‘Galibiyet ve Mağlubiyet Muhasebemiz’

‘Galibiyet ve Mağlubiyet Muhasebemiz’

Bartın ve Ereğli'de Abdurrahman Çeliker'in sunumu ile Galibiyet ve Mağlubiyet konuları işlendi.

Bartın Özgür-Der ve K.Ereğli Özgür-Der’de bu hafta ‘Galibiyet ve Mağlubiyet Muhasebemiz’ konusu işlendi. Ankara Özgür-Der’den Abdurrahman Çeliker’in konuşmacı olduğu seminerde kısaca şunlar ifade edildi.

İslam Coğrafyalarında yaşanan süreç bize bu konuyla alakalı önemli mesajlar veriyor. Filistin’de, Mısır’da, Suriye’de kardeşlerimiz ölürken bizleri diriltiyorlar, bu Allah’ın bir lutfu, rahmeti. Bu gün yakın çevremizde İslami Mücadele sürecinden uzaklaşmış, bir kenara çekilmiş nice kardeşlerimizi İslam Beldelerindeki kardeşlerimizi destekleme eylemlerinde görmemiz bunun bir tezahürü olsa gerek. Kayıp, zarar gibi görünen şeylerin arasından Allah nezdindeki gerçek kazancın, dirilişin çıkıyor olması ve üzerimize sinmiş cahiliyyenin sahte yüzünün açığa çıkması, şimdilerde bu ataletle hesaplaşıyor olmamız Allah’ın rahmeti gereğidir.

İnsanlık tahayyulatında hayat tasavvuru ve bir kimlik algısı olarak ‘galibiyet’ hep bir kazanım elde etmek, mağlubiyetse o işlerden yoksunluk, kaybediş anlamında tanımlanmış. Bu yolla elde edilecek başarı dünyevi parametrelerle tanımlanan bir utkuya,üstünlüğe endeksli olarak, iktidar merkezli kavramsallaştırılmaya çalışılmış.

Rabbimiz Hadid Suresi 25. ayette ‘Biz peygamberlerimizi kesin kanıtlarla (kitaplarla) gönderdik, insanlar arasında adaletle hükmetsinler diye onlarla birlikte mizanı indirdik. Ayrıca büyük caydırıcılığı ve sertliği yanında insanlara yönelik birçok faydaları olan demiri indirdik. Böylece kimlerin görmedikleri halde Allah’ı ve Peygamberi destekleyeceklerini ortaya çıkarmak istedik. Hiç kuşkusuz Allah güçlü ve üstün irade sahibidir.’

Allah bizlere Kur’an’ı ve onunla birlikte yeryüzünde adaleti sağlamamız için de mizanı -maksadın ‘adalet’ olduğunu anlıyoruz- ve bunu koruması için demiri indirdiğini söylüyor. O demir ki; Kur’an ve mizan’ın koruyucusu, Allah’ın hakimiyetinin ve adaletin sağlayıcısı ve İslam’ın izzetinin sembolüdür. Ama güç/demir adaletten yoksun olacaksa orada gerçek galibiyetten bahsedemiyoruz.

Dünyevi/beşeri ideoloji sahipleri, mesela sosyalistler yeryüzünde güç elde etmeye yegane iktidar ve savaşım mücadelesi zaviyesinden bakıyorlar, o yüzden onlar için varolmak ‘başarı’ odaklı bir mücadeledir. Peki iktidara giden yolda bir ölçüleri var mıdır ? Hayır, yoktur. Sosyalistler işgal yıllarında sözgelimi İngilizlerin Hindistan’ı işgaline karşı çıkmayıp hatta hedefledikleri ‘işçi sınıfının iktidarı’ evresine halkı ulaştıracağı için bu işgali, pozitif bir aşama olarak görüyorlar. Yine ‘iktidar odaklı dönemler’ açısından geleneksel İslam iktidarları tarihinde Örn. Fatih Kanunnamesinde iktidarı emniyete almak adına kardeş katline cevaz veren hükümlere yer verilmiş ve bu uygulama Osmanlı tarihinde yönetimin selameti için yüzlerce hanedan mensubunun öldürülmesiyle de korunmuştur.

Kuran’da peygamberler tarihine baktığımızda onların dünyada iktidar olmak açısından ‘galibiyet’ yerine ‘yenilgiler’ tarihi içinde mücadelelerini sürdürdüklerine tanık oluyoruz ve bu hayatlar bizlere model/örnek olarak anlatılıyor. Allah galibiyet ve mağlubiyet kavramlarını kendine kul olmakla tanımlıyor. ‘Eğer sizler Allaha kul olursanız gerçek üstün gelecek olanlar sizlersiniz.’ diyor. ‘Üstünlük’ dünyevi galibiyetle ortaya konmamış oluyor. Kuran’dan Nuh (as) mücadelesini ele alalım. Kendisine verilen o uzun ömründe o kadar kararlı ve pes etmeyen bir mücadele ortaya koydu ki, kendisine inananların sayısı iki elin parmaklarını geçmiyordu. Şimdi bu durum dünyalık hesap yapanlara göre bir hezimet değil mi? Oysa Allah onları ‘hidayet ve refah gemisi’yle kurtarıyor ve O’nun rızasına yönelenlerin  gerçek sefer içinde olduklarını anlatıyor ve onları kutluyor. Bizim galibiyet  anlayışımız ‘zafer’ odaklı değil ‘sefer’ odaklı olmalıdır ki insanlar dosdoğru kullar olmak için daima çaba içerisinde olsunlar.

