Ümraniye'de Suriye İntifadası Paneli

Ümraniye'de Suriye İntifadası Paneli

Ümraniye Özgür-Der’in aylık panellerinin bu ayki konusu “1. yılında Suriye direnişi”ydi.

Sebahattin Zaim Kültür Merkezi’nde Fevzi Zakiroğlu, Ahmet Varol, Bülent Şahin Erdeğer’in katılımıyla 17 Mart tarihinde gerçekleşen panelin moderatörlüğünü Kenan Alpay yaptı.

Suriye meselesinin Müslümanlar içinde bir kesimin zalimlerle bir arada durmasına neden olduğuna değinerek söze başlayan Kenan Alpay, bu açıdan Suriye’nin sıkıntılı bir sürecin başlangıç noktası sayılabileceğini söyleyerek şöyle devam etti:

“Müslümanlar asıl itibariyle mazlumların değil zalimlerin sorgulanmasına dair bir tavır geliştirmişlerdir. Musa a.s gönderildiğinde öncelikle Firavunu uyarması emredilmiştir. Aslında İsrailoğulları’nın kendisi de tevhid ve adaletle, şefkat ve merhametle tanışmış bir topluluk değildi. Evet, baskı ve zulüm altındalardı ama hak yolda değillerdi. Musa a.s İsrailoğulları topluluğunu firavun zulmünden kurtarmak ve o toplumla Allah arasındaki engelleri kaldırmak gibi bir misyonu vardı. Tüm peygamberlerin siyaset biçimlerinden yola çıkarak toplumsal adaleti, değişimi savunurken öncelikle baştan başlanması gerektiğini görüyoruz.

Suriye meselesinde sol ve ulusalcı kanadın Müslümanlara yönelik ithamları malum. En radikalinden en ılımlısına kadar Amerikancı, Natocu, işbirlikçi gibi sıfatlarla anılabiliyor. Usame bin Ladin de Fethullah Gülen Hareketi de de İhvanı Müslimin de Taliban da Amerikan ajanı sayılabiliyor. Geriye kalan Kemalist, ulusal, sol ne kadar unsur varsa anti-emperyalist, anti-kapitalist, hakkın adaletin yegane temsilcisi gibi lanse edilmektedir. Bu yaklaşım Müslümanları küçük düşürmek, yaftalamak amaçlı yapılmıştır, zaten bunun dışında bir değerlendirme bir Müslüman için düşünülemez. Bizi asıl üzen, ciddiye aldığımız başka Müslüman cemaatlerden aynı şeyleri duymaktır.

Arap baharı diye bilinen süreçte birileri bu işin merkezinde ABD’nin, Avrupa’nın, İsrail’in olduğunu ileri sürebilecek kadar temelsiz ve zihinleri çelmeye muktedir bir söylem geliştirebildiler. Dayanaklarından biri BOP ve ılımlı İslam projeleriydi. Seçme bilgi, beyan ve belgelere hak ettiğinden fazla değer vererek, o bilgileri ön plana çıkararak bir kamuoyu oluşturulmuştur.”

“Ailesiyle birlikte ölmeyi göze alan insanları dinamize eden unsur nedir? Bir yıllık bir zaman diliminde dokuz bin insanın ölümüne, binlerce insanın yaralanmasına, evinin barkının yıkılmasına rağmen ayakta duran bu direniş iradesi nasıl, ne şekilde, hangi unsurlarla motive edilmektedir? ” diye soran Alpay dünyalık bir çıkar uğruna bu tavrın korunamayacağını yeniden ortaya koydu ve sözü Suriyeli muhaliflerden Fevzi Zakiroğlu’na verdi.

