'Dünden Bugüne Kürt Sorunu' Panelinden Notlar

'Dünden Bugüne Kürt Sorunu' Panelinden Notlar

Özgür-Der aylık panellerinde bu ay Kürt ulusal hareketi Diyarbakır Zindanı’ndaki baskıların sonucu mudur?” sorusu merkezli olmak üzere “Kürt Sorunu” konuşuldu.

Özgür-Der'in 2010-2011 dönemini kapsayan "İslami Hareket ve Siyasete Dair Önkabuller ve Gerçekler" konulu aylık paneller dizisinin 8.'si dün akşam yapıldı. İstanbul Fındıkzade'de bulunan Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde "Dünden Bugüne Kürt Sorunu" başlığı altında gerçekleştirilen panele Musa Üzer başkanlık ederken Mesut Onat ve Serdar Bülent Yılmaz da konuşmacı olarak katıldılar. Panelde "Kürt ulusal hareketi Diyarbakır Zindanı'ndaki baskıların sonucu mudur?" sorusu ekseninde ağırlıklı olarak Kürt sorununun kaynakları, sorunun doğurduğu ulusal hareketin tarihi oluşum ve gelişim süreci ile gelinen noktada PKK örgütünün yapısı konuşuldu.

Kürt Sorununun ve Hareketinin Diyarbakır Zindanının Sonucu Olduğu İddiası Dar ve İndirgemeci Perspektifin Ürünüdür!

İslami hareketler ve Türkiye'nin yakın siyasi tarihine ilişkin tartışmaya açık birçok ön kabulün olduğunu belirterek panelin sunumuna başlayan Musa Üzer, Kürt ulusal hareketini Diyarbakır Zindanının bir sonucu olarak ele alan yaklaşımın da söz konusu yanlış ön kabullerden biri olduğunu söyledi. Daha sonra programın akışı hakkında bilgilendirmelerde bulunan Üzer, konuyla ilgili olarak şunları söyledi:

"Türkiye'nin bugün en yakıcı gündem maddelerinden birini oluşturan Kürt sorununun kaynağını ve bu soruna bağlı olarak ortaya çıkan Kürt ulusal hareketinin gelişimini izah sadedinde yapılan açıklamalar içinde Diyarbakır Zindanı önemli bir yer tutmaktadır. Kürt ulusal hareketinin adeta 12 Eylül darbesi sonrasında Diyarbakır Zindanında uygulanan sistematik işkence ve imha politikalarının neticesi olduğu varsayımı konuya aşırı popüler bir yaklaşım olarak temayüz etmekte. Kürt ulusal hareketinin yüz yıllık gelişim seyrini pek dikkate almayan bu tarz açıklamaların konuyu kendi tarihsel bütünlüğü içerisinde ele alması ne kadar mümkün olabilir?"

Müteakiben sorunun başta sistem olmak üzere çeşitli boyutlarının bulunduğunu belirten Üzer, bu boyutları bir arada değerlendirmenin önemine değindikten sonra ilk konuşmacı olarak sözü Mesut Onat'a verdi.

Cumhuriyetin Kuruluşu: Kürt Kimliğini İnkârın Başlangıcı

Tebliğini genel olarak Kürt sorununun kaynağı, soruna karşı bir tepki ve direniş hareketi olarak ortaya çıkan Kürt ulusal hareketinin ve bu bağlamda PKK'nin yapısı ekseninde ele alan Mesut Onat, son olarak da Müslümanlar boyutu üzerinde durarak çözüme ilişkin çeşitli tespit ve önerilerde bulundu.

