Akhisar'da 'İ'sar' Kavramı İşlendi

Akhisar'da 'İ'sar' Kavramı İşlendi

Akhisar Özgür-Der Şubesi'nde Zeycan Karaboğa'nın sunumuyla İ'sar kavramı işlendi.

Özgür-Der Akhisar Şubesi'nce bayanlara yönelik olarak düzenlenen seminer programlarının dördüncüsü bugün gerçekleştirildi." İ'sar kavramı/Mümin kardeşini kendine tercih etmek"başlığını taşıyan konuyu,Akhisar Özgür-Der'den Zeycan Karaboğa anlattı.Kur'an tilavetiyle başladığı programına," İ'sar "kavramının anlam sahasından bahsederek devam eden konuşmacı,sunumunda özetle şunları anlattı:

"Müştaklarıyla birlikte Kur’an’ın beş ayetinde geçen isâr kavramı; iki şeyden birini diğerine tercih etmek, üstün tutmak anlamına gelir. İki ayette isâr‘dünya hayatını ahirete tercih etmek’ anlamında olumsuz bir bağlamda geçmiştir. Kafirler dünyayı, mü’minler ise ahireti isâr ederler.

Medineli Müslümanlar olan Ensâr’la birlikte terimleştikten sonra, artık isâr, tamamıyla olumlu bir tutuma işaret eder olmuştur.

Kelime anlamıyla terim anlamı arasında ilgiyi şu formülle kurmak mümkündür: Her isâr bir tercihtir; fakat her tercih bir isâr değildir.

Üç ayette ise olumlu, erdemli tavır olarak, tüm insanlığa örnek gösterilen isâr’ın terim anlamını yakalamak mümkündür. Bu ayetlerden biri Yusuf Peygambere, biri Musa Peygambere iman eden ilk ve öncü mü’minlerle ilgilidir. Üçüncüsü ise Muhacirîn’e kucak açan Medineli mü’minlerle ilgilidir.

İsâr’ın olumlu ahlaki bir tutum olarak ne anlama geldiğini tam olarak anlayabilmek için bu üç alana daha yakından bakmak gerekmektedir.

1. Yüce Allah’ın Yusuf’u İsâr’ı

Ahlaki bir fazilet olan isâr, bir ayette, ‘Yusuf Peygamberin Yüce Allah tarafından seçilip kardeşlerine ve kendi çağındaki insanlardan üstün kılınması’ bağlamında yer almaktadır. (Yusuf, 12/91)

Önce haksız yere atıldığı kuyudan, sonra da masum olarak girdiği hapishaneden çıkıp Mısır’a sultan olması, Yüce Rabbimizin tercihi ile olmuştur. Her şeyin takdiri kendisine ait olan Allah Teala, onu kardeşlerine ve âlemlere üstün kılmıştır. Yusuf Peygamber kıssası bağlamında ifade edersekisâr; tağutların hükümlerini değil Allah’ın hükümlerini, şeytani güçlerin ahlakını değil vahiy ahlakını tercih etmektir. Yani Allah’ı tercih etmektir. Allah’ı tercih edeni Allah da tercih edecektir. Bu bir sünnetullah’tır.

Bilindiği gibi, Yüce Allah kullarını darlıkla da bollukla da imtihan etmektedir. Yusuf Peygamberin hayatında hem darlık hem de bulluk vardır. O anneden babadan ayrı yaşamak zorunda kalmış, başına gelen zor ve meşakkatli sınavları, bir peygambere yakışan metanet ve sabırla karşılamış, meşru olmayan yollardan zengin ve muktedir olmayı düşünmemiştir. Dünyanın geçici nimetlerini ebedi zannetme gafletine düşmemiş, Allah ile olan iman ahdini hiç bozmamıştır.

Yusuf Peygamberin bir imtihanı da şehvetle olmuştur. O, kalbini hiçbir zaman eğriltmemiştir. Mesela, bekâr olduğu halde, cazibe ve güzelliğini ortaya koymasına rağmen, güzel ve itibarlı bir kadının ahlaksız teklifine “hayır” diyebilmiştir.

Yusuf Peygamber geçici dünyevi menfaatleri, anlık zevkleri değil, iffeti ve ebedi saadeti tercih etmiştir. Onun örnek hayatının beyan edildiği kıssa, konumuz bağlamında ifade edersek, kıyamete kadar yaşayacak mü’minlere şunu da söylemeye devam edecektir: İsâr şehveti değil, iffeti tercih etmektir.