Fevzi Zakiroğlu söze Suriye’nin yakın tarihinin özetinden bahsederek başladı. 1963 yılından beri tek parti diktatörlüğünün devam ettiği Suriye’de 70 yılında Hafız Esad’ın kendi partisindeki bir ihtilalle başa geçmesiyle Esad döneminin 7 yılda bir göstermelik yapılan seçimlerle devam ettirildiğini, 2000 yılında öldüğünde yerine oğlu Beşşar’ın 15 dakikalık bir anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanlığına seçildiğini anlattı. 79-82 yılları arasında bilhassa Hama, Humus, Halep şehirlerinde olan bir başkaldırı olduğunu ancak 40 ila 70 bin insanın katledilerek ayaklanmanın bastırıldığını hatırlattı. Katliamdan kurtulanların çoğunluğunun da Suriye dışına kaçtığını söyledi. Beşşar’ın reform vaad ederek başa geldiğini anlatan Zakiroğlu, iki yıl içinde tüm vaadlerini unutarak eski sisteme devam ettiğini söyleyerek sözlerine şöyle devam etti:

“Tunus intifadası başladığında herkese kendisine hiçbir şekilde bir şey olamayacağını, halkın kendisini çok sevdiğini ve demokrat bir insan olduğunu söylüyordu. Başta güvenlik güçleri, istihbarat, ordu, polis olmak üzere her tarafı kontrol etmişti. En önemli yerlere kendi mezhebinden, daha önemli yerlere kendi ailesinden insanları yerleştirmişti.

Libya’da ne kadar kanlı olaylar olmuşsa da Suriye gibi değildir. Libya’da ilk başta devrimciler silaha sarıldılar. Güçler eşit değildi ancak karşılıklı bir mücadele oldu. Suriye’deki insanlar barışçıl bir şekilde gösterilere başladılar. 82 tecrübesi ilk etapta silaha sarılmanın rejime koz vermek anlamına geldiğini öğretmişti.

İslamcılar, Müslümanlar bu hareketin neresinde? Suriye halkı ekseriyeti Müslüman insanlardır. %20 civarında gayri-müslim azınlıklar vardır. %8-10 arası Nusayri, %5 civarında Hıristiyan, geri kalanlar da Dürzi, İsmaili, Yezidi gibi dini azınlıklardır. %80in çoğu Arap Sünniler, bir kısmı da Kürt Sünnilerdir. Bunların çoğu dinlerine bağlı insanlardır. İslami camia bu devrime ağırlığını koymuştur. Her Cuma Müslümanlar Cuma namazı çıkışı barışçıl gösteriler yapıyorlardı, hala da bu gösteriler Suriye’nin her tarafında devam ediyor. 1 seneyi geçen devrimin liderliğinin İslami camiadan olduğunu çok emin şekilde söyleyebilirim.” dedi.

Kenan Alpay’ın “İslami camiadan olmayan bir örgütlü hareket var mı?” sorusuna “çok azınlık, Arap milliyetçiliği olanlar, nasıriler ve komünistler var. Toplasanız suriyede yüzde 5-10 u geçmez. “ diye cevap verdi.

Sözü alan Ahmet Varol Tunus’ta halk ayaklanması başladığında diğer Arap ülkelerinde bir tedirginlik başladığından, hepsinin kendilerinin de benzer bir şeyi yaşayıp yaşamayacağından endişe ettiğinden bahsettikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

“Tüm ülkelerin kendilerine göre farklı nedenleri, farklı durumları vardı. Farklı olmayan şey ise karşısındaki halk, halkın kararlılığı, azmi ve özgürlük konusundaki ısrarı. Diktatörlerin farklı olmayan tarafı da hepsinin diktatör, zalim, gaddar olmaları ve insanların özgürlüklerini ellerinden almaları. Bu da diğer tüm farklılıkları önemsiz hale getiriyor. Farklı olmayan sebep Suriye’de baskın çıkacaktır.

Suriye farklıdır diye bakıldığında en önde “Filistin davasının bir stratejik unsurudur” denildi. Diyelim ki öyledir. Bu zulmü haklı kılabilir mi? O kadar kalabalığı topluca katletmek için hak olabilir mi? Filistin’in hatırı için Suriye’deki 20 milyonu atalım mı? Bunlar bizim çöpümüz mü? Filistin halkı da Suriye halkı da değerlidir. Zulme gelince Siyonist rejim bir zulümse Baas rejimi de bir zulümdür.”

