Antalya’da 15. Başörtüsü Eylemi

Antalya’da 15. Başörtüsü Eylemi

Akdeniz Dayanışma Platformu (ADAP) her ay düzenlediği "Başörtüsüne Özgürlük" Eylemlerinin 15. sini Antalya Kışlahan Oteli önünde gerçekleştirdi. Bilindiği üzere ADAP tarafından düzenlenen 10. basın açıklaması hakkında da "Yargıya hakaretten" soruşturma aç

Açılan soruşturmanın hemen sonrasında gerçekleştirilen basın açıklamasında CHP'nin çarşaf açılımına, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma Hastanesinde anneannesinin yanında refakatçi olarak bulunan Ayfer SUSUZ ismindeki tesettürlü bayana yapılan hakarete ve Gazze'de uygulanan ambargoya değinildi.

ADAP tarafından 16. basın açıklamasından itibaren eylemlerin cumartesi günü yerine her ayın ilk pazar günü saat 13:30'da gerçekleştirileceği kamuoyuna duyuruldu.

Basın Açıklamasının Tam Metni

Sayın basın mensupları, Antalya ve ilçelerinden gelen sivil toplum kuruluşu mensupları ve saygıdeğer Antalyalılar. Akdeniz Dayanışma Platformu (ADAP) olarak "Başörtüsüne Özgürlük Eylemi"nin 15.sini gerçekleştiriyoruz.

Gündeme getirdiği her konu ile adeta "YASAKÇILIĞIN TAKİPÇİSİ" ve '"ÖZGÜRLÜKLERİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL" olduğunu isbat eden Ana Muhalefet Partisi, çarşaf ve türbanlı bayanlara 6 OK'lu rozet takarak, bir polemiğe daha imza atmıştır.

Daha dün, halkının azınlığının yahut çoğunluğunun gaspedilmiş  başörtüsüyle yaşama hakkını  çözüme kavuşturacağı iddiasıyla iktidara gelen iktidar partisi, zaman ve zeminin elverişsizliğini dile getirmeye başlamış ve özrü kabahatinden büyük mazeretlerle '' aslında bu sorun %2.5'in sorunudur, çoğunluğun önceliği kapsamında değildir '' diyebilmiş; bugün ise anamuhalefet, sonuçları deneysel olarak gözlemlenmiş bir oy deposuna, mal bulmuş yeni dünya kaşifi açgözlülüğü içinde, evdeki bulgurdan olma pahasına dadanmıştır.  İnsanların değerleri, muhterisler için muhalefetteyken göz kamaştırıcı bir mücevherken, nedense, iktidar tepelerine ulaşılınca değerler ayaklar altına alınıp, yeni gözdeler edinilmektedir yani  '' söz konusu iktidar olmak için oy avcılığı ise gerisi teferruattır(!) ''

Bir zamanlar birilerinin: "Bu memlekete Komünizmin gelmesi gerekiyorsa, biz getiririz" dediği gibi, "Bu memlekette başörtülü ve çarşaflıların siyasete katılımları gerekiyorsa, onu da ancak biz yaparız: dercesine başlattığı "DİN İSTİSMARCILIĞI HAREKATI" ile Ana Muhalefet Partisi dost-düşman cümle alemin oklarını, 6 OK üzerine çekmiştir.

CHP'nin içine düşmüş olduğu bu münafıkça davranışların Akdeniz Dayanışma  Platformu olarak bizleri rahatsız ettiğini belirtiyor ve inanmadıkları bir şeye, menfaat adına eğilmelerine sadece acıyoruz.Ayrıca yasakçı ve özgürlük düşmanı aynı zihniyet öğrenime katkı için belediyelerin. verdiği öğrenci burslarını da Anayasa Mahkemesi ne yaptığı başvuru ile iptal ettirerek, ihtiyaç sahibi öğrencileri sıkıntıya sokmalarını kınıyoruz.

Halkının gaspedilmiş haklarını, iktidar olma oyunlarının oy deposuna dönüştürmüş bu kafa yapısı, aslında hiç de yabancısı olmadığımız bir tarihsel mirasın bugünkü figüranlarıdırlar. Alevi topluluklardan oy almak için cemevi'ni, müslüman topluluklardan  oy almak için başörtüsü'nü, kürt toplumundan oy almak için etnik kimliklerini, milliyetçi-muhafazakar topluluklardan oy almak için '' ya sev ya terk et '' sloganını, laik topluluklardan oy almak için diğerlerinin tehtid oluşunu kullanmayı iş edinmiş; yönetim olgusunu ele geçirilecek bir rant kalesi yahut altın kase bellemiş bu çıkarcı-işbirlikçi zümre, saltanat oluncaya dek gerçekleri dile getirmeyi, saltanat olunca da, saltanatın gereğini yapmayı meslek edinmiş, fesat yayan bir ahlaksızlık hastalığının taşıyıcısı halini almıştır.