Yusuf’un bir başka tercihi de ‘af’tan yana olmuştur. Vahiy ahlakında affın intikama önceliği vardır. Kardeşlerinin geçmişteki haksızlıklarına rağmen, masumiyetini dosta-düşmana ilan ettikten sonra, onları affetmeyi tercih etmiştir.4

O, Allah’ı ve O’nun çizdiği sınırları tercih etmiş, Allah Teala da onu tercih ederek güzel bir örnek olarak Kur’an’da anmıştır: Allah Yusuf’u, Yusuf da Allah’ı isâr etmiştir.

Bu örnek hayattan çıkarılacak hikmetli sonuçlardan birisi de, konumuz bağlamında, şu ilke olabilir: Kim Allah’ı tercih ederse, Allah da o’nu tercih edecektir. Allah’ın isâr’ı Yusuf gibi davrananlar içindir ve O’nun isâr ettiğini kimse dize getiremez, onun sırtı yere gelmez. .

2. Firavun’un Sihirbazlarının Şehadeti İsâr’ı

İsâr’la ilgili Kur’an’aki ayetlerden biri de Taha, 72’dir. Bu ayetin beyanından ve bağlamından anladığımıza göre isâr, Firavun ve onun gibilerin ürettiği sahte değerleri terk ederek, her tür şeytanî pislik olan rucz’den kaçınmaktır. Bu bağlamda, Kur’an’ın karşıt ikişerli beyan yönteminde, isâr ile rucz arasında ters orantı vardır: İmanında samimi olan her mü’min şeytani pislikler anlamındakirucz’den kaçınır, Allah’ın seçip üstün kıldığı imani değerleri tercih eder.

Bunun Kur’an’daki örnek tablolarından biri de Firavun’un sihirbazlarıdır. İlahi mesajla karşılaşmadan önce cahiliyye’ye hizmet eden sihirbazlar, Musa Peygamberin getirdiği ilahi mesaja iman ettikten sonra, Firavun’un temsil ettiği‘geçici çıkarları değil de Allah’ın va’d ettiği ebedi saadeti tercih ettikleri’nden övgüyle söz edilmektedir.

Hz. Musa vahyi tebliğ ettikten sonra, nihai hakikatin ne olduğuna dair kalplerinde yakîn oluşan geçmişin sihirbazları, dönüşü olmayan bir tercihte bulunmuşlardır. Bu tercih, dünyanın geçici nimetlerinden, şeytanın rucz’ünden yana değil; ahiretin ebedi nimetlerinden, ilahi rızadan yana tavır koymaktır.

Daha önce Firavun’un gözdeleri olan bu mü’minler; sihirle vahiy, şirkle tevhid, küfrün karanlığıyla imanın aydınlığı arasında tercihte bulunmuşlardır. Onlar tercihlerini kayıtsız şartsız, şeksiz ve şüphesiz olarak geçici olandan değil, ebedi olandan yana yapmışlardır. Hem de ölümü (şehadeti) bu uğurda göze alan kararlı bir tercih. Gerçekleştirdikleri bu ahlaki hicretle, Allah’ı ve O’nun dininin temsil ettiği değerleri benimsemişlerdir.

Firavun’un bürokratları, gözdeleri -yahut sihirbazları- bu uğurda canlarını ortaya koymuşlar ve şehadet şerbetini içerek kıyamete kadar yaşayacak mü’minlere‘isâr’ın insanlığa örnek bir modelini’ ortaya koymuşlardır.

Bu örnek üzerinde düşündüğümüzde isâr’ın özellikleri şunlardır: İsâr dünyayı değil ahireti, geçici olanı değil ebedi olanı tercih etmektir. Tevhid-şirk, küfr-şükr tercihiyle imtihan edildiğimiz şu dünya çölünde, tercihi tağutların sanal âlemlerinden yana değil, Âlemlerin Rabbinin belirlediği hükümlerden yana yapmaktır.

İsâr,Firavunların geçici iktidarlarına değil, Allah’ın sonsuz mutluluk va’dine doğru hicreti tercih etmektir.