Baas zulmünün gitmesi noktasında yerine Filistin davasına Baas’tan daha duyarlı olan Suriye halkının geçeceğinden endişe edilmesinin anlamsızlığına dikkat çekerek asıl meselenin Filistin hassasiyeti değil, başkalarının oradaki hesapları olduğunu vurguladı.

“Şam beldesini kontrol altında tutan bölgeyi kontrol altında tutar, bölgeyi kontrol altında tutan İslam alemini kontrol altında tutar anlayışından yola çıkanlar “bu adamlar giderse acaba yerine geleceklerle bizim hesaplarımız tutacak mı?” endişesiyle zulüm rejimine destek verdi. Sadece Tahran değil, arkasında da Rusya var.

Bütün stratejinizi bu Baas rejimi üzerine kurmuşsunuz, gelin bunu değiştirelim. Baas üzerine değil de Baas sonrası üzerine bir hesap yapalım. O zaman siz karlı çıkarsınız, bu rejim çöküp gidecek.

Maalesef Baas’ı kaybetmemek için İslam alemini kaybetti bu adamlar. Beni kaybetti mesela. “İran’ın politikası bizim için önemlidir, menfaatleri bir yerde bizim için önemlidir, hatırı olduğu yerde zaten yanında yer alırız, Hizbullah’ın yanında her zaman yer alırız.” derdim. Ama kalkıp da Baas zulmü ile aynı safta yer alırsa niye destekleyeyim? Siyonist zulüm ile Baas’ı yan yana koyduğumuzda bir fark oluyor mu? Zulüm zulümdür. “Bu zalim bana geçmişte iyilik etmişti” denir mi?

“Bugünkü İran’ın siyasetini anlayabilmek için Kehf suresini okuyun” deniliyor. Ben o sureyi okuyorum zaten. Senin rehber dediğin adam Hızır mıdır? Allah’ın hikmeti ancak vahiy ile açıklanır, vahiy artık bağlayıcıdır. Beni de seni de senin rehberini de bağlar. Bıçaklanan çocukları, ırzına geçilen kadınları Kehf suresiyle açıklayabilir misin? Madem böyle diyorlar ben de tavrımı alırım, mazlumun yanındayım, sen zalimden yanaysan seni zalim ile aynı yere koyarım. Müslüman olmamızın gerektirdiği tavrı her yerde göstermeliyiz.” diyerek sözlerini bitirdi.

Sözü alan Bülent Şahin Erdeğer bir yıldır yaşadıklarının aslında güneşin altında yürürken birinin “gecedeyiz” demesine cevap verilmesi olduğunu söyledi. Türkiye’de asıl yapmamız gerekenin tüm toplumu Filistin meselesinde olduğu gibi bilinçlendirmeye çalışmak olacağı yerde kendi içimizden insanlara enerjimizi harcamak zorunda olduğumuzdan yakındı.

“Torunlarımız bu tarihi okuduklarında, bu kadar açık bir şey nasıl tartışılmış diyecekler.

İran’ın tavrı 79 devriminin ilkelerinde gerçekleştiğini söylememiz imkansız. Çünkü o dönemde 3 temel sloganı öne çıkarmıştı İran halkı. Birincisi “azadi” yani halkın inanç ve fikir özgürlüğünün sağlanması, ikincisi tam bağımsızlık, hem Rus hem ABD emperyalizmine karşı olmak, üçüncüsü ise “hiçbir şart olmaksızın dünyanın tüm mustazaflarını savunmak” ki hala bu anayasa maddesidir.

Geldiğimiz günde İran İslam Devrimi ilkelerinden “İran İslam Cumhuriyeti” yani ulus-devlet ilkelerine dönen bir duruma evrildi.” dedi ve devrim yapıldığında söylenen 3 sloganın da tarihe nasıl karıştığını örnekledi.