Sorunun kaynağı bağlamında sistem boyutun esası oluşturduğunu belirten Onat, "Milli Mücadele" döneminde Kürtlerin kurulacak muhtemel bir devlette asıl kurucu unsurlardan biri olarak kabul edildiğini ancak Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte Kürt kimliğine yönelik olarak inkâr politikasının öne çıktığını söyledi. Bu meyanda Kemalist Cumhuriyet rejiminin seküler-laik paradigma temelinde toplumu yeniden inşa etme çabasına giriştiğini kaydeden Onat, bunun için de Türklüğün esas alındığını, yeni kimliğin mümkün mertebe geleneksel ve İslami öğelerden arındırılmaya çalışıldığını ve başta Müslümanlar ve Kürtler olmak üzere toplumun hemen her kesimini mağdur ettiğini ifade etti.

Her iki düzlemde de Batıcı-Kemalist proje karşısında Kürtlerin –Şeyh Said örneğinde olduğu gibi- fıtri kimliklerine ve hilafete sahip çıkma yolunu tercih ettiklerini belirten konuşmacı, bu nedenle sistemin uzun bir zaman boyunca Kürtleri "gerici" olarak tanımladığını ve sorunu da asayişe indirgediğini söyledi. Türkleştirme ve sekülerleştirme politikaları bağlamında oluşturulan çeşitli kurumlar ve yakın Türkiye siyasi tarihine damgasını vuran bazı örnek olaylar üzerinden konuya somutluk kazandıran Onat, Kürtlerin sistemin inkâr ve imha politikalarına karşı direnmeleri ve ayrıca küresel bazda meydana gelen dış gelişmelerin de zorlamasıyla 1960'lı yıllardan itibaren düzenin soruna dönük yaklaşımının biçim değiştirerek ekonomik geri kalmışlıkla tanımlanmaya başladığını kaydetti.

1980 Sonrası: Katı İnkâr ve İmha Siyasetinden Kısmi Tanımaya

Her darbe sonrasında daha güçlü bir şekilde takviye edilen Türk milliyetçiliğinin Kürtlerin önemli bir kesiminde tepki ve direniş yarattığını belirten konuşmacı, 1980'li yıllarda ise gerek dış konjonktürün icbar etmesi ve gerekse de Kürtlerin baskı ve yasaklara tamamen boyun eğmemesinin görülmesi sonucunda sistemin Kürt sorunu algısının katı inkâr ve imha siyasetinden kısmi tanımaya doğru evrildiğini kaydetti.

Sorunun PKK Boyutu

İkinci olarak sorunun PKK veya Kürt ulusal hareketi boyutu üzerinde duran Onat, bu meyanda Kürt ulusçularının konuya bakışını irdeleyerek Kürt ulusçuluğunun da nitelik bakımından diğer ulusçuluklardan bir farkının olmadığını söyledi.

Yine bu bağlamda 19. yüzyılda oryantalistlerin başlattığı Kürdoloji çalışmalarının etkisine vurguda bulunan konuşmacı, Öcalan'ın Neolitik çağ vurguları üzerinden İslam'dan arındırılmış yeni bir Kürt ulusal kimliği inşa etme çabasının kaynağını oryantalizmden alan Türk ulusçuluğu tezleriyle etkileşim halinde geliştiğini kaydetti.

PKK hareketinin gelişim seyri ve ideolojik yapısı üzerinde de duran Onat, söz konusu hareketin oluşum evresinde Kürt sorununu etnisite temelinde değil, Marksist yapısı dolayısıyla sınıfsal temelde algıladığını ve sorunun çözümünü de sol perspektif menşeli enternasyonal bir zeminde ele aldığını ifade etti. Hareketin oluşum evresindeki kurucularından olan Mazlum Doğan, Kemal Pir vb. şahsiyetlerin Marksist ve enternasyonal kişiliklerinin belirgin olduğunu belirterek söz konusu şahsiyetlerin tek adamcılığa karşı olduklarını, ne var ki sonraki dönemlerde PKK'de tek adamcılığın öne çıktığını ve bunun da Apoculuk olarak tanımlandığını söyledi.

Onat, PKK hareketinde gelinen noktada söylemsel bazda gelgitler ve kırılmalar olmakla birlikte örgütün birçok alanda başarılı olduğunun söylenebileceğini belirterek özellikle de yerel yönetimleri iyi kullandığını, kitlesel seferberlik yaratmada ve kitleyi kontrol, motive etme ve yönlendirmede başarılı olduğunu ifade etti.

