Ümraniye'de "Fıkıh Usulü" Konuşuldu

Ümraniye'de "Fıkıh Usulü" Konuşuldu

Özgür-Der Ümraniye Şubesinde bu hafta “Fıkıh Usulünün Doğuşu ve Pratik Fıkıh İhtiyacı” konusu konuşuldu.

Programın sunumunu yapan Sıddık Beyazyüz, özellikle Tevbe suresi 122. ayet bağlamında fıkhın veya tefakkuhun önemi, amacı ve farziyeti üzerinde durdu. Fıkhın diğer medeniyetlerle karşılaştırarak sözlerine başlayan Beyazyüz, programda özetle şunlardan bahsetti:

Konumuz itibariyle 12-13 yüzyıllık bir müktesebattan bahsedeceğiz, bu bağlamda çerçevemiz ve içerdiği konular oldukça geniş. Daha çok geleneksel fıkıh anlayışının eleştirisi ile günümüz fıkhından bahsetmeye çalışacağım. Dünya üzerinde nasıl ki Yunan Medeniyeti felsefesi ile Roma Medeniyeti savaş stratejileri ile anılıyorsa İslam Medeniyeti de fıkhı ile anılmaktadır. Tabii kıyas yapılacak olursa diğer iki medeniyet hem kaynak, hem de metodoloji bakımından İslam fıkhından oldukça geridir.

Tecrübelere dayanarak, taş üstüne taş koyarak günümüze kadar ulaşmış olan İslam fıkhına üç farklı yaklaşım vardır.

1. Toptan Reddedenler: bu yaklaşımı tarihselcilerle ve modernistler savunmaktadır. İşin doğrusu toptan reddetme ve kökünden kopuk, anlamsız yeni şeyler ortaya atanları uzun uzadıya konuşmayı doğru bulmuyorum. Bu sebeple konumda bunlardan çokça söz etmeyi doğru bulmadım.

2. Toptan Kabul Edenler: bu yaklaşımı da gelenekselciler savunmaktadır. Bu yaklaşıma mensup olanlar, selefin neredeyse tamamının muttaki insanlardan oluştuğu tezinden yola çıkarak onlardan her geleni makbul görmüşlerdir. Elbette ki Müslümanlara hüsnü zanla yaklaşmak gerekir fakat Müslüman olmak her şeyin doğrusunu yapmak, en doğruyu düşünmek anlamlarına gelmemektedir. Tarihte içtihad kapılarının kapatılmasına ve mezhep holiganlıklarına varan hatalı tasavvurların oluşmasına sebep olan bu anlayış, İslam’a ve İslam fıkhına zararlar vermiştir.

3. Sorgulayıcı Yaklaşanlar: tevhid ve ıslah çizgisi olanların savunduğu yaklaşımdır. Tefakkuh eden, sentez ve analiz yapabilen, dengeli, kuşatıcı Müslümanların oluşturduğu hattır. Toptan kabul veya toptan reddetme kompleksinden uzak Kuran ve Sünnetin çizdiği sınırların içerisinde kalan yaklaşımları seçip kabul eden, diğerlerini ise reddedip, içtihad kapısının sonuna kadar açık olduğunu savunan, İslami kimliği ile hayatın içinde var olan bir yaklaşım biçimidir. Ayrıca bu hattın kıyısında dolaşan bilgi birikim sahibi olmakla beraber, tutukluluk gösteren, tabiri caizse denizde ıslanmadan yüzmeye çalışan bir kesimden daha bahsedebiliriz.

Bu yaklaşımlardan sonra bir tanım yapmak gerekirse; dinin kaynaklarından yola çıkarak elde ettiğimiz bilgilerin derin bir anlayışa dönüşerek hayatımıza renk vermesine fıkıh denir. Bu bağlamda fıkıhın bizatihi hayatın kendisi olduğunu ve tevbe 122. ayetten yola çıkarak farz olduğunu unutmamalıyız. Bu farziyetinde bir grup Müslümana ait olmadığı, tüm Müslümanları kapsadığı unutulmamalıdır. Ebu Hanife’nin sahabeler için “Onlar adamsa, bende adamım” demesi, bu farziyeti üstlenme adına güzel bir örnektir.