Gecen hafta içinde Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma Hastanesinde anneannesinin yanında refakatçi olarak bulunan Ayfer SUSUZ ismindeki tesettürlü bir kadın fakülte dekanı Ahmet SEPİK tarafından hakarete maruz kalmıştır. Ayfer SUSUZ'u tesettürlü olarak gören ve kendisine nahoş sözler sarf ederek sataşmada bulunan ve hastane dışına çıkartan dekanı kınıyoruz.

Batman'da 24 kasım "öğretmenler gününde" davet edildikleri törene alınmayan başörtülü öğretmenlerle,"özürlüler gününde" anıtkabire sokulmayan iki tane özürlü annesinin üzüntülerini paylaşıyor, sergiledikleri dik duruşu takdir ediyoruz Başörtüsüne karşı düşmanca bir tutum sergileyen onursuzlar kadar,bu öğretmenlerimizin  bağlı oldukları bakanlık ve iktidarla,anıtkabiri kimler yönetiyorsa onların da da mesul olduğunu düşünüyoruz.Bu gün Zübeyde Hanım dirilip de gelse demek ki oğlunun mezarını ziyaret edemeyecektir.

Geçtiğimiz ay Manisa belediye başkanının verdiği kokteyle, başkanın eşi örtülü diye terkeden askeri zevat ,bu ay da farklı bir trajedi olarak karşımıza çıkmıştır. Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığında yaşanan hadise, ülkemiz tarihine bir utanç tablosu olarak geçmiştir. Orada, çocuklarının askerlik yemini edecekleri tören için gelen başörtülü fedakar asker anneleri, asker eşleri ve kız kardeşleri içeri alınmamış ve töreni tel örgüler arkasında izlemek zorunda bırakılmışlardır.

 

Bir ana ağlıyor bak yavrusuna,Hasret kalmış günlerce kokusuna,

Haber salın kör olanlara,Canı candan ayırmak, günah değil mi?

 

Dokuz ay karnında taşıdı büyüttü,Hasta oldu ağladı,uykularını böldü,

Zalimler bunları ne çabuk unuttu,Canı candan ayırmak zulüm değil mi?

 

Çocuğumu göreceğim diye onca yoldan gel,Durrr¸siperdir sana tel örgüler,

Yok mudur sizde be Allah korkusu,Analar ağlatmak, en büyük zulüm değil mi?

 

Hangi vicdana sığar anayı evlattan ayırmakHer damla gözyaşın hesabı sorulacak

Airette o ana sizden davacı olacak, Anaları ağlatmak en büyük zulüm değil mi?

O cefakar annelerin, ancak çocukları şehit olup, tabutlarla dönünce mi elleri öpülüyor , baş tacı ediliyor? O zaman mı tel örgülerden kurtarılıyor? Bu ne tutarsız, acayip ve acıklı bir tablodur.Üstelik bir de Diyarbakır'ın Lice İlçesi'nde çıkan çatışmada can veren kardeşimiz Jandarma Er İsmail UYGUN'un namaz kıldığı gerekçesi ile komutanı tarafından günde 7 saat nöbetle cezalandırıldığı, ailesince iddia edilmektedir.Acaba kurşunların önüne öncelikli olarak namaz kılanlar mı sürülmekteler.

Daha dün,kendisi fiilen  Anayasal düzeni silah zoru ile değiştiren 12 Eylül cuntası, onlarca genci '' anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüsten(!) '' idam etmek suretiyle, insanlık tarihine karanlık ve kanlı bir leke olarak kaydını düşüp, idam sehpalarıyla sindirdiği halkını ABD 'nin sömürü odaklı iktidar çıkarları ve kendisinin, haksız-hukuksuz-gayrımeşru-emperyalist işbirlikçisi  saltanatı için kurban ederken gözünü bir an olsun kırpmamıştır. Bugün ise, bu kanlı cuntanın mirası militarist oligarşi, halkının emeği ve kanı pahasına, saltanatını birgün daha sürdürebilmek adına akıl, izan ve insalık dışı hukuksuzlukları dayatarak; halkına ve hukuka dayanmak, halkından ve hukuktan meşruiyet aramak yerine, küresel haramilerin oyuncağı olup, bölgemiz ve dünya barışını tehtid eden, yavrularıyla beslenen bir canavarın taşeronluğuna soyunmaktadır.

Bir ülke düşünün ki, toplumunun dini, etnik ve kültürel farklılıklarını katagorileştirip, sınıflara ayırdığı toplumsal kesimlerini birbirlerine karşı birer tehtid sopasına dönüştürmüş olsun. Bunu da, iktidar olabilmenin ve iktidarda kalabilmenin yani sömüren bir zümre olarak varlığının yegane güvencesi saysın. Peki sormazlarmı adama: ''siz kim adına, kimin için yönetiyorsunuz halkınızı?'' Çünkü besbelli ki, böyle bir yerde farklılıklara saygıdan, haktan ve hukuktan değil, ''birbirine düşmanlıkta birlikten'' yani kaostan beslenen bir çete kültüründen, hukuksuz bir zorbalıktan, hukukun gücünden değil gücün yasasından  bahsedilebilir ancak.