Diğer yandan PKK hareketinin tipik despotik, dayatmacı özellikler de taşıdığının altını çizen konuşmacı, özellikle de kendisinin şemsiyesi altına girmeyen İslami kesimlere karşı güçlü olduğu yerlerde baskı ve hatta katliam uygulayabildiğini belirterek Hakkâri'de Mustazaf-Der yetkilisinin katledilmesi ve Cizre'de imam-hatipli öğrencilerin kaldığı yatılı yurdun Molotof kokteylle içindekilerle birlikte yakılma girişimini örnek olarak gösterdi. Onat, söz konusu hareketin her türlü geri kalmışlığı pervasızca açıktan açığa İslam'a fatura etmekten çekinmediğini belirterek bunu çeşitli belgeler üzerinden detaylandırdı.

Müslümanlar Boyutu

Son olarak sorunun Müslümanlar boyutunu irdeleyen Onat, bu bağlamda Müslümanların olayı sahiplenmede geç kaldığı iddiasını irdeleyerek çeşitli değerlendirmelerde bulundu. Öncelikle Müslümanların Kur'an ile tanışma, uyanış ve diriliş tarihlerinin Türkiye'de oldukça yakın olduğunun görülmesi gerektiğini belirten Onat, bunun da ilk etapta bir kimlik inşası anlamına geldiğini ve dolayısıyla kimliklerini inşa etme sürecinde tevhidi uyanış sürecine adım atan kesimlerin genel olarak en azından zihinsel planda sağcılık, devletçilik, milliyetçilik vb. olgularla bir hesaplaşmaya giriştiklerini ifade etti. "Radikal İslamcı" olarak tanımlanan kesimlerde ve bunların yayınlarında Kürt sorununun işlendiğini de çeşitli veriler üzerinden ortaya koyan konuşmacı, Müslümanların Kürtlere sahip çıkmadığı veya Kürt sorununa ilgisiz olduğu iddiasını ortaya koyanların fiili düzlemde müdahil olmayı ölçü edindiklerinden olayı değerlendirmede Müslümanların gücünü göz ardı ettikleri için adil olamadıklarını söyledi.

Onat, konuşmasını Müslümanların soruna yaklaşımının nasıl olması gerektiği noktasında tespit ve önerilerle tamamladı. Bu bağlamda özet olarak şu vurgular öne çıktı:

  • Dilin değeri, temel bir iletişim aracı olmasıdır.

  • Ulus-devlet ve ulusçuluk boğazlaşmanın temel nedenidir.

  • Müslümanların soruna ilgisizliği iddiasındaki genellemecilik gözden ırak tutulmamalı. Müslümanların yetersizliği İslami hareketin gücü ile orantılı olarak tekrar muhasebe edilmeli. Ve sınırlı çapta da olsa Müslümanların kadro bazında soruna karşı teorik olarak net olduklarının altı çizilmelidir.

  • Bölge halkının konuştuğu dil ile ona gidilmeli, kendi içlerinden olunmalı. "Kürt Müslümanlar"ın bu formu dikkate alan bir örgütleme modeli oluşturmaları metodolojik bir olgu olarak denenebilir/di. Ama yerelliğe tutsak olmadan ve tersinden ulusçuluk riskine dikkat ederek…

  • Kuşatıcı bir dil ve hareket geliştirmek, sorunun birini diğerine ötelememek gerek.

  • Kürt İmamlar Konseyi vb. her türlü eklektik-sığınmacı tutum reddedilmeli.

  • Geç kalınmışlığın alternatifinin PKK'yi ya da siyasal plandaki uzantılarını desteklemek, şemsiyeleri altına girmek olarak anlaşılıp anlaşılmadığı netleştirilmeli. "Müslümanların geç kaldığı" iddiasının alternatifi Kürdistan'a gidip Kürdistan bayrağını sallamak şeklinde sunulmamalı.

