Ereğli'de "İslami Algılamada Sabiteler-Değişkenler" Semineri

Ereğli'de "İslami Algılamada Sabiteler-Değişkenler" Semineri

Özgür-Der Ereğli Temsilciliği 2014-2015 sezonu seminer faaliyetlerine Kurban Bayramının 4. Günü yapılan bayramlaşmanın akabinde başladı.

Özgür-Der Ereğli Temsilciliği 2014-2015 sezonu seminer faaliyetlerine Kurban Bayramının 4. Günü yapılan bayramlaşmanın akabinde başladı. Saat 14.00’de başlayan bayramlaşma ve sohbet ortamı 15:00’de başlayan seminer ile devam etti. Bu yılki seminerlerinde, ortak bir usulü ve perspektifi yakalama çabasının bir yansıması olarak daha çok usuli konulara yer veren dernek yönetimi, araştırmacı yazar Hamza TÜRKMEN’in büyük katkıları ve sunumu ile ayda bir kez olmak üzere 9 ay sürecek olan bir çalışmayı başlatmış oldu. “İSLAMI ALGILAMADA SABİTELER-DEĞİŞKENLER” üst başlığı ile 9 ay sürecek olan ders halkasının ilkinin konusu “İman-Amel Bütünlüğü Sabiteler-Değişkenler” idi. Yoğun katılımın gözlendiği seminerde, usulümüzü beraberce gözden geçirmenin ve istişare etmenin önemine değinerek başlayan Hamza TÜRKMEN’in sunumunun özeti şöyle idi:

“Kur’an merkezli bir usulün inşası çok önemlidir. Toplum içerisinde farklı İslam algıları yerleşmiş. Gelenekçi (Batıni, tasavvufi) din algısının yanında Modernist, anı mutlaklaştıran ve İslamı statükoya uydurmaya çalışan din algıları mevcut. Bunların yanında peygamberlerin, Salihlerin, şehitlerin yolu olan ıslah merkezli din anlayışını nasıl üretmeliyiz?

“Islah” kavramı maalesef saptırılan kavramlarımızdan. İdare-i maslahatçılık gibi algılanır olmuş. Oysa Kur’an’da tevhid-şirk mücadelesinin açılımı olan iki kavramdan birisi ifsad, diğeri ise ıslahtır. İfsad, vahiyden kopmayı, çürümeyi ifade ederken, ıslah, yeniden fıtratla barışmak, dirilmek manasına gelir. Islah, her şeye karşı çıkan anarşist bir devrimcilik anlayışı değildir. Dağılmış, nimeti kaybetmiş ümmeti, yeniden nimet ile yani vahiy ile buluşturma mücadelesidir ıslah. Bizler, tarih içerisinde bu kaygılarla hareket eden, mücadele eden, bedeller ödeyen ıslah ekolünün temsilcileriyiz. Çizgimizi oluşturan bu ıslah öncülerinin zaaflarınıda aşarak kendimizi geliştirmeye çalışan, vahyin şahitleri olmaya çalışan insanlarız. Bu, Hz. İbrahim’den gelen tevhidi bilinç çizgisidir.

Yaşadığımız toplum elbette kendisini İslam’a nispet etmektedir. Yaşanan vakıalara verilen tepkilere baktığımızda İslami duyarlılığın yüksek olduğunu görmekteyiz. Ancak olmazsa olmaz olan duyarlılık Rabbimizin istediği manada iyi bir mü’min olmak için yeterli midir? Ümmeti yeniden inşa etme kaygısını nasıl diri ve hayatın merkezinde tutacağız? Bunlar üzerinde düşünürken elbette tarihteki ıslah önderlerinden faydalanacağız ancak bunu kör taklit ile değil tahkik ederek yapmalıyız. Hepimiz Kur’an’ın tarif ettiği alimlerden olma mücadelesi vereceğiz. Hayatı okuma ve anlamlandırma çabası içerisinde iken neleri sabiteler olarak göreceğimizi, neleri değişken, ictihadi olarak göreceğimizi önyargısız bir şekilde çözebilirsek, ortaya koyabilirsek doğru ölçüleri yakalamış oluruz.

Kur’an’ın muhkem naslarını ters yüz edecek yorumlardan uzak durmalıyız. Sabiteleri muğlaklaştıran ya da bozan her türlü yoruma tavır almalıyız. Gaybi alana dair yorumda bulunurken Rabbimiz tarafından bildirilen ile yetinmeli, yorum yaptığımızda muhkem esaslara ters düşmemesine dikkat etmeliyiz. Bu bir ölçüdür ve kaçırılmamalıdır. Aksi takdirde bize anlatılanları değerlendirme, tahkik etme şansını yitirmiş oluruz.

