtmekte yarar var; olaylar sadece Dera'da yaşanan çocuk katliamları sonucu meydana gelmiş değil, birikmiş bir baskının bu olayla fitillenmesidir. Yani bardağı taşıran son damla olmuştur.

Suriye dışarıdan bakıldığında diğer Arap ülkelerinden ayıran bir takım farkları olduğu görülecektir. Batı ile doğrudan ilişkiler geliştiren bir ülke olmayışı, İsrail ile barış antlaşması imzalamaması ve dolayısı ile görünürde muhaliflik sergilemektedir. Bunun yanında Lübnan ve İran ile stratejik ilişkileri bulunmaktadır. Fakat şimdiye kadar gözlemlediğimiz ve elde ettiğimiz bilgilerden yola çıkarak söylemem gerekirse batı ve İsrail'le muhalifliği sadece görünürdedir. Perde arkasında gizli ittifaklar kurduğunu ben dahil tüm Suriye halkı bilmektedir. Beşar Esed bunu İslam dünyasında olumlu bir imaj oluşturmak için kullanmaktadır.

Suriye'de direnişlerin mezhep çatışmasına sebep olacağı ve şimdilerde zaten var olduğu yönünde açıklamalar doğru değildir. Güney Lübnan'dan Suriye'ye gelen Şii mültecilere kapısını açanlar Suriyeli Sünnilerdi. Bu dayanışma bize mezhep çatışması adı altında servis edilen bilgilerin doğru olmadığının en güzel ispatıdır. Unutulmamalıdır ki Suriye halkının geçmişten beridir hiç bir surette ayrılık göstermedikleri nokta siyonizm düşmanlığıdır. Şii ve Sünniler bu konuda en başından beri ittifak içindedirler.

Suriye halkı Türkiye'nin desteklerini ciddi olarak önemsemektedir. Gerek devlet düzeyinde ve en önemlisi de halk düzeyindeki destekler onlara ciddi moral vermektedir. Bakın mesela geçenlerde İstanbul'da konsolosluk önünde 40-50 kişi ile yapılan eylem bile sadece El-Cezire'de 13 defa gösterildi. Suriyeliler bir günde 13 defa Türkiye'den kardeşlerinin desteğini aldıklarını görüyorlar ve bu onlara güç kazandırıyor. Yakın zamanda vizelerin kaldırılması Suriyelilerin Türkiye'ye yakınlaşmasında olumlu katkı sağladı ve dolayısı ile destek beklentilerini de ona göre artırdı. Erdoğan ile Esed arasındaki müspet ilişkinin halkın yararına kullanılmasını istemektedirler.

Son konuşmacı olarak söz alan Bülent Şahin ERDEĞER ise bölgede yaşanan gerçeklerin bizler tarafından hangi kriterler baz alınarak değerlendirilmesi gerektiği ve bunun varacağı sonucun ne olması gerektiği üzerinde durarak konuşmasında şunları belirtti:

Yaşanmış her vakıanın aynı zamanda sosyolojik anlamı ile Allah'ın ayeti olduğu hakikatinden yola çıkacak olursak, bölgede meydana gelen olayları da Kur'an bağlamında ele almak zorunda olduğumuzu fark etmiş oluruz. Bu diğer anlamı ile şahidliğimizin bir gereğidir. Şehadet ettiğimiz olayları Allah'ın buyurduğu şekilde ıslah etmek ile sorumluyuz. Bu kimi zaman kendi ülkemizde kürt sorunu, ergenekon, kemalist vesayet vd. olabilirken kimi zamanda Ortadoğu'da şimdilerde şahid olduğumuz olaylar olabiliyor. Bunlar vd. hemen hepsine yaklaşımımızdaki temel ölçü şahidlik ve ıslah merkezli olmak zorundadır. Bu kriter gözden kaçırıldığında yanlış sonuçlar çıkması ve elitist bir tavrın takınılmasından kaçınılmadır. Bunun örneklerini şu sıralar İslami camia içinde görüyor olmamızın nedeni de ifade ettiğimiz kriterlerin göz ardı edilmesinden başka bir şey değildir.