Fıkhın kaynaklardan yola çıktığını söyledik. Tüm fıkıh kayaklarında Kuran, Sünnet, icma ve kıyas sıralaması vardır. Ne yazık ki ilk iki yaklaşım analiz edildiğinde bu sıralamaya pekte uymadıklarını görmekteyiz. Örneğin bakara 158. ayette Rabbimiz hac esnasında Safa ile Merve arasında say yapmada bir beyis yoktur derken, İmam Şafii, Maliki ve Hanbeli “Allah size safa ve Merve arasında say yapmayı yazdı” hadisinden yola çıkarak bunun farz olduğunu söylemişlerdir. Ebu Hanife ise vacip adında bir tanımlamayla ayet ve hadisin arasını bulmaya çalışıyor. Say için vacip deyip, say yapmamanın da cezasını kurban kesmek olarak belirliyor. Kurban kesme cezasının delili ise bilinmemektedir.

Bu benzeri birçok uygulamada kaynaklara yaklaşım açısında sıkıntılar görmekteyiz. Yine başka bir handikap ise fıkhın ihtiyaçlara binaen ortaya çıktığını tam anlamıyla kavrayamamaktır. Bu bağlamda fıkıh zaman ve mekana bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaçlara verilen cevap veya sorunlara yaklaşım, kafa yorma ve düşünme işlemidir. Ki insanı diğer varlıklardan ayıran en temel özellik düşünmesidir. Tabii düşünmek için bilgi sahibi olmanın şart olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Yani bilgisiz bir şekilde fıkıh üretimi veya içtihadta bulunma söz konusu olamaz. Bu bağlamda fıkıh zihinsel bir uğraş değildir.

Fıkhın bir diğer özelliği ise sadece insanlara özgü olmasıdır. Haşa Allah için fakih denemez, çünkü fakih olabilmek için bir çaba gerekir ama Rabbimiz çaba ile bir şeyi elde etmez.

Tafakkuhun Şartları ve Ölçüsü

Adım adım fıkhı elde etme ameliyesine tefakkuh denir. Tefakkuh edebilmenin şartlarını ve sınırlarını şöyle sıralayabiliriz:

- Zihnin müsait olması yani akıl sağlığının yerinde olması

- Dünyevi beklentilerden, ticari kaygılardan uzak olunması gerekir

- İman olmalıdır. İmansız olanların din adına konuşması söz konusu değildir.

- Allah’ı Kuran’da anlatıldığı gibi kavramak gerekir.

- Kişinin adil olması ve olayı içselleştirmesi gerekir.

- Bilmediği bir şey hakkında yorum yapmaması gerekir.

- Toplumu dikkate alarak, uygulamaları tedricen yerine getirmesi gerekir.

- Siyasi anlamda mutlak hüküm koyanın Allah olduğu bilinmeli ve uygulanmalı

- İktisadi anlamda mutlak sahibin Allah olduğu bilinmeli ve buna göre adımlar atılmalı

Peygamber, Sahabe ve Tabiun Döneminde Fıkıh

Peygamber Efendimiz hayatta iken tüm sorularla bizzat kendisi muhattap olduğu için fıkhi herhangi bir sıkıntı söz konusu değildi. Sahabe dönemine ait içtihadın özelliklerini ise şöyle sıralayabiliriz:

- Ashabın bütünü içtihad yapmazdı.

- İçtihad teşvik gören bir ameliyedir.

- İçtihadları şuraya sunma kabul görülmüş bir uygulamadır.

- Bir probleme çözüm bulma isteğine bağlıdır.

Tabiun ve sonrası döneme geldiğimizde fıkıh anlayışında bir çatlama yaşandığını görmekteyiz. İlk iki asırda düşünme olarak karşımıza çıkan fıkıh, sonraki dönemler kurallar bütünü gibi bir hala dönüşmektedir. Kural bütünü olması da içtihad kapılarının kapanmasına sebep olmaktadır.

Sonuç olarak Müslümanlar kıyamete kadar tefakkuh etmek zorundadırlar. Yani düşünmek, kafa yormak, sorunlara Kuran ve ameli sünnet çerçevesinde cevaplar aramak ve Kuran ve Sünnete bağlı olan fıkıh anlayışını insanlara taşımak zorundadırlar. Fıkıh formülize edilemez. Formülize etmek bizatihi fıkhı daraltmak anlamına gelmektedir. Fıkhın İslam medeniyetinin geliştirdiği bir miras olduğu bilinmeli ve gereken önem gösterilmelidir. Bu mirası yok sayamayacağımız gibi, toptan kabul etmemizde söz konusu olamaz. Kuran ve sünnet çerçevesinde seçici davranmalı ve konu hakkında insaflı yaklaşımlarda bulunmalıyız.

Haksöz Haber

img_0415[1].jpg

img_0417[1].20120306190012.jpg 

Önceki ve Sonraki Haberler