“Davette Sabır ve Süreklilik”

“Davette Sabır ve Süreklilik”

Özgür-Der Sivas Temsilciliğinin iki haftada bir yürüttüğü seminer programları devam ediyor.

 

15 Aralık Pazar günü gerçekleşen son programın konusu “Davette Sabır ve Süreklilik” idi. Konuşmacı ise Sivas’taki İslami çalışmaların yıllardan beri içerisinde olmuş olan, tanınmış simalardan Baki Arslan idi. Soğuk bir Sivas gününde sıcak bir atmosferde gerçekleşen sunumun metnini faydalı olacağı düşüncesiyle yayınlıyoruz.

“Sabır” sözcüğü, “Sa-be-ra” kökünden mastar olan sabır kelimesi sözlükte, “hapsetmek, tutmak, birini bir şeyden alıkoymak, dayanmak, kefil olmak, cüret ve şecaat”(1) anlamlarına gelmektedir.

Bunun yanında gelecek olan bir şey için acele ve telaş etmeyip beklemek, sükûnet, huzur, dinginlik, sebat, metanet, kendine hâkim olma, kendini tutma, başa gelen acıya karşı telaş ve üzüntü göstermeyip dayanma,(2) dayanıklılık, sızlanmamak, yakınmamak(3) itidali muhafaza etmek,(4) tahammül, ağrı ve acıya dişini sıkmak, edebi bozmamak, sıkıntı ve belalara sızlanmayı terk etmek,(5) kızgın davranışlara girmemek, dili şikâyetten uzuvları yanlış hareketlerden korumak,(6) kader ve kazaya teslimiyet, işin sonunu gözlemek, dili korumak, öfkeyi yenmek ve kanaat anlamlarında da kullanılmaktadır.

Bunun yanında gelecek olan bir şey için acele ve telaş etmeyip beklemek, sükûnet, huzur, dinginlik, sebat, metanet, kendine hâkim olma, kendini tutma, başa gelen acıya karşı telaş ve üzüntü göstermeyip dayanma,(2) dayanıklılık, sızlanmamak, yakınmamak(3) itidali muhafaza etmek,(4) tahammül, ağrı ve acıya dişini sıkmak, edebi bozmamak, sıkıntı ve belalara sızlanmayı terk etmek,(5) kızgın davranışlara girmemek, dili şikâyetten uzuvları yanlış hareketlerden korumak,(6) kader ve kazaya teslimiyet, işin sonunu gözlemek, dili korumak, öfkeyi yenmek ve kanaat anlamlarında da kullanılmaktadır.

Ayrıca sabredilecek herhangi bir durum karşısında dişini sıkıp dayanana “sâbir” (çoğulu sâbirûn, sâbirîn, sâbirât); sabretmeyi tabiatıyla bütünleştirmiş olan kimseye “mustabir”; sabır konusunda tam bir vicdan rahatlığına ermiş bulunana “mutasabbir”; bu hususta hiç zorlanma hissetmeyene “sabûr”;(7) musibetlere sabredip nimet-lere çokça şükredenlere özgü vasıflara sahip olanlarla herkesin sabrettiği şeylerden daha ağırlarına göğüs gerenlere ise “sabbâr”(8) denilmiş ve Kur’an’da “çok sabredenler”, “çok şükredenler” ile birlikte dört âyette zikredilmiştir.(9) Sızlanmadan gösterilen sabır hâli de sabr-ı cemil(10) olarak tabir edilmiştir.