Davut ve Süleyman (as)’ın Kuran’da, dünyevi anlamda müthiş nimetlerle imtihan olduğunu görüyoruz. Oysa Zekeriya ve Yahya (as) ise bırakın güç sahibi olmayı İslami kimlikleri uğruna canlarını veriyorlar. Rabbimiz insanları ‘darlıkta ve bollukta imtihan’ ettiğini söylüyor. Asıl olan Allah’ın rızasını kazanmaya yönelmiş kulluğumuzda, direngen bir şekilde sürdürdüğümüz mücadelemizdir. Tüm peygamberler hayatın türlü evrelerine haiz örneklikleriyle bizlere bunu öğretiyorlar. Güya İslamilik iddiasıyla yola çıkan, çokluklarıyla ve şöhretleriyle övünen ve bunu  mutlak üstünlük olarak algılayanlar ya  İslami mücadeleye dahil olamayanlar yahut bu kutlu mücadelenin karşısında yer alanlar oluyor. Adaletiniz yoksa ahlakınız da olmuyor. Yapacağınız işlerde yüce Allah’ın ilkeleri belirleyici değilse Rahmani anlamda üstün de sayılmıyorsunuz.

 Müslümanlığın mutlak egemenlikten yana bir hedefi yoktur. Yeryüzünde iktidar/güç Allah’ın bir lutfudur, biz ona hak kazanırsak Allah bizim için bu imkanı yaratacaktır, bu sünnetullah gereği böyledir. Allah’ın bizlere lutfettiği ‘hayatı ve ölümü yalnızca O’na has kılabilmek’ dava anlayışımızın temelini oluşturmalı ve bu yolda ‘gerçek galibiyet’ hayatı yalnız Allah’a has kılabilmektir.İşte bu kararlılık üzerinde yaşadığınız bir hayatla ‘hümul galibun’ sınıfına dahil oluyorsunuz. Peygamberler, sabikun, sabirun, sıddıklar hepsi, gerçek öncüler olarak bu hat üzerinde tarif ediliyor ve övülüyorlar.

Nuh (as) örnekliğini biraz daha açalım. O kavmine sabah-akşam, gizli-açık, uzunca ömründe bıkmadan usanmadan tebliğini sürdürüyor. ‘Gerçek kurtulanlar ve kazananlar’ felah gemisine binenler oluyor. Aslında bir avuç insan, ama orada belki Nuh (a.s)’ı moral açısından hüzünlü hale sokan bir durum da var, o da, ona deniyor ki ‘ey Nuh eşin ve oğlun senin ehlinden değildir, senin ehlin gemideki inananlar topluluğudur’. İşte senin hidayet gemisine davet ettiğin, ‘Allah ve Rasulü’ne itaat eden ve senin mücadeleni önemseyen kimseler’ senin ehlindir.

Rabbimiz, Enam Suresi 162. Ayette bize nasıl bir hayat algısına sahip olacağımızı öğretiyor.‘Deki ‘’benim namazım, ibadetlerim, benim hayatım ve ölümüm yalnızca alemlerin rabbi Allah içindir.’ Yani yalnızca Allah’a has kılınmış hayatlar. Musa (as) örnekliğine bakalım, tam bir mücadele adamı, çöllerde geçen bir hayat, uzun bir mücadele örnekliği. O zor insanlar topluluğunu, İsrailoğullarını  Firavunun zulmünden kurtarıyor. Toplumu, İsrail oğulları bir diktatörün zulmünden kurtulduklarına şükretmek yerine o çetin şartlar içerisinde sığıntılar, hasta ruhlular, benliğini köleleştirmiş olanlar çıkıyor içlerinden ve peygamberlerini suçluyorlar ;’Ey Musa ! Firavun şöyle yada böyle bize yaşayacağımız kadar imkanlar veriyor, onun emri altında rahat bir şekilde yaşayıp gidiyorduk, sen ise bizi aldın çöllere getirdin, bizi oradan oraya sürükleyip duruyorsun.’ Yine onun kavmi, hatırlayalım, o  Allah’tan vahiy almaya Tur Dağı’na gidiyor, Musa (as) kavmine döndüğünde kavmini Samiri gibi bir sapkının düşüncelerine ve onun eliyle yaptığı puta tapıyorlarken buluyor. İşte İsrailoğulları böylesine sıkıntılı bir toplum. İsa (as)’a bakıyoruz, yanında bir avuç insan.Yanında kimler var? ‘’Biz varız ey İsa’ diyen bir avuç Havariler topluluğu. Onların her biri arza dağılıp Allah’ın dinini tebliğ mücadelesine yöneliyorlar, çok acılar çekiyorlar. Ama Allah onları bize, onları Kuran’a alarak örnek gösteriyor. ‘Mağara Arkadaşları’nı hatırlayalım, sayıları önemli değil, bir avuç insan, Allahın dinini putların temsil edildiği sahte rablerin güç diye yutturulduğu saray ortamının içinden Allah’ın ilkelerini ete kemiğe büründüren ‘şahitler topluluğu’ ve kendilerini yalnızca Allah2a emanet eden ve O’nun yolunu hayat bilen bu insanları Rabbimiz Kitabına alarak bize ‘öncüler’ olarak takdim ediyor, işte gerçek şeref ! Tüm bu anlattıklarımız Allah’ın lütufkar kıldığı topluluk arasına girmek, gerçek galibiyet  değil midir ?  ‘Şuayb’ın namazı ’  dört duvar arasında kalmayan, hayatı kılan bir namaz, dışarıda ki hayatı inşa ve ıslah eden bir namaz, onlar diyorlar ki ‘Ey Şuayb ! Senin namazın mı bizim ticaretimizle ilgili hayatımıza ve atalar dinimize karışmanı emrediyor? İşte öyle bir namazımız olmalı ki Suriyeli, Mısırlı, Gazzeli ve aç kaldığı için çöplükten ekmek toplayan kardeşlerine sahip çıkan bir namaz olmalı kıldığımız, bizi kılan bir namaz! Bu namazla  hayatımızı dirilteceğiz ve toplumları ıslah edeceğiz.

