Sivas’ta Suriye, Mısır ve Filistin İçin Eylem

Sivas’ta Suriye, Mısır ve Filistin İçin Eylem

Mısır'daki Rabia Katliamı'nın 100. günü münasebetiyle Özgür-Der Sivas Temsilciliği bir basın açıklaması düzenledi.

24 Kasım 2013 Pazar günü saat 14'te Mısır'daki Rabia Katliamı'nın 100. günü münasebetiyle Özgür-Der Sivas Temsilciliği bir basın açıklaması düzenledi. Kent Meydanı'nda gerçekleşen basın açıklamasına Diyarbakır'dan Çözüm Süreci'ne ilişkin bir konferans vermek için Sivas'a gelen Araştırmacı yazar Serdar Bülent Yılmaz'ın konuşması ile başladı. daha sonra dernek adına Sinan Ceran Mısır'da yaşanan zulümleri eksene aldığı konuşmasında Suriye'de yaşananları, Filistin'de meydana gelen gelişmeleri ve Doğu Türkistan'da yaşanan Çin zulmünü içine alan geniş bir basın açıklaması yaptı.

Olaysız gerçekleşen basın açıklamasından sonra topluluk Çözüm sürecinin anlatılacağı konferansı dinlemek üzere Belediye'ye ait olan Yavuz Bülent Bakiler konferans salonuna yöneldi..

FOTO GALERİ:

Sivas'ta Suriye, Mısır ve Filistin İçin Eylem galerisi resim 5

Basın Açıklamasının Tam metni:

İslam Coğrafyasında Despot Rejimlere Karşı Direnen Kardeşlerimiz Asıl Darbeyi Ümmetin Suskunluğundan Alıyor!

“Nice az sayıda birlikler, Allah’ın yardımıyla büyük ordulara üstün gelmiştir. Çünkü Allah zor zamanda direnip, sebat gösterenlerle beraberdir.” (2/Bakara/259)

Bugün Suriye’de, Mısır’da, Filistin’de, Doğu Türkistan’da zalimlere karşı İslami kimlikleriyle onurla mücadele eden Müslüman kardeşlerimize direnişlerinde yalnız olmadıklarını ve “Müslümanlar ancak kardeştirler” ayetini ete kemiğe büründürdüğümüzü haykırmak için toplandık.

İsrail, tüm uluslararası baskılara rağmen işgal ettiği Filistin toprakları üzerindeki Yahudi yerleşim yerleri inşaatlarına hız kesmeden devam ediyor. Filistinlilerin yoğun protestolarına rağmen her hafta bu yerleşim birimlerinde yeni bir blok yükseliyor. Ne hukuksal engeller, ne de yapılan uluslararası baskılar şantiyedeki çalışmaları etkilemişe benzemiyor.

Biz fazlasıyla kendi gündemimize daldığımız için farkında değiliz ama Gazze’de kötü şeyler oluyor. Gerçi Gazze, çok uzun zamandır gündemimize sadece katliamlar, hava saldırıları ve çocuk çoluk katledilen Filistinliler’le giriyordu ama bir süredir  o bile haber olmuyor.

Oysaki Gazze bildiğimiz gibi. 2007’den bu yana dünyanın en büyük açık hava hapishanesi.

HAMAS’ın seçimleri kazanmasından sonra İsrail, karadan, havadan ve denizden abluka başlattı.