***

İkinci konuşmacı olarak söz alan Serdar Bülent Yılmaz, öncelikle Kürt sorununa kaynaklık eden zemini ve bu zemin içerisinde gelişen Kürt ulusal hareketine yoğunlaşarak hareketin Diyarbakır Zindanının sonucu olduğu yaklaşımını mercek altına aldı.

Bu bağlamda 1980'lere gelmeden önce de ortada güçlü bir Kürt hareketinin varlığının söz konusu olduğunu belirten Yılmaz, bu hareketin özünde ulusalcı ve solcu bir karakter taşıdığını ve gerek örgütlenme gücü gerekse de kitleler üzerindeki etkisi itibariyle kayda değer bir durum arzettiğini ifade etti. Bunu 1930'lu yıllarda başlayan bir milliyetçiliğin yeniden neşvünema bulması olarak kaydeden konuşmacı, daha geriye götürüldüğünde Avrupa'dan gelen milliyetçi dalganın da etkisinden söz edilebileceğini ancak erken zamandaki bu etkinin doğurduğu ulusçu dalgalanmanın halktan yeterince karşılık bulamadığı için marjinal kaldığını söyledi.

Dersim katliamına müteakiben Kürt milliyetçiliğinin ya da milliyetçi hareketin kendisini yeniden oluşturduğunu belirten Yılmaz, bu dönemlerde iç ve dış olay-gelişmelerin daha çok üniversite okuyanlarda tepki oluşturup dar da olsa entelektüel bir silkinişe zemin hazırladığını kaydetti.

Kürt Ulusal Hareketi İçin Önemli Bir Kavşak: Mustafa Muğlalı Olayı

1943 yılındaki Mustafa Muğlalı olayının Kürt milliyetçi hareketi açısından önemli bir kavşak olduğunu belirten Yılmaz, Sivas Kampı vb. diğer bazı örnek olayları zikrederek bütün bunların Kürt milliyetçi hareketini beslediğini ve bunun sonucu olarak Kürtlükle alakalı birçok ulusal örgütlenmenin oluştuğunu söyledi. 1967'de başlayan TİP'in Doğu mitinglerinin de bir diğer önemli kavşak olarak kabul edildiğini belirten konuşmacı, Apo da dahil olmak üzere birçok önde gelen Kürt milliyetçi aydının bu ortamda yetiştiğini kaydetti. Yılmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu dönemde kekeme bir dil var. 'Kürdistan' değil, 'Doğu' deniliyor. 'Doğu sorunu' deniliyor. 'Kürt-Kürdistan' kavramları kullanılmıyor. Doğu mitingleri Kürt milliyetçi hareketleri için en önemli kavşaklardandır. Dil, zaman içerisinde netleşiyor."

Sivas Kampı'nı da irdeleyen Yılmaz, bir devlet uygulaması olarak Sivas Kampı projesinin ters teptiğini ve milliyetçi hareketlerin çoğu öncüsünün burada yetiştiğini söyledi.

1970'li yılları Kürt ulusal hareketinin Türkiye Solu'ndan ve birbirinden ayrışma süreci olarak ele alan konuşmacı, DDK'dan KUK'un, KUK'tan Maoist KAVA örgütünün, Apocular'dan Beş Parçacılar'ın ayrıldığını belirterek sürekli iç tartışmaların yaşandığını ve her bölünmenin isimler düzeyinde artış meydana getirdiğini ve Şıvancılar, Rızgarî, Ala Rızgarî, PSK vb. birçok örgütlenmenin de bu iç bölünmelerin ürünü olduğunu söyledi.

1980'lere gelinene kadar Kürt milliyetçiliği açısından çok hızlı bir hareketliliğin varlığından söz edilebileceğini belirten konuşmacı "PKK'nin de kökü burada… Bütün bunları tahrik eden esas unsur ise devletin baskı ve inkâr politikalarıdır." dedi.