Allah’ın doksan dokuz güzel isminden biri de “sabûr”’dur. Sabûr, çok sabırlı demektir. Allah Teâla, çok sabırlıdır. Şirk, küfür, nifak ve isyanları sebebiyle insanları hemen cezalandırmaz ve sabreder. Onların tevbe edip hâllerini düzeltmeleri için mühlet verir. Allah, aceleci değildir.(11)

Sabır kavramı kelime olarak ele alındığında ise, başa gelen her hangi bir olay karşısında itidal ile dayanıklılık gösteremeyen ve kolaylıkla öfkeye kapılıp şiddete başvurmak demek olan “ceze‘a”nın tam zıddıdır. Bu ise sabrın, belalar ve acılar karşısında orta yolu muhafaza etmesi ve hangi zorlukla karşılaşılırsa karşılaşılsın kişinin bulunduğu hâl üzere sebat göstermesi gerektiği anlamını taşımaktadır. Nitekim bu iki kavram “Şimdi sabırsızlansak da (cezi`nâ), sabırlı olsak da (sabernâ) bizim için aynıdır”(14/21) âyetinde zıt anlamları ile ifade edilmektedir.

Kur`ân-ı Kerim’de takriben yüze yakın âyette zikredilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de bu sayıda zikredilen başka bir kelime de bulunmamaktadır. Bu âyetlerde geçen sabır kelimesi, bazen bizzat sözlük anlamında, bazen de anlatılan konular itibariyle çeşitli anlamalarda kullanılmıştır. “Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin”(2/45), “Sana vahyedilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir.”(10/109), “Ey iman edenler, sabır ve namazla (Allah’tan) yardım isteyin. Allah, sabredenlerle beraberdir”(2/153) âyetleriyle sabrı emreden Allah (c.c.); “Ey inananlar, sabredin, direnin, savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun”(3/200)

“Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden buyun büküp duranları, Allah için mallarını harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah görmektedir)!”(3/117), “Sabredenler, hayatlarını sadakat çizgisinde sürdürürler.”(3/17) “Hakkı ve sabrı tavsiye edenler…”(103/3) âyetleri ve benzerleriyle sabır ahlâkına sahip olan mü’minleri, bu vasıflarından dolayı övmektedir. “Allah, sabredenleri sever”(3/146), “Allah, sabredenlerle beraberdir”(2/153, 8/46, 66) “O halde sen de azim sahibi elçilerin sabrettikleri gibi sabret, o (nankör)ler için acele etme...”(46/35), “Fakat kim sabreder, affederse şüphesiz bu, çok önemli işlerdendir!”(42/43)

Sözlük Anlamı: Tebliğ kelimesi, Arapça’da “ulaştı, yetişti, yeterli oldu ve maksada kavuştu” gibi anlam-lara gelen “be-le-ğa” fiil kökünden tef’îl kalıbına sokularak türetilmiş bir mastardır.  Bu mastar, sözlükte; “taşımak, götürmek, ulaştırmak, bildirmek ve eriştirmek” gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Terim Anlamı: Terim olarak tebliğ kelimesi ise; “Peygamberlere Allah’tan vahiy mahsulü olarak gelen ilâhî hükümlerin hiçbirini gizlemeden ve ilavede bulunmadan aynısını insanlara bildirmek” şeklinde tarif edilmektedir.

Kur’an’da Kullanılışı: Tebliğ kavramı Kur’an’da sık sık tekrar edilen kavramlardan birisidir. Bu kavram değişik anlam ve maksatlarla Kur’an’da 61 yerde geçmektedir. Kur’an’da ismi geçen peygamberlerin kıssaları anlatılırken onların tebliğ görevlerine özellikle yer verildiğini görmekteyiz. Örnek olarak birkaç ayeti burada zikredebiliriz:

vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.” 7/79 

Hz. Şuayb ise, kavmine şöyle seslenmişti:

“(Şuayb) onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim.” 7/93 

Hz.Nuh (a.s)’un kavmine yaptığı tebliğ şöyle anlatılmaktadır:

Andolsun ki Nuh’u elçi olarak kavmine gönderdik de dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur...” 7/59 , «“Size Rabbimin vahyettiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve ben Allah tarafından gelen vahiy ile sizin bilmediklerinizi biliyorum.” 7/62

Bütün peygamberlerin gönderildikleri kavimlere Allah’tan aldıkları vahyi tebliğ ettiklerini ve onlara dünya ve ahiret hayatları için nasihatte bulunduklarını görmekteyiz. Bu kutsal görev, Hz. Muhammed (s.a.s)’e kadar devam etmiştir.