Yine Müzemmil suresinde ifadesini bulan “tertil” kavramını iyi anlamalıyız. Çok az ayetin gelmiş olduğu bir ortamda tertilen Kur’an okumak ne anlama gelmektedir. Tertil fıkhını nasıl üretebiliriz? Ayetlerin anlaşılması ile ilgili bir problem olmadığına göre tertil ile kastedilen indirilen ayetler ile yaşanılan hayat arasındaki bağlantıyı doğru kurabilme çabasıdır. Mesela Müddessir suresinde geçen “Üzerinde ondokuz vardır” ayeti karşısında gösterilen tavırlara baktığımızda birkaç tavrın ön plana çıktığını görüyoruz. Kitap ehlinin kesin bilgiye ulaşması, iman edenlerin imanının artması, kafası karışıkların şüphelerinden arınması ve Allah bununla ne demek istedi diyerek inkar edenler.

Bu anlamda bugün İslamı yaşamak ve yaşatmak idealinde olan insanların içerisinde yaşadıkları toplumun durumunu iyi analiz etmeleri gerekiyor. Anlattıklarımıza ya da gündemleştirdiklerimize karşı verilen ya da verilecek muhtemel tepkileri bilmeli, doğru bir metot ile hareket etmeliyiz.

Yıllarca pozitivist, Kemalist sistem tarafından ve çeşitli şekillerde bize dayatılan benmerkezcilik, hazcılık, tüketim köleliği aşılmalı ve vahiy ile hayat arasındaki bağ sağlıklı kurulmalıdır. Müslüman hayatı Kur’an merkezli inşa etmezse dareyni kazanamaz. Önce hepimiz İslami şahsiyet olacağız, sonra şura toplumu ve şühedalar topluluğu olacağız. Bilgilerimizi amelleştirerek bilinç düzeyine çıkaracağız.

Kur’an’da geçen “atalar dini” vurgusunu, kör taklitçiliği aşacağız. Ancak yanlış bir inanca sahip olsa da Allah’tan korkanları uygun bir şekilde davet etmeye devam edeceğiz. Onlar bizim muhataplarımızdır. Yok sayamayız, tekfir edemeyiz.

Anlattıklarımıza talep uyandırabilmek için anlattıklarımızın arkasında durup pratiğe aktarmamız gerekir. Özü, sözü bir şahsiyetler olmalıyız.

Islah temelli, Kur’an merkezli din anlayışını bozan her türlü inanca karşı tavır sahibi olmalıyız. Mesela düğümlere üfleyenler, gabya taş atanlar toplumumuzda var mı yok mu? İnsanları Allah ile aldatan saray uleması yok mu? Kelimeleri yerlerinden oynatanlar var mı yok mu? Herkes vahyin ölçülerini yok etmek için uğraşıyor.

Tüm bu yanlış inançlara karşı hakiki dini nasıl yakalamamız gerekir. Kur’an’ı, sünneti, fıkhı, kelamı, akaidi, tarihi, toplumu doğru değerlendirebilmeliyiz. Kur’an sürekli tefekkür edin, tedebbür edin diyor. Gerek kitaba, gerekse peygambere körü körüne iman edilmesini istemiyor Kur’an. Öyle bir iman istiyor ki şahit olsun, şehit olsun. Şahitliğini sürekli hale getirip şehitlerden olun diyor. Ama ölen şehitlerden olmak için öncelikle yaşayan şehitlerden olunması gerektiğini ifade ediyor.

Kur’an inanç ile ameli hiçbir zaman birbirinden ayırmaz. Bununla ilgili en güzel örnek Bakara 177’de geçen “birr” kavramıdır. Orada Rabbimiz iman edilecek 5 temel esası saydıktan sonra bununla yetinmiyor ve yapılması gereken amelleri de sayıyor. Malı infak etmek, salâtı ikame etmek, ahitleri yerine getirmek, mücadele anında sabretmek vs. İşte birr kavramı. İşte İslam bütünlüğü budur. Bu bütünlüğün, yani inanç-eylem bütünlüğünün mutlaka kazanılması gerekir.

Sorumluluklarımıza öncelikle kendimizden başlamalıyız. Kendimizi kurtaramazsak çocuğumuzu kurtaramayız. Önce kendimiz için fedakârlık yapalım. Önce kendimiz İslami şahsiyet, vahyin şahidi ve şehidi olalım. Böyle olursak zaten o zaman imtihanımızı hakkıyla vermiş oluruz.

eregli-20141009-02.jpg

Önceki ve Sonraki Haberler