Yılmaz, devletin baskı ve şiddet uygulamalarının milliyetçi harekete süreklilik kazandırarak süreç içerisinde kitleleşmesini sağladığını ifade etti. Bu meyanda Kürt ulusal hareketini ve PKK'yi kitleleştiren sosyolojik zeminle ilgili sözlerini şu değerlendirmeyle noktaladı:

"Kitleleşme sonucunda 90'larda HEP-DEP oluştu. Daha önce de Kürt milliyetçileri bağımsız milletvekili adayı olup seçilebiliyorlardı, kitleleşebiliyorlardı. Ve bu en temelde sosyalizme verilen bir destek değildi. Kürt halkı kendisine özgüven katacak, egemenlerden hesap soracak insanlara hep özlem duymuştur."

Diyarbakır Zindanı Gerçeği ve Kürt Ulusal Hareketinin Gelişimindeki Rolü

Müteakiben konuyla doğrudan ilgili olarak Diyarbakır Zindanı ve Kürt ulusal hareketinin oluşumu ve gelişimi üzerindeki etkisi meselesine yoğunlaşan Yılmaz özetle şunları kaydetti:

"Bu tez öncelikle büyük zulümlere karşı büyük bir direnişin örneği olarak veriliyor. Diyarbakır Zindanının açık bir vahşet olduğu kesin bir gerçektir. Diyarbakır direnişi vurgusu ise realitesini, rasyonalitesini aşmış, propagandaya, abartıya dönüşmüştür. Gerçekliği denildiği kadar yoktur. Örgüt söylemi Mazlum Doğan'ın eylemini iyi kullanmıştır. Hakeza 'Dörtler'in kendini yakma ve Kemal Pir ile arkadaşlarının ölüm orucu eylemlerini de… 'Direniş' bunlardan ibarettir. Ölüm orucunun toplam kaybı ise 4 kişidir. Diyarbakır Zindanında yaşananları kimse tahfif edemez ancak bunlar örgütün dilinde propagandif olarak destansı direniş söylemine dönüşmüştür. Direniş eylemleri iddiasına da çekince koyan PKK dışındaki başka Kürt milliyetçileri var. Buna göre direniş olsa bile bu, olsa olsa sansasyonel direniştir. Bu söylem PKK'nin kitleselleşmesi için kullanılmıştır."

PKK'nin kendine meşru referans ve kökler oluşturmak için kullanageldiği Diyarbakır Zindanındaki direniş örnekleri ile ilgili olarak dönemi yaşayan PKK dışındaki diğer Kürt milliyetçisi kişi ve kesimlerin konuyla ilgili yaklaşımlarını irdeleyen Yılmaz, bunları şu kategorilerde özetledi:

  • PKK'nin çözülüşü ve liderinin istismarlarına tepki olarak yapılan eylemler olduğu yönündeki açıklama.

  • Doğal olarak korkunun ve güçsüzlüğün sürüklediği bir kurtuluş eğilimi.

  • Diğer bazıları koğuşlarda PKK koğuş sorumlularının susturma, baskı ve işkence uyguladıklarını söyleyebiliyorlar.

  • Bir grup da koğuş sorumlularının itirafçılar olduğunu kaydediyor.

Sonuç olarak bu iddialarda subjektiflik oranının yüksekliğinin göz önünde bulundurulmasının önemini vurgulayan konuşmacı, "Diyarbakır Zindanı özde direnişin değil çözülmenin, kokuşmanın, dramın adıdır. Nitekim asıl direniş-silkinme tarihi 1983 olarak kabul ediliyor." değerlendirmesinde bulundu.

Diyarbakır Zindanı mı PKK'yi Doğurdu?

