“28 Şubat'ın Müslümanlar Üzerindeki Etkisi”

“28