Yetmedi çeşitli gerekçelerle bombaladı, askeri operasyonlar düzenledi. İsrail bir yıldır geniş çaplı operasyon yapmıyor ama bu durum işlerin düzeldiği anlamına gelmiyor. Hatta 3 Temmuz Mısır darbesinden sonra Gazze’nin durumu iki kat daha kötüleşti. Çünkü Sisi’nin başını çektiği darbe yönetimi Gazze’nin can damarı olan Refah Sınır Kapısı’nı ve tünelleri kapattı. Şimdilerde ise Gazze’nin dünya ile tek irtibatı olan İsrail tarafı da kapandı. İnanılmaz bir ambargo başladı. İsrail 22 Mart’ta Türkiye’den özür diledikten sonra ambargoyu gevşetmişti. Ancak yaklaşık 15 gün önce Gazze’den İsrail’in Aşkelon şehrine doğru bir tünel bulundu. 1700 metrelik tünel hem aydınlatma, havalandırma imkanlarına sahipti hem de tavanı çimento ile kaplanmıştı. Bu olaydan sonra İsrail ambargoyu tekrar sıkılaştırdı. BM’nin 20 projesinden 19’u durduruldu. Gazze’ye her türlü malzeme giriş çıkışı ya durduruldu ya da çok kısıtlandı. Önce Refah kapısının, ardından tünellerin kapanmasından sonra şimdi de İsrail tarafı kapanınca Gazze yeniden hapishaneye döndü.

En büyük sorun da mazot. Çünkü mazot gelmediği için elektrikler dönüşümlü olarak günde ancak 6 saat verilebiliyor. En kötüsü de su ve kanalizasyon sistemi çöktü. Sokaklar berbat durumda. Adeta Gazze lağımda çırpınıyor. Türkiye Gazze’ye elektrik sağlanabilmesi için 850 bin dolar nakit para aktardı ancak BM bürokrasisi yüzünden henüz aktive edilemedi. Yani 1 milyon 700 bin kişi elektriksiz, susuz yaşamaya çalışıyor. Ameliyatlar karanlıkta yapılabiliyor. Temel gıda maddeleri de ancak İsrail tarafından ve kısıtlı olarak temin edilebiliyor. Başbakan Heniye’nin torunu ambargo nedeniyle hasta ve ölümü bekliyor. İsrail’in uyguladığı katı kontroller nedeniyle de Gazze’ye girip çıkmak ayrı bir dert.

Öyle ki Türk Büyükelçisi Gazze’deki bir görüşme için 5 gün önceden başvuruyor. Her defasında yedi ceddinin bilgilerini veriyor ancak izin alabiliyor.

Bir yandan da İsrail’in keyfi uygulamaları sürüyor.

Mesela ‘idari gözaltı’ denen ve ne olduğu belli olmayan bir yasaya dayanarak şüphelendiklerini alıp götürüyorlar. Öyle ki uzun süredir gözaltında tutulan 14 Filistinli vekil var.

Kısacası Gazze’de sorunlar bitmiyor. Batı Şeria’da ise başka bir dünya var.

Gazze’de sokaklardan kanalizasyon akarken Batı Şeria’da, sokaklarda lüks araçları görmek mümkün.

Bu durum nüfusun yüzde 75’inin 25 yaş altında olduğu Gazze’de toplumsal  patlamaları da artırıyor.

En kötüsü de ufukta çözüme dair umut yok. İsrail hoyratça Gazze’yi vuruyor, abluka altında inletiyor. Maalesef dünyanın umurunda değil.

Yaklaşık 40 yıldır, katil Esed ailesinin zulmü altında olmadık katliamlara maruz kalan Suriyeli kardeşlerimiz üç yıldır bu zulme karşı tüm dünyanın suskunluğuna rağmen direniyor. Bu şanlı direnişin Halep bölgesinde direniş eksenini oluşturan Liva-et Tevhid grubunun komutanı Abdülkadir Salih katil Esed’in Şebbihaları tarafından şehid edildi. Fedakârlığı ve cesareti ile bizlere örnek olan kardeşimizin şehadetinin Suriye’nin kurtuluşuna vesile olmasını diliyoruz.