Bizi geleceğe, Allah’ın bize rahmet olarak vadettiği  geleceğe bizleri taşıyacak olan ve hayattan kopuk olmayan  din algısıdır, emredilen duruşumuz. Emanetlere sahip çıkan, verdiği sözün gereğini yerine getiren bir yol tutuştur anlatılmaya çalışılanlar. Müslümanlar Uhud’d,a yenildiler dünyalıkların peşine koşuştururken kaybettiler. Ama yeniden Allahın gücüne dayanarak ve yaşadıklarından ders çıkartarak toparlandılar ve dirildiler. Rahmetli Seyit Kutup Uhud’un dönüm noktası olduğunu söylüyor. Uhud bir tecrübe, yeniden kardeşliğin, dayanışmanın, yenilgilerden ders çıkartmanın ve Allah için verilmesi gereken bir mücadelenin kavrandığı bir ders.

Sayılar, çokluk önemli değil. Huneyn’de Müslümanlar kalabalıktılar, sayılarına güvendiler, o an hesaplarını dünyevi tasavvurlar üzerinden yaptılar ve çok büyük bir hezimet yaşadılar. Ayette deniyor ki ‘bir an yer yarılsaydı içine girsek demiştiniz, kaçmak istiyordunuz, utancınızdan birbirinizin yüzüne bakamıyordunuz.’

 Sabır, mücadele, azim tüm bunlar yeryüzünden zulmü, fesadı, fitneyi defetmek için bize çaba yöntemi olarak öğretiliyor. Takva temelleri üzerine inşa olmuş hayatlar ‘bizlere öncü/model hayat’ olarak öğretiliyor. Nitelik azim ve kararlılık insanı cennet yolunda ilerleten değerler. ‘Allah inananlarla ve direnenlerle beraberdir, gerçek galip olanlar Allah’tan yana tavır koyanlardır.

Gazze, her tarafı kuşatılmış, muhasara altında, hiçbir yardım gitmiyor, ama  insanlar asla birbirlerini suçlamıyorlar, onursuzlaşmıyorlar. Her hangi bir pazarlık yok, sadece Allah’a dayanarak ve O’na sığınarak ve O’nun yolunda kenetlenmiş bir şekilde dimdik ayaktalar ve bütün insanlığa adeta vaaz ediyorlar tavırlarıyla, nasıl dimdik durulacağını öğretiyorlar. Çoluk çocuk, mümin kadın ve mümin erkekler direnerek nasıl bir hayatı yaşamak gerektiğine ilişkin ümmete ders veriyorlar. Suriyeli kardeşlerimiz. Güçlü silahlara rağmen direnen, teslim olmayan, zulme rıza göstermeyen, direnerek özgürleşen hayatların bir bir toprağa düşerek ümmeti dirilttikleri bir coğrafya!

Yüzyılın sömürge ataletini ve tağutların kirlettiği hayatları orada ki kardeşlerimiz nasıl arındıracaklarını, şerefli ve izzetli bir hayatın mensubu olarak nasıl yaşanacağını, gerekirse en ağır bedellerin nasıl ödeneceğini öğretiyorlar yaşlısıyla, genciyle, kadınlarıyla ve ümmetin çocukları olarak. Tüm insanlığa maddi kriterlere yaslanarak plan yapmayı değil, Allah’a adanan bir ömrün profilinin ne olacağını gösteriyorlar, ölürken diriltiyorlar.. hepimizi..İslam Ümmetini…

 

20140411_210522.jpg

 

20140411_214259.jpg

img-20140416-wa0000.jpg

Önceki ve Sonraki Haberler