“ulus-devlet olarak davranıyor. Çıkarına uygunsa İslamcıları, uygunsa Baas’ı, uygunsa İsrail’i rahatlıkla destekleyebilir.

79 Devriminden sonra Suriye’deki ihvan hareketi İran’daki gibi bir inkılap hedefliyor. Ancak 82’de İran Müslüman halkı desteklemeyince tam ters bir tavır yaşanıyor bu da kırılma ve ayrışmaya sebep oluyor. Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh ile başlayan, şii-sünni yakınlaşması, vahdet çalışmasının yerle bir olduğu bir noktaya gelmiş durumdayız. Ama bölgede yeni bir fitne ve düşmanlık tohumu ekilmiş durumda. Bizim 100 yıllık süreçte Müslümanların birliğiyle ilgili çok çalışmamız gerekecek. Bu insanların şii düşmanı olmasını beklememiz gerekir. Üzerine düşen bombanın üzerinde iran yapımı yazıyor. Önümüzdeki yıllarda yeniden bir şii-sünni çatışması ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi İran ve Hizbullah’ın mezhep çıkarını gözeten tavırlarıdır. Suriye’deki devrim mazlum ile zalimin arasında geçen bir devrimdir, sünni şii olayı değildir.” diyerek sözü yeniden Kenan Alpay’a bıraktı.

Alpay, "Hiç somut bir bilgi olmadan Müslümanlar’ın değerlendirilmesi var ve Müslümanlara yönelik hiçbir bilgi kaynağı olarak atıf yok. Bir kaygı, bir korku bir endişe var Müslümanlar tuzağa düşürülüyor diye. Ancak bu kaygıyı hayat düsturuna getirerek Müslümanları kirletme, karalama kampanyasında kullanmak olmaz. Komplo olmaz anlamında bir söz değil. Mutlaka kafirler, şeytan tuzak kurarlar. Ama Müslümanlar’ın hazır kıta her tuzağa düşmek için beklediğini düşünmek gerçekten çok yanlış bir tercih olur. Oysa bizler Müslümanların sözünü, eylemini kabul edilebilir kaynak olarak görmek, Müslümanları güvenilir bilmek zorundayız. Namaz çıkışında ölümü göze alan Müslümanlar “lebbeyk ya allah” diyen insanlar. Müslüman olmasalar, hepsi İsmaili veya Yezidi de olsalar bu insanların zulme söz söyleme hakkı, karşı çıkma hakkı yok mudur?” cümleleriyle adalet perspektifinin altını çizdi.

İkinci turda sözü alan Zakiroğlu Suriye’deki hareketin sloganlarının, hedeflerinin hiçbir şekilde mezhepsel veya ulusal karakter taşımadığını vurgulayarak konuşmasına başladı.

“İran da bence mezhepçilik yapmamıştır, ulusal menfaati neyse onu yapmıştır. Ancak Suriye halkı da Arap halkları da bunu bu kadar açık anlayamıyor, şii-sünni çatışması olarak algılıyor.” diyerek İran’ın politikalarının mezhep ayrışmasını körükleyebileceğine dikkat çekti ve sözü Ahmet Varol’a bıraktı.

Yüzlerce, binlerce zulmü kanıtlayan videonun, on binlerce mültecinin şahitliğinin yanında bir tane CNN muhabirinin yaptığı yalan haberi gündeme getirenlere sitem eden Varol, bu zulmü örtmenin sadece kendi gözlerini kapamak olduğunu belirtti.