Şu ayet aynı görev ve sorumluluğun Hz.Muhammed (s.a.s)’e de verildiğini anlatmaktadır:

Ey Rasul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler toplumunu doğru yola iletmez.” 5/67 

İnsanları hikmetli sözler ve güzel öğütlerle Allah’ın yoluna davet etmek Allah’ın, Peygamberlere ve  her mümine ilâhî bir emridir. Tebliğ ile meşgul olanlar, insanlar arasında ayırım yapmadan, genç, ihtiyar, kadın, erkek herkese tebliğde bulunmak zorundadır

"Andolsun, Biz Nuh'u Kendi Kavmine (Elçi Olarak) Gönderdik, İçlerinde Elli Yılı Eksik Olmak Üzere Bin Sene Yaşadı. Sonunda Onlar Zulme Devam Ederlerken Tufan Kendilerini Yakalayıverdi." (29/14) Hz Nuh’un (S) uzun zamana yayılan Tebliğ Mücadelesi sonunda imana kavuşan Mü’minler parmakla sayılacak kadar az sayıdadır. 950 yılı bulan değişim müddeti sona eriyor. Toplum Kendi durumunu değiştirmediği için çöküş (Tufan) geliyor tarih sahnesinden siliniyorlar. Her toplumun Tufanı birbirinden farklı gerçekleşmektedir. (Ad-Semud  vb)

Hz. Nuh’un mücadelesi tebliğde süre ve sabır telakkilerini alt üst eden bir mücadele….Toplumun Küfür-Şirk ve Akıl tutulması gibi sarp duvarlarla örülmüş idrak-irfan yoksulu kalbine “Kendini değiştirme” (Rad 11) tevhid eczasını bin yıl ekmiş….. … Heyhat Değişim Liyakati - Tevhid Nuru yükseltilen duvarların yarıklarından kalplerine ulaşamamış… Tercih ettikleri küfrün karanlıklarında önce yürekleri-vicdanları çürümüş,  daha sonra bedenleri-medeniyetleri Büyük Tufanda yok olmuş. Ezcümle Hz Nuh Toplumunu “kendi durumlarını değiştirme” liyakat ve İman saygınlığına ulaştıramamıştır.

Sanki İnsanlık Büyük Tufanla kirlerinden arındırılmış, resetlenmiş ve yeni bir başlangıca konumlandırılmıştır. Hz Nuh Zaman Denizinde “Uzun bir Ömürle” Tufan denizinde ise “Kurtuluş Gemisiyle” desteklenmiştir. Uzun ve kesintisiz bir mücadelenin azmini kuşananlar Hz. Nuh’un benzeri yardımlarla desteklenirler. Kimi uzun bir süreye yayılan bir medeniyetle, kimisi ise küllerinden dirilmeyle tahkim edilebilir. Gayb-i Yardımın nasıl geleceği onun takdiridir. Nebiler güneşine gezegen olmak, İman yörüngesini takip ermek Rıza-i Bari yolunda yürüme azmi ve sabrı göstermek  ödül olarak yetmez mi? Başarı bundan başkası olabilir mi?

Hz. Yunus kıssasını hatırlayabiliriz. Enbiya Sûresi'nde deniliyor ki: "O öfkeli bir halde geçip gitmiştir."(21/87) Hz. Yunus'un bu hatası, daha tebliğin ilk yıllarında Kalem Sûresi'nde de Rasulullah'a hatırlatılmıştır:"Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi Yunus gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak Rabbine çağrıda bulunmuştu. Eğer Rabbinden bir nimet ulaşmasaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda karaya atılmış olacaktı." (68/48-49)

Ayetlerden de anladığımız gibi Yunus (a), kavminin, inkarcı, alaycı tavrı karşısında bunalmış ve Rabbinin izni olmadan, aceleci davranarak kavmini terk etmiştir.