"Komplocu yaklaşımlar bize bir şey kazandırmaz. 'Devlet mi PKK'yi kurdu?' sorusu anlamsız. Sosyolojik zeminde liderlik boşluğu yaşayan bir kitle var. Öfkeli bir kitle ve dolayısıyla bu, olgunlaşmış milliyetçiliklere ortam hazırladı." diyen Yılmaz, PKK ile ilgili değerlendirmesini özetle şöyle sürdürdü:

"PKK kendini oluştururken eylemlilik temeline vurgu yapıyor. Girilip çıkılmış legal örgütlenmelerin fayda getirmemesi bunda rol oynuyor. 12 Eylül darbesinden önce de güçlüydü ki nitekim Mardin, Bingöl, Batman vb. bölgelerde köyler ve aşiretler düzeyinde güçlü bir örgütlenmesi vardı. 12 Eylül'de PKK gözaltıları diğer örgütlere oranla 4 kat daha fazla. Bu, az buz bir örgütlülük değil… Devlet kadar, devletin yıkılışı ve Kürt sorununun çözümünü sosyalist devrime erteleyen Marksist gruplarla da savaşılacağı vurgulanmış ve bütün bunlar için güç olma merkeze alınmıştır. 80 öncesi de Kürt örgütlenmeleri silahlıydı. PKK beşinci büyük silahlı grup... 80 darbesinden önce Suriye'ye çıkanlar var. Bunlar Beka'da silahlı eğitim görüyorlar. PKK, İsrail'e karşı Filistinli grupların yanında yer aldığı için Suriye'den destek alan en büyük ve avantajlı Kürt hareketi olmuş."

PKK'nin Kitleleşmesi: Devletin "Terör"e Karşı Terör Politikası

PKK'nin yükselişinin nedenlerini de irdeleyen Yılmaz, 12 Eylül darbesine müteakip birçok insanın dağa ve diğer bazılarının da Avrupa'ya çıkmak durumunda kaldığına dikkat çekerek "Öfkenin yöneldiği bir adres olmalı ve bu da PKK idi. Sistemin tüm baskı ve inkâr politikaları tersinden PKK'yi besledi, ona rağbeti artırdı." dedi.

Bir diğer faktörün de PKK'nin ilk eylemlerinin tarzı ve zamanlaması olduğunu söyleyen Yılmaz, "2. Kongre'ye müteakip örgüt, 84'te Güney Kürdistan'a geçmiş. 84 dikkat çekici bir tarih... Devlet darbe ve demir yumrukla herkesi sindirmişken yapılan Şırnak ve Eruh baskınları oldukça iyi tasarlanmış ve sonrasında propaganda iyi yapılmıştır. Devletin en sert görüldüğü bir anda örgüt bu eylemleriyle devletin zayıflığını ispatlıyor ve bu yolla da halkın algısını değiştirip kendisine talebi arttırıyor."

Yılmaz, PKK'nin kitleleşmesini sağlayan bir diğer faktörün de ilk toplu mezar olan Newala Kasaba'nın ortaya çıkması örneğinde görüldüğü gibi devletin "terör"e karşı izlediği terör politikası olarak saptadı.

Yılmaz, konuşmasını şu vurgularla tamamladı:

"Kürt sorununu Diyarbakır Zindanına bağlarsak devletin yüzyıllık kusurunu getirip Oktay Yıldıray diye bir günah keçisi oluşturur, 1980'lere indirgeriz. Bu, bir devlet söylemidir ve devleti temize çıkarır. Diyarbakır Zindanı Mamak, Metris vb. oranla çok daha onur kırıcıdır ama doğurduğu sonuçlar abartılmaktadır."

***

Akşam namazı için verilen araya müteakip panel soru-cevap faslıyla devam etti. Gerek yazılı gerekse de sözlü olarak dinleyicilerden gelen birçok sorunun konuşmacılar tarafından değerlendirildiği bu bölümde, Kürt sorununun dünü, bugünü ve yarınıyla alakalı olarak birçok vurgu öne çıktı. Çeşitli sorulara bağlı olarak öne çıkan vurgular özet olarak şunlardı:

Mesut Onat:

  • Muhtemel bir Kürt devletinin değeri İslam'la kuracağı ilişki biçimiyle orantılıdır.