Alpay’ın “Türkiye vatandaşlarının geri dönmesini istedi. Körfez ülkeleri de elçilerini çekmeyi düşünüyor. 2 Nisanda bir toplantı yapılacak. Elçiliğin kapatılması söz konusu. Nereye bu gidiş?” sorusuna ülkelerin nerede durduklarını anlatarak cevap verdi:

“Siyonistler de Baas’ın devamını istiyor. Bir ateş çemberine alındıklarını ifade ediyorlar. Bu bölge bir İslam imparatorluğuna kayıyor diyorlar. Abd ile Rusya’nın buluştuğu nokta Esad’ın kalması. Arap dünyası da Baas’a karşı gibi görünse de Suriye’deki direnişin zafere ulaşacağı konusunda endişe ediyorlar.”

“Dış müdahale mümkün mü değil mi? Kim yapabilir? Olursa sonuçları ne olur? Güvenli bölge, tampon bölge konusunda ne demeliyiz?” sorusuna ise “Abd ve Nato’nun Suriye’ye müdahale planı yoktur. Körfez için de aynı durum söz konusudur. Suriye’ye askeri bir müdahale söz konusu değildir” diyerek cevap verdi. Zakiroğlu da “O kadar çok zulüm yapılıyor ki, katliamlar o boyutlara ulaştı ki… Suriye halkı hala dış müdahaleye karşıdır ancak katliamların durmasını istiyor halk. Ambargo mu diplomatik yollar mı olur tartışılırken 1 yıldır zalim zulmüne devam ediyor. Son günlerde bu yüzden dış müdahale istiyorlar katliamlar durdurulsun diyor. Bu müdahaleyi de ilk başta Arap ülkelerinden bekliyor. Ancak Arap ülkelerinde ne güç ne de istek var. İkinci seçenek olan bilhassa Türkiye’den yardım bekleniyor. Şuna dikkat çekmek gerekir ki askeri müdahalede kast edilen Libya’daki gibi Beşşar’ın bombalanması değil güvenli bölge oluşturulması ve bu bölgenin korunması.” diye ekledi.

Alpay’ın “Hür Suriye Ordusu olarak bildiğimiz bir oluşum var. Bu oluşum kimdir? Kime dayanmaktadır? Başarı gücü, potansiyeli, kaynağı, İslami hareketlerle özellikle ihvanla bağlantısı var mıdır?” sorusuna Erdeğer “barışçıl bir devrim. Temmuz’a kadar hiçbir şekilde silahlı olmayan bir devrim. Çıkıyorsunuz, ölüyorsunuz, gittikçe çok daha fazla ölmeye başlıyorsunuz. Buna rağmen temmuz ayına kadar hiçbir silahlı eylemde bulunulmadı. Özgür suriye ordusu ve özgür subaylar ordusu diye iki örgüt suriye ordusundan kopan insanlardan teşekkül etti. Zaten devrimlerde önce halk çıkar, sonra devlet kademelerinde ayrışma yaşanır ve sonra dayanamazsa diktatörlük göçer. “biz sivilleri korumakla görevliyiz” diyorlardı. Katliamların gittikçe artmasıyla birlikte saldırılarda da bulunmaya başladılar. Dışarıdaki resmi Suriye muhalefeti ile bir görüşme yapıldı ve saldırı yapılmaması kararı alındı. Artık sadece mültecileri koruyor, göstericileri koruyor. Bugünlerde idlib sınırından kaçanların arkasından ateş ediyorlar, bunları Özgür Suriye Ordusu korumaya çalışıyor.”

Özellikle medyadaki dezenformasyonun üzerinde duran Erdeğer konuyla ilgili birçok örnek vererek bazı odakların konuyu nasıl saptırdığına, yalan yanlış haberler ürettiğine vurgu yaparak ekledi: “Bir hatalı haber 85 bin şahitliği sınırlayamaz. Öyle olsaydı içinde yanlış haberler de var diyerek bizim bütün sünneti reddetmemiz gerekirdi.”

Pazar günü Beyazıt Meydanı’nda yapılacak eylem hatırlatıldıktan sonra soru-cevaplarla oturum sona erdi.

İSMAİL YAVUZ / HAKSÖZ-HABER

umraniye-20120317-01.jpg 

Önceki ve Sonraki Haberler