Diyorlar ki  bu başörtü konusunu siyasiler kaşımasa çoktan çözülürdü.Yalan !, İlk başörtü yasağı Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okuyan Hatice Babacan'ın başı kapalı olarak derslere girmesine engel olunmasıyla  başladı. O zaman dinci dediğiniz hangi siyasi parti vardı, yasağı kaldırsaydınız ya! Aradan 42 sene geçti ve eğer yaşıyorsa Hatice Babacan 60 lı yaşlarda. Bu konuda zerre kadar bir ilerlemeniz oldu mu.

Başbakana soruyoruz; bizlere bu özgürlük ne zaman gelecek. Öldüğümüzde tabutumuzun üstüne başörtüsü konuyor. Burada yasak yok. Mezara konulurken başımız kefenle örtülüyor, burada da yasak yok. Fakat biz bu özgürlüğü yaşamımızda istiyoruz. Bundan 30-40 sene sonra gelecek ve ölmüş olduğumuz için göremeyeceğimiz başörtü özgürlüğünü ne yapalım. Biz hakkımız olan başörtü özgürlüğünü mezarda değil, yaşarken hayatta gecikmeden hemen şimdi istiyoruz. 40 sene bekledik, daha kaç sene bekleyeceğiz birilerinin keyfinin gelmesi için.

     Bu topraklara mensubiyeti olan, bu topraklarda doğup bu topraklar da ölmeyi planlayan, bu topraklardan başka gidecek bir yeri olmayan bizler; başörtülü, irticacı, gerici, yobaz, çağdışı, fundamentalist, radikal diye ZENCİ muamelesi görmeyi kabullenmiyor ve içimize sindiremiyoruz.

Bu ayın en iyi haberi ise Konyada Sağlık ocağına gelen başörtülü iki hastaya hakaret eden doktorun, 10 ay hapis cezasına çarptırılmış olmasıdır. Geçtiğimiz nisan ayında Konya'da Yalıhüyük Sağlık Ocağı'na giden Gamze Çakıcı (20) ve Hacer Kılınç (24), 64 yaşındaki görevli Doktor Erol Eren'in aşağılayıcı tavrıyla karşılaşmıştı.

Eren'in kendilerine "Biraz çağdaşlaşın, bu kıyafetle buralara gelmeyin." demesi üzerine mahkemeye başvuran Çakıcı, hukuk mücadelesini kazandı. Doktora verilen 10 aylık hapis cezası, 10 bin 500 YTL para cezasına çevrildi. Bu medeni cesaretlerinden dolayı bu iki başörtülü bacımızı tebrik eder, hukuk adına da bir umut ışığı oluşturabileceği kanatinde olduğumuzu bildiririz.

17 aydır kalın duvarlarla dünya ile bağlantısı kesilen Gazze son bir aydır elektrik de verilmemesi sonucu adım adım bir soykırıma doğru gidiyor. Hastahanelerin yaşam destek üniteleri çalışamıyor. Fırınlar ekmek üretemiyor. Mısır'ın da sınırını kapattığı Gazze halkı yiyecek ve ilaç bulamıyor. Gazze yalnızlığa mahkum edildi ve gücünün son sınırına vardı. Bütün dünyanın gözleri önünde yeniden dev bir Nazi Kampı Autchwitz dönemi yaşanıyor. Bizler bu felakete sessizce tanık olmayı seçen tüm dünya halklarının ve onları temsil eden yöneticilerin vicdanına sesleniyoruz: Gazzeliler, hangi suçlarından dolayı öldürülüyor, aç bırakılıyor, işkence ediliyor ve en hayati ihtiyaçlardan bile mahrum ediliyorlar. Nüfus yoğunluğunun korkunç olduğu, devasa bir tutukevinde tel örgüler içinde tutulmayı haketmek için ne yaptılar?

Yeniden bir Srebrenitsa ve Autchwitz yaşamak istemiyoruz. Üstelik bu defa felaket gözlerden uzak ve beş on gün içerisinde değil, hepimizin gözü önünde ve aylarca süren bir zulümle geliyor. Bu utancı ve vicdan azabını milletçe yaşamamamız için lütfen Gazze'ye sahip çıkalım.

Basın açıklamamıza son verirken yaklaşmakta olan mübarek kurban bayramı vesilesiyle bayramınızı tebrik eder, kurbanlıklarımızı ülkemizdeki ve dünyadaki fakir fukarayla paylaşılmasını temenni ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Haberler