Hz. Yunus öfke ile geçip gitmişti ve sonra onu balık yutmuştu. Sonra kurtulmuş ve tevbe etmişti. O Rabbimizin güç yetirmeyeceğini sanmıştı. Sonra tevbe etti. "Seni tenzih ederim. Ben şüphesiz zalimlerden oldum." dedi.

Yani Yunus (a) ilk başta gereğince sabretmemişti. Ama sonra duası kabul edildi ve kurtulanlardan oldu. Hz. Yunus'un yaşadığı bir mağlubiyetti. O, Hz. Nuh gibi sabır gösterememişti. Ama Allah'ın lütfu ile tekrar tebliğ ve ıslah görevine başladığında, yaşadığı deneyimin yani mağlubiyetin tecrübesi ile birlikte daha güçlü olmuştu. Yunus (a) ikinci dönem tebliğ sürecinde, ona ve tevhide iman eden 100 bin veya daha çok kişiye hitap etmişti. (37/147-148)

Bir başka anlatımla; Yunus (A.S) her türlü yolla ve sabırla kavmini İmana çağırmış ve uzun uğraşlar sonunda yenildiğini düşünerek havlu atmış ve Rabbinin gazabıyla toplumunu baş başa bırakmış ve gelecek azabı bekliyordu. Hiç beklemediği bir zamanda geri dönüp bütün köprüleri attığı topluma sil baştan bir mücadele emredilmişti. Gurur kırıcı ve kendini yalanlayıcı bir durumdu ona göre, Allah’ın emrine rağmen (hükmüne) gemiye binip uzaklaşmak istedi. Öngörüsü bunu gerektiriyordu

Allah’ın hükmünden kaçıyordu sanki…. Oysa kaçış nereye… Sembolik ve o derecede anlamlı bir sınavla karşı karşıya kaldı.

Rabbinden kaçış yoktu… zaten kaçmıyordu ki onun tam anlamıyla bir kafa karışıklığı… yani yok oluşu ilan ettiği… Toplumuna hayır ben yanıldım. Allah size merhamet etti demek… kafası almıyordu…. nasıl olur…???

Gemi Halkı (içinde bulunduğu toplum) yükünün farkında olmadan, değerini bilmeden Allah’ın peygamberini bir eşya gibi safra olarak gemiden denize atıyordu. Bu ne idi.. rahmetten uzaklaştırma mı..bir ceza mı? Allah’ın elini iliklerine kadar hissediyordu…Ve afet gelmiş kendini yok ediyordu…. Öldüm dedi….

Allah Rahmet etmişti…. Bir balık…Onu yakalamış ve karaya çıkarmış… tufandan (azaptan) rahmet doğmuştu.. Tam bir benzeyiş..

Balık kendisini yakaladığında «la ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minezzalimîn» diye nidâ etti” Enbiya 87

Allah yakarışlarına cevap vermiş balık onu sahile bırakmıştı. Toplumuna dönerek yeniden aşkla şevkle tebliğ görevine başlamış ve Allah (C.C) Hz.Yunus’a Rahmet ettiği gibi “Ninovalılarada” da rahmet etmiş cehaletin karanlığından (karnından) kurtarmış “onları İmanın sahillerine ulaştırmıştı.

Peygamberimizin de Mekke müşriklerinin kuşatması, psikolojik saldırıları, hileleri karşısında canının sıkıldığı olmuştur. Lakin Hz. Muhammed'in Hz. Yunus gibi büyük bir hatası olmamıştır. Ama onun Nuh (a) gibi sabırlı ve sebatkar olmasında Rabbimizin gaybi yardımları büyüktür. İnsan olarak Hz. Muhammed'in yaşadığı bazı tereddütler dolayısıyla olsa gerek, Rabbimiz Kur'an'da o'na şöyle buyurmuştur: "Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın." (48/2)

Hz. Muhammed'in rasul olarak ilk muhataplarıyla irtibatı, tebliğ göreviyle başlar. Müddessir Sûresi'nde "Kalk ve uyar, Rabbini tekbir et!" ifadeleri ile hem insanlık Kur'an vahyiyle tanışmış, hem de vahyin tebliğ süreci başlamıştır.  Medine'ye/Yesrib'e hicretle sonuçlanan ve tam 13 yıl süren Mekke dönemi, Rasulullah ve güzide arkadaşlarının çok zor şartlarda gerçekleştirdikleri tebliğ dönemleridir.