Genel olarak yapılan diğer bir yanlış ise, dünya üzerinde yaşanan olayların devlet çıkarları çerçevesinde değerlendirilmesidir. Örneğin İran veyahut Lübnan'ın kendi diplomatik menfaatlerini göz önüne alarak yaptığı hamleler bizim Suriye'ye karşı takınacağımız tutumu belirlememelidir. Tıpkı Fetullah Gülen'in Mavi Marmara hakkında dile getirdiklerinin bizi bağlamadığı gibi. Tersinden bir okuma yaparak şunu da söylememiz gerekir ki: Bahreyn ve Yemen'de meydana gelen hareketlenmelere karşı menfi bir duruş sergileyen Üstaz Karadavi ve bölgeden doğru haber almamızı sağlamada önemli kaynaklardan olan El-Cezire televizyonunun taraflı tutumu bizi belirlememelidir. Bizim her hal üzere kriterlerimiz bellidir.

Bölgedeki devrimin önemli tetikleyici unsurunun "müslüman halk" olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Facebook, twitter gibi araçların asıl belirleyici olduğunu söylemek aynı zamanda bu devrimi batıya mal etmek anlamına gelir. Hatırlanmasında yarar vardır: İran devriminde video-kaset ve BBC kanalı gibi teknolojik araçlarda asıl belirleyici olarak sunulmuştur. Göz önünde bulundurmamız gereken önemli bir nokta şudur ki müslüman halkı ve dolayısı ile örgütlü yapıların meydana getirdiği iradeyi karalamaya yönelik tüm tezler bir karalama kampanyasının dışavurumudur. Gençlerin bu devrimde birtakım teknolojik araçları kullandıkları doğrudur fakat onların babalarının ve annelerinin başlarına gelenden habersiz ve ilgisizmiş gibi bir tanımlama yapmak yanlıştır. 40-50 yıllık bir zulmü yaşamış halkın çocuklarıdır bugün facebook ve twitteri kullananlar.

Ortadoğu'daki diktatörlerin devrilmesinin ardından bölge iyice karışır endişesinin ardına saklananlar suni bir yaklaşım sergilemektedirler. Zira tarihte yaşadığımız birçok örnek istibdat düzenlerinin ortadan kalkması için öncelikli koşulun onun yerine gelecek bir kadronun gerekliliği değil, zalimin gitmesidir. İbadetler fıkhında değişmez bir kural vardır: önce abdest alınır sonra namaz kılınır ve zamanı gelince de oruç tutulur. Ama abdest alınmadan namaz kılınamayacağı gibi namazsız bir oruçta tutulamaz. Onun için öncelikle zalimin gitmesi elzemdir. Yerine gelecek kadronun yokluğundansa diktatörlerin varlığı en büyük fitnenin kendisidirler. Hem hareketlenmelerin olduğu ülkelerin iç siyaseti doğru okunduğunda görülecektir ki siyasi ve diplomatik alanda halkın sempatisini kazanmış birçok muhalif isim bulunmaktadır.

Genel olarak Ortadoğu'da dört önemli aktörün varlığından söz etmek mümkün. Bunlardan biri iktidarı ellerinde tutun güçler. (diktatörler-aileler-din adamları vs.) İkincisi bizim önemsediğimiz ve öncelediğimiz aktör olarak halk hareketleri. Üçüncüsü: batının desteklediği elit muhalifler. (Baradey vd.) Dördüncü faktör ise kör şiddet yanlısı bir takım marjinal oluşumlar.

Bizler müslümanlar olarak bölgeye gelecek olan demokrasinin nasıllığını üzerinde durmamalıyız. Bizim için acil ve elzem olan zulmün bir an önce bitmesi ve diktatörlerin mustazaf halklardan bir an önce elini-eteğini çekmesidir.

Etkinlik katılımcılardan gelen soruların cevaplanmasının ardından sona erdi.

HAKSÖZ HABER – Abdurrahman YILDIRIM

Önceki ve Sonraki Haberler