3. Ensâr’ın Muhacirleri İsâr’ı

İsâr’la ilgili Kur’an’daki üçüncü örnek, Ensâr’ın muhacirleri isâr’ıdır. İsâr’ın ne olduğuna ilişkin detayları ve terim anlamını yakalayabileceğimiz asıl alan, asıl eksen de burasıdır.

Yusuf kıssasında nasıl isâr ile şeytani pislikler anlamındaki rucz ters orantılı ise Haşr Suresi’nde geçtiğine göre isâr, nihai felahın/ebedi kurtuluşun bir ön şartı veşuhh ile ters orantılı olarak yer almaktadır. (Haşr, 59/9) Bu durumda ahlaki bir zaaf olan şuhh,rucz’ün hem tefsiri hem de bir tezahürüdür.

Buhl(cimrilik) kişinin bir başkasının elindekini kıskanmasıdır.

Cimriliğin alışkanlık halini alması, daha ileri aşaması, ihtirasın zirvesi olan şuhhise; insan nefsinin olumsuz boyutunda yer alan cimrilik, kıskançlık, hasislik, hırs ve hasetlik huylarının bir hayat tarzı halini alması, herkesin elindekini kıskanmasıdır.5

İsâr mü’min kardeşiyle tüm malını mülkünü paylaşma iradesini temsil ederken,şuhh başkalarının elindeki malı haksız yere yeme isteği, başkalarının mutluluğuna engel olma arzusu, kendisinin olmayan şeyleri kıskanma ve onlara göz dikme aç gözlülüğüdür.

Şuhh’un tedavisi isâr ahlakıdır.İsâr’ın şuhh’un yerine geçmesi için kişinin imanından dolayı Müslüman kardeşine büyük bir sevgi beslemesi gerekir. Üstün bir performans gerektiren bu erdemli işin başarılabilmesi kolay değildir. Kâmil iman sahibi olmak, cahiliyye’nin tüm kirlerinden, değer yargılarından arınmak lazımdır.

Yegâne rabb olarak Allah’a iman ettikten sonra, artık neyin doğru neyin yanlış olduğuna nihai kararı beyan etme hakkını O’na vermiş oluruz. Bir mü’min ettikten sonra, kalbindeki sevme ve nefret etme kriterleri de tümüyle değişime uğrar.“Sevdiğini Allah için sevmek, nefret ettiğinden de Allah için nefret etmek”6mü’minlerin şiarı, alâmetifarikasıdır.

Şuhh,Kerim olan Allah’a iman eden mü’minin kalbinden söküp atması gereken kötü bir huydur. Çünkü cimrilik, hasetlik ve bunların ileri aşaması olan şuhh gibi kötü huyları terk etmedikçe insanın infakta bulunması, hele hele isâr gibi üstün bir salih ameli gerçekleştirebilmesi mümkün değildir.

Şuhhher neftse bulunan fucur’dan, isâr ise takva’dan gücünü alır. Kendini kendine yeterli görme hali olan istiğna, bencilliği, cimriliği, sadece kendisi için yaşama arzularını pekiştirir, önüne geçilemeyecek bir şekilde güçlendirir. Kalplerinin merkezindeki takvayı güçlendiren mü’minler ise imanlarından aldıkları güçle bu bozuklukları ıslah eder, Ensar örneğinde olduğu gibi, istiğnanın güçlü çağrılarına karşı direnebilirler.

Bir hadiste iman ile şuhh’un bir kulun kalbinde toplanamayacağı şöyle ifade edilmiştir:

“Şuhh’dan sakının! Çünkü şuhh sizden evvelkileri helak etti, birbirlerinin kanlarını döktüler, hürmetlerini helal saydılar.”7

Haşr Suresi bağlamında yaptığımız bu karşılaştırmadan sonra isâr’ın temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

Birincisi; mü’min kardeşlerini imanından dolayı sevip kendi menfaatlerinin önünde tutmak, onun yararını kendi yararına tercih etmek, kendisi ihtiyaç halindeyken bile önce kardeşini düşünüp, onun ihtiyaçlarını gidermeye öncelik vermektir.