İlk iman eden müminler, vahyin tebliği sırasında Mekke cahili sistemi ve önde gelen müstekbirlerin birçok baskı ve engellemesiyle karşılaşmışlardı. Enfal Sûresi'nde hatırlatıldığı gibi Müslümanlar azdı ve kapıp kaçırılacaklarından da korkuyorlardı. (8/26) Hem Mekke'de yaşanan ekonomik, kültürel,  sosyal zulüm; hem mele ve mütref takımının hakaret ve işkenceleri, hem de büyük fedakarlıklarla tanıklaştırılan vahyin tebliğine insanların ilgisizliği can sıkıcıydı.

Tabi ki onlar da insandı, üzülenler, küsenler, baskıdan kurtulmak için Habeşistan hicreti gibi farklı yollar arayanlar vardı. Kur'an'a baktığımızda Peygamberimizin bile o dönemde üzüntü ve can sıkıntısı içinde olduğu hal, ayetlerle belirtilmektedir:

"Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (Kasas, 28/56)

Muhakkak ki Allah bir kavimdeki hali, onlar nefislerindekini değiştirmediği müddetçe değiştirmez…" (Ra'd, 13/11)

Tebliğimizde kitlelere kendimizi dinletebilmemizden veya nicel başarılara ulaşmamızdan ziyade, nitelik olarak Allah'a gereğince kulluğumuzu yerine getirme sorumluluğumuzu ne kadar gerçekleştirebildiğimiz önemlidir. Önemli olan insanların ve kitlelerin rızası değil, Allah'ın rızasıdır.

Toplumsal dönüşüm için gerekli donanım ve kazanımların zafere götürecek kıvamını en iyi bilen Rabbimizdir. Kurtulanlardan olabilmek için bize düşen, İslam'ı anlama ve anlatma mücadelesinde tutarlı ve azimli olabilmek, Rasulullah'tan bu yana yaşama sevincimizi ifade eden tevhidi mücadele sürecinin bayrağını dalgalandırabilmektir.

"Asra andolsun ki insan hüsrandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna."

Tebliğ aklı-kalbi-vicdanı hak olana yönlendirme, fıtrata çağrı faaliyetidir. Tebliğe görevli olan inananlar bu çaba ve gayretleri sırasında ve sürecinde o kadar şiddetli ve hiddetli, zorluk - işkence- izolasyon hatta şehadete varan engellemelerle karşı karşıya kalabilirler ki Bu durumda ; Yan tesirsiz ve kesin çözüm veren ecza “ Allah’ dan Sabır ve Salatla yardım dilemek”

Sabır; sinmek-saklanmak, sıvışmak değildir. O yürürken gerekli olan direnç ve azmi kuşanmaktır. Yani zorda yürümek, zorlu yürümektir.

Tebliğ nesiller boyu süren “uzun yürüyüş” tür. Bu yürüyüş ovada, dağda, çölde  devam edebilir. Yolun sonu ve Allah’ın rahmeti, Gaybi yardımı ne zaman gelir… o matematiksel olarak bilinemez.

Tebliğ  ‘sürecinde’ imandan yana, haktan yana geçip mü’minlik denizinde yüzenlerin eğitimi-  İslami ahlak ve şahsiyet kazandırılması en az tebliğ faaliyeti kadar önemli ve hayatidir.

baki_arslan-20131215-02.jpg

baki_arslan-20131215-03.jpg

baki_arslan-20131215-04.jpg

 

Önceki ve Sonraki Haberler