Suriye cihadı üç yıldır yüz binlerce şehit ve kayıpla tüm dünya tarafından film gibi izleniyor. Bu sessizlik, katliamlara ortak olmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Bununla birlikte, Ahrar-uş Şam, Liva et Tevhid ve diğer tüm İslami direniş grupları, Suriye’de, Allah’ın sözünü hâkim kılmak için direnirken birileri utanmadan ve katledilen yaklaşık yüz otuz bin cana, topraklarından sürülen milyonlarca mülteciye rağmen hala Müslümanları karalıyor ve direnişi mahkûm etmeye çalışıyorlar. İki buçuk yıldır “NATO gelecek, ABD müdahale edecek, Batıcı bir düzen kurulacak!” yalanlarıyla Suriye halkının direnişini kirletmeye, itibarsızlaştırmaya çalışanlar, Suriye’deki katliama ortak olanların maskeleri bir daha düşmüştür. “Savaşa Hayır” “Emperyalist Müdahaleye Hayır!” diye sokağa çıkanların da ABD kadar ikiyüzlü ve ahlaksız olan bu tiplerin iki buçuk yıldır Rusya ve İran’ın Suriye müdahalesine sessiz kaldıkları gibi yaşanan katliamlara da göz yumdular.

 1400 yıl önce şehit olan Hz. Hüseyin ve yetmiş mazlum için asırlardır matem tutanlar Suriye’de ölen yüz binlerce kardeşimizin katledilişine alet oluyorlar. Ancak unutmayalım ki Allah’ın hesabı çetin olacaktır. Ayağı kopan bir mücahidin şu ifadesi oldukça anlamlı geliyor insana: “Allah yolunda kaybolan hiçbir şey yoktur.” Son olarak, bir nebzede olsa suskunluğumuzu bozması ve vicdanlarımızı yeniden harekete geçirmesi açısından Suriyeli bir kadının şu haykırışına hep birlikte kulak verelim.

“Siz Allah’a ibadet eden Müslümanlar; bizi duymuyor musunuz? Suriye halkına acımıyorsan, genç ve çocukların dökülen kanlarına üzülmüyorsan, bu sessizliğin hesabını soracak olan Allah’tan korkun!

Doğu Türkistan’da da durum farklı değil.

- Çin devleti toplam ölü sayısını 186 olarak açıklıyor; sonra bu sayıyı 192'ye çıkarıyor. Gerçekte toplam 3 binden fazla insan hayatını kaybetti. Sadece Urumçi'de 1000'den fazla insan şehîd edildi ki, bunların büyük çoğunluğu kadın.

- Çin devleti ölü sayısını az göstermek için birçok cesedi yaktı. Bunu bile yaptı.

- Olaylardan dolayı 2 bin yaralı var ve bunların tedavileri yapılmıyor, ilaç bile verilmiyor.

- Olaylarla bağlantılı olarak 5 bin Uygur hapse atıldı. Bu kişiler "siyasî suçtan" dolayı yargılanacaklar ve bu suçun Çin'de sadece bir cezası vardır: İdam.

Çin'in 1987'de çıkardığı kanunla, ektikleri tarlaları ve tarıma elverişli toprakları hiçbir karşılık ödenmeden zorla ellerinden alınıp orduya tahsis edilen, sonra kendi tarlalarında, kendi topraklarında karın tokluğuna ırgat olarak çalıştırılan, ektikleri tarlaların kölesi yapılan, 2001'de Çin'in bölgeye yönelik çıkarttığı ve "Sincan Sınıfı" adını verdiği özel bir programla ilkokula giden çocukların ailelerinin elinden zorla alınıp devlete teslim edildiği, bu asimilasyon programının devlet tarafından uygulamaya konduğu sadece ilk yıl Çin'in iç bölgelerinde açılan 58 adet okulda çocukların asimile edildiği, anadillerinin ve dînlerinin unutturulduğu, 2003'ten itibaren bütün resmî okullarda Uygurca'nın yasaklandığı, o tarihe kadar eğitimini Uygurca olarak tamamlamış olan herkesin diplomalarının elinden alındığı ve mühendisinden doktoruna, profesöründen öğretmenine, yazarından gazetecisine bütün akademik insanların bir gün içinde vasıfsız işçi, ırgat, hamal, çöpçü konumuna düştüğü insanların kızkardeşleri bunlar...