  • Şahitlik, tekkelere kapanmayı değil aktif eylemliliği gerektirir.

  • AK Parti sistem içi bir partidir. Müslümanlar AK Parti'nin arka bahçesi olmak üzerinden rol kapma yarışında mıdır? AK Parti'nin açılım politikaları kırılma noktasıdır. Statükonun kırılmalarını değerlendirmemiz AK Parti'nin arka bahçesi olarak değerlendirilmemelidir.

  • AK Parti çok şey yapmıştır ama anadille eğitim, ant dayatmasından milli güvenlik derslerinin kaldırılmasına değin hiçbir şey yapmamıştır. Anadille eğitim çok temel bir meseledir. Anadille eğitim olmadığında bugün diller varlığını sürdüremiyorlar.

  • Hakları almak önemlidir ama sorun bununla bitmiyor. Ulus projesi olduğu gibi duruyor. Mustafa Kemal'in putları duruyor. Kürt sorunu sistemi bir şeyler yapmaya icbar etmiştir.

  • Ulusçuluğu Kürtçüler de Türkçüler de dayatıyor. Direnerek, şahitliğimizi amele dökerek tavır alabilir ve gücümüz oranında aşabiliriz.

  • Gücümüzü göz önünde tutmayan eleştirilere pirim vermemeliyiz.

Musa Üzer:

  • Müslümanların ilgisini Filistin vs. ile kıyaslama ve Müslümanları buradan vurmadan gına geldi. Bunu kendi iç meselemiz olarak konuşmalı ama buradaki propaganda göz ardı edilmemeli ve PKK etkisi unutulmamalı.

  • PKK de devlet de ideolojiktir ve ideolojik rekabet içerisindedir. Müslümanlara dönük yüzünün aynı olduğu unutulmamalı.

S. Bülent Yılmaz:

  • BDP'nin sistem dışı bir parti olduğu su götürür. Sistemi nasıl algıladığınıza bağlı. Türkçülük tanımı esas alınıyorsa bu doğru ama sistem bundan ibaret değil. Laiklik, sekülerlik, militarizm vb. ideolojik diğer boyutları-ortak özellikleri dikkate alınırsa bu iddia doğru kabul edilemez. Öcalan'ın bugüne kadar Kemalist sistemi ve M. Kemal'i eleştiren dili ile kendisi dışındakileri eleştiren dili arasında çok belirgin fark var. "Şeyh Said ayaklanması olmasa, M. Kemal'e bağlı kalınsa Kürt sorununun olmayacağı" iddiası unutulmamalı. Kemalizm'i eleştirmemiştir, Türkçülüğü eleştirmiştir.

  • "PKK-BDP sisteme karşı mazlum-mağdur durumdadır; o halde yanında olmalıyız!" söylemi Müslümanların tutumu olamaz. Mazluma destek onun ideolojisini görmezden gelmeyi, teslim olmayı gerektirmez. Bu hassasiyetle oluşan empati bugün gelinen noktada sempatiye ve giderek de tarafgirliğe dönüşmüştür.

  • Sivil Cuma iddiası: Cumanın sivil olması öncelikle imamın sivil olmasını, militarist bir örgütten bağımsızlığını gerektirir!

  • BDP hegemonyasına karşı tavır: Bizler şahitliğimizi yapmalı, toplumu dönüştürmeye çalışmalıyız.

  • Mazlumun mazlumiyetini yeterince savunamamanın getirdiği boşluğu PKK doldurmuştur, evet ama "Müslüman Kürt halkı" vurgusu da tartışmalıdır. "Müslüman Kürt halkı"nın önemli bir kısmı sekülerleşmişken, önemli bir diğer kısmı da eklektik-muharref bir din anlayışına sahiptir. Kürdistan halkı terkibi de Kürt sorunu da biçim değiştirmiştir. Madalyonun bir yüzünde eksikliğimiz varsa diğer yüzünde de Müslüman Kürt halkının eklektik din anlayışı vardır. Bunları birlikte düşünmek gerek!