Peygamberimizden gelen bir hadiste, kendisi için istediğini mü’min kardeşi için istemeyenlerin gerçek mü’min olamayacakları vurgulanmıştır: “Hiç biriniz kendisi için arzu ettiğini, kardeşi için de arzu etmedikçe (kemaliyle) iman etmiş sayılmaz.”8

İkincisi; Allah yolunda harcarken cimrilik etmemek, cömert olmak, Allah için yapılan infaklardan dolayı, içinde herhangi bir sıkıntı, pişmanlık hissi duymamaktır.

Üçüncüsü; kardeşlerinin elde ettiklerini, ellerine geçen dünyevi imkânları hasetlik ederek, şuhh ile kıskanmamaktır.

İsârayetinden çıkarabileceğimiz bu üç temel özellik, muttaki her mü’minde belli oranda, öncü mü’minlerde ise dillere destan olacak şekilde gelişir, büyür ve eşine az rastlanabilecek iman tablolarıyla melekleri bile imrendirir.

Diğer yandan tabiatında -nefsin olumsuz boyutunda- cimrilik, hasetlik, kendini temize çıkarma çabası, aç gözlülük, ihtiras gibi olumsuz özellikler bulunan insanoğlu, bu kötü huylarını ancak ve ancak takvayı güçlendirerek tedavi edebilir, olumsuz etkilerinden kurtulabilir. Takva güçlendirilmeden isâr ahlakının gelişmesi mümkün değildir.

İsâr, Ensârullah’ın -Allah’ın dininin yardımcılarının- üstün ahlaki erdemi ve ahlaki davranışıdır.

Allah’ın vahyine muhatap olan insanlar tavır tutum ve davranışlarına göre üç gruba ayrılırlar:

“Biz bu ilahi vahyi kullarımızdan seçtiklerimize miras olarak bahşettik: Onlardan bazısı zâlim/kendilerine zulmeder; bazısı muktesıd (doğru ile eğri arasında) ara yolu tercih ederler; bir kısmı da sâbikun’dan/Allah’ın izni ile iyilikte başı çekenlerden olur. Bu (ise) en büyük fazilettir.” (Fâtır, 35/32)

Ensâr ve Muhacir bu üç gruptan sâbikûn’a girmektedir. Onlardan isâr yapanlar ilk mü’minlerin öncüleridir. Çünkü isâr her babayiğidin harcı değildir. Kuşkusuz bir iman, üstün bir ahlak, yürekten bir ihlâs ve ebedi saadet vizyonuna sahip olmak gerekir.

Her fedakârlık ve her harcama isâr değildir.Ensâr Muhacirle, Muhacir Ensâr’la anlam kazanır. Ensâr’ın isâr’ını oluk oluk akıtması için, Medine’yi arayan Muhacirler gereklidir. İsâr’ın serbest kalabilmesi için Allah yolunda her şeyi göze alan, varını yoğunu ortaya koyan, kendini yollara vuran Muhacirler lazımdır. Çünküisâr infaktan, zekâttan daha üstün derecelere çıkaran bir salih ameldir.

Üstün bir ahlaki tutum olan isâr, Ensâr’ın büyük başarısıdır. Onlar nihai felah için cimrilik, aç gözlülük, ihtiras gibi kötü huylardan nefslerini arındırmışlardır.

İncelememizde, ortaya koyduğumuz örneklerde olduğu gibi mü’minlerin kişisel arınmaları dahi toplumsal, siyasal bir mücadele alanında, açık ve görülebilir tanıklıkların zemininde mümkündür. Öyle kimi sûfi, mistik arınma yöntemlerinin iddia ettiği gibi, bireysel alanda, kapalı kapılar ardında bir tezkiye modeli İslam’ın modeli değildir.

İsâr’ın imanın bir meyvesi olarak ortaya çıkabilmesi için hem muhacir hem deensâr’ın olması gerekir: Her muhacire bir ensâr, her ensâra bir muhâcir lazımdır.

İsâr; Allah için feda etmek, âlemlere örnek bir fedakârlıktır. Kur’an ahlakının temel kavramlarından biri olan isâr, Ensâr bağlamında İslâmî şahitliğin bir örneği olarak Rabbimiz tarafından, Kur’an’da alemlere örnek olmak üzere zikredilmiştir.

İsâr,kendinden vermek; dünyevi bir karşılık beklemeden Allah için fedakârlık yapmaktır. Allah için feda olmak, elde ne varsa O’nun için feda etmektir.