Dün, Mısır’da, emperyalist Batı’nın ve Suudi Arabistan başta olmak üzere işbirlikçi bölge ülkelerinin destek verdiği darbeye karşı gerçekleştirilen intifadanın yüzüncü günüydü. Seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi’yi devirmek ve İslami hareketi tasfiye etmek amacıyla 3 Temmuz’da gerçekleştirilen askerî darbeden bu yana Müslüman kardeşlerimiz aralıksız bir şekilde darbe karşıtı kitlesel eylemlerini sürdürüyorlar. Birçok katliam ve başta İhvan yöneticileri olmak üzere çok sayıda tutuklamalara rağmen gösterilere devam etme kararlılığı gösterilen Mısır’da dün Ezher üniversitesini basan darbeci çeteler birçok öğrenciyi katledip yüzlercesini tutukladı.

Mısır’da yüz gün geçmesine rağmen uluslararası camia, kurum ve kuruluşlar darbeye darbe diyemiyorlar. Bununla da kalmayıp darbecilere karşı direnen Müslüman kardeşlerimiz ‘terörist’ olarak ilan ediliyor. Bu, açıkça İslami kimliğe yönelik bir suçlamadır. Afganistan’da, Filistin’de, Suriye’de direnen Müslümanları ‘terörist’ olarak adlandıran başta ABD olmak üzere tüm Batılı güçler, yüz binden fazla insanı katleden Beşşar Esed zalimine bu sıfatı yakıştıramamaktadırlar.

Sisi cuntası, yönetimde olduğu yüz gün boyunca zalimane bir politika yürütmektedir. Mursi’yi baskıcılıkla suçlayanlar, Tahrir’de, Taksim’de özgürlük diyerek darbe çığırtkanlığı yapanlar ise Mısır’da tutuklu bulunan ve onlarca kişiyle birlikte ufacık bir hücrede tutulan Anadolu Ajansı muhabiri Metin Turan’ın durumunu görmezden gelmektedirler. Darbecilerin, uluslararası kimliğe sahip bir gazeteciye reva gördüğü bu zulüm, aynı zamanda muhalif kimlikli insanlara yapabileceklerinin bir sınırı olmadığının göstergesidir.

Mısır’da direnen kardeşlerimiz yüz gündür şunu haykırıyorlar; “Sisi gidene, hak ve özgürlüklerimizi geri alana, Mursi serbest kalana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Bizlerde bu sese Sivas’tan destek veriyor ve kardeşlerimizin yalnız olmadığını tüm zalimlerin, diktatörlerin ve işbirlikçilerin yüzlerine haykırıyoruz.

Yapılan zulümleri, katliamları ve işkenceleri seyreden ve ses çıkarmayanlara da diyoruz ki; “Dilenenler değil direnenler kazanır.” İslam coğrafyasında despot rejimlere karşı direnen kardeşlerimizin asıl darbeyi ümmetin suskunluğundan alıyor bu sebeple bu sessizliği bozmamız gerekiyor. Uluslararası "R4bia Platformu", darbe ve ardından yaşanan süreçte 3 bin 510 kişinin öldüğünü, 20 bin 559 bin kişinin yaralandığını, 2 bin 144 kişinin tutuklandığını duyurmuştu. 

"Cehennemin ateşi, Esad ve Sisi'nin ateşinden daha yakıcıdır. O zaman komşularınızı, akrabalarınızı, iş arkadaşlarınızı cehennem azabından kurtarmak için seferber olmanız gerekir. Bu sancıyı, yaygınlaştırmamız gerekiyor. Şükürler olsun ki Mısır davası, Filistin davası, Suriye mücadelesi, ümmet için bir cihat ve şehadet mektebine dönüştü. 'Bu yolda zafer ne zaman?' diyorlar. Mısır, zaferini bugüne kadar kazandı zaten. Bu direnişler bizatihi zaferdir.

“Ey Rabbimiz! Dayanma, direnme gücümüze güç kat. Azim ve kararlılığımızı artır. Bu kâfirler topluluğuna karşı muzaffer eyle bizi!” (2/Bakara/250)

Özgür-Der Sivas Temsilciliği

Önceki ve Sonraki Haberler