  • Tasfiye söylemi PKK dışı örgütlerce dillendiriliyor ama bu pek de hakikati yansıtmamakta. Bu bir zamanlar vardı ama çatışma süreçlerinde PKK'nin gücü ile boy ölçüşememiş, ayrıca nitelik ve kitlesellik açısından da orantılı değildir. Kürt ulusal hareketinin iç tartışmaları yoğundu, bölünerek çoğalıyordu, darbe zayıflattı ve bu çözülme halini PKK'nin yükselişi de derinleştirdi. Tasfiye söylemi yerine bu söylem daha makul.

  • Her dil fonksiyonel olduğu oranda önemlidir. Talebi yoksa zorlamayla var olamaz. Kürtçe özellikle de bölgedeki İslami oluşumlar için önemlidir, herkesin bir yerden az-çok öğrenmeye çalışması gerekir. Süreç içerisinde temel önceliklerimiz alanında mesafe katettikten sonra bu alanda kurumsal ölçekte yapılacak her şeyin dil alanında yaşanan sekülerleştirici etkileri ıslah etme potansiyeli de var. Ancak dili her şey ilan eden, onu tabuya dönüştüren yaygın sapmanın da bilincinde olunmalı.

  • Anayasal eşitlik, çoğulculuk vb. söylemler çok yaygın… Bu, sekülerleşme, laikleşme, liberalleştirici ve milliyetçileştirici bir alana kaymaya götürme riski çok yüksek bir dildir. Olayın İslami kimlik ve inşa yönünü ıskalayan boyutuna dikkat etmeli.

  • Gülen hareketinin soruna yaklaşımı pragmatisttir. Düzenin değişimine hızlı ayak uydurdular ve başarılı bir hazırlık yaptılar. Ancak özünde bir değişimden yoksun olduğundan pek kalıcı görünmüyor. Ayrıca adalet ve samimiyetten yoksun olduğundan sıkıntılı… Cemaatin Kürtçe açılımları Samanyolu TV'deki "Tek Türkiye" vb. diziler ve programlar ile kıyaslandığında ikircikli bir tutumu yansıtıyor.

  • PKK gibi bir örgüt dış güçlerin her zaman çekim alanındadır. Amerika ile ilişkisi zikzaklıdır. Öcalan'ın pragmatist söylemleri bazen Amerikancı iken bazen karşıtı olabiliyor. AK Parti'nin komşularla sıfır sorun politikası örgütün dış güçler açısından avantajını da azaltıyor.

  • Adalet ile milliyetçilik sarkacında tutum belirlemede zorluklar var. Kürt sorununda gelinen noktada milliyetçiliğin sınırlarına yanaşmadan mustazaflaştırılmış bir halkın haklarının mücadelesini veriyoruz. Ama bu dengeyi sağlamak herkes için mümkün olmuyor. Anadil konusu temel bir haktır ancak Kürt dili ile ilgili olarak kurumsal ölçekte bir şeyler yapamıyor oluşumuz gücümüz ve önceliklerimizle alakalı bir durumdur. İlkelerle ilgili değil… Gücümüz olsa belki de dil alanında yaşanan sekülerleştirme çalışmalarını ıslah edici bir çaba da ortaya konulur.

  • Adem-i merkeziyet ve özerklik kavramı idari-teknik bir kavram iken "demokratik özerklik" ideolojik bir kavramdır ve toplum mühendisliği üzerinden bir PKK toplumu inşa etmeye yöneliktir. Öcalan'ın bahsettiği şey komünal bir anarşist toplum modelidir. "Demokratik özerklik" ifadesi aynı zamanda silahı bırakmış bir PKK devletidir. M. Kemal'in bir zamanlar dindar kitleleri yanına çekerek yaptığının aynısı… Özerkliğe evet ama "demokratik özerkliğe" ve PKK devletine hayır!

Haşim Ay / Haksöz-Haber

Önceki ve Sonraki Haberler