İsâr,akabe’ye tırmanmayı göze almaktır. Vermek, infak etmek kolay değildir. Hele hele isâr gibi ‘kendinden vermek’ anlamına gelen büyük fedakârlıklar her kişinin değil, erdemli kişinin şiarıdır. Akabe’yi,‘sarp yokuş’u aşabilecek olanlar, ‘veren elin alan elden üstün olduğu’ bilinciyle yaşayanlardır.

İsâr alan el değil veren el olma bahtiyarlığına erişmek, karşılık beklemedenvermektir. Cimrilik, kıskançlık, ihtiras insanları birçok salih amelden vazgeçiren ahlaki zaaflardandır. İsâr ise mü’minlerin ahlaki bir erdemi olarak, bencillikten vazgeçmenin, cömertliğin, fedakârlığın ana ilkelerinden biridir.

İsâr geçici ve yok olucu olana değil, kalıcı ve ebedi olana talip olmaktır.Allah’ın rızasına ve va’d ettiği cennet yurtlarına kavuşacak olanlar, ahireti dünyaya tercih edenlerdir. Ahireti dünyaya tercih etmek, kişisel çıkarlarımıza İslam’ın faziletlerini tercih etmeyi gerektirir. Gerçek felah/kurtuluş, gerçek başarı ve en güzel son, bu tercihi yaparak hayatını ona göre kuran ve yaşayanlar içindir.

İsâr israf değil, katsayısı sonsuzluk olan sevap kaynağıdır. İsâr’ı israftan ayıran adalet terazisi, Muhacirlerin hicretinde gizlidir.

Sürekli olarak vermeyi değil almayı düşünen kişinin çevresine umulan faydayı gerçekleştirme imkânı yoktur. Öte yandan bir mü’min egosunu, nefsinin fısıldadığı bencilliği, cimriliği, kendisini iyilikten alıkoyan birer engel olarak değerlendirmelidir.

İsâr, muhacire kucak açmak, bir yolcu olarak bulunduğumuz şu dünyada, hicret edeni anlamak, onu en güzel şekilde misafir etmek ve misafiri Halil İbrahim sofrasında karşılamaktır.

İsâr, sadece empati değil, aynı zamanda sempatidir de.Kendisini kardeşinin yerine koyarak düşündükten sonra, ‘Halini anlıyorum!’ demek yeterli değildir. Onun derdine çare olmak, hastalığına şifa bulmak da gereklidir. Bu bakımdan isârsadece zihinde kalan, düşüncede kalan bir beyin jimnastiği, fikir teatisi değildir; ne gerekiyorsa onu yapmaktır.

İsâr, fâni olanlara karşı Allah’ı tercih etmektir. İsâr; canımız malımız, neyimiz varsa vermeyi, kendimizi feda ederek rehine olmaktan kurtuluştur. Kur’an ahlakının nihai amacı, mü’minleri ilahi rızaya eriştirmek, fevzü’l-azim’i/büyük başarıyı gerçekleştirmektir.

İsâr, örnek bir tavır, güzel bir tutum olmasının yanında fiilî bir duadır da aynı zamanda. Ensâr’ın Muhacirlere karşı hissettikleri iman bağlılığı, yüreklerine kadar işleyen bir sevgiyle tahkim olmuştur. Onların artık silinmesi imkânsız bir şekilde Kitab’a yazılan kadirşinas, fedakârane tutumları, ilahi övgüye mazhar olmuştur. İslami dayanışmanın ender örnekliği ve iman kardeşliğinin eşine az rastlanan modeli, gelmiş-geçmiş ve de gelecek tüm Müslüman kuşaklar için kıpır kıpır bir îmânî duyarlılığın ideal ifadeleri olarak bir dua şekline bürünmüştür. Tarih boyunca ve bizden önce iman eden tüm mü’minler için yapmamız gereken isâr duası onların yüreğinden Rabbimizin kelamıyla bize, vahdetin ve adaletin şahidi olacak şekilde şöyle ulaşmıştır:

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla ve müminlerden hiçbirine karşı kalplerimizde, kin -nefret, yersiz düşünce ve duygulara- yer bırakma. Ey Rabbimiz! Sen sonsuz şefkat sahibisin ve sınırsız rahmet kaynağısın.” (Haşr, 59/10)"

Seminer programı soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.

004.jpg

005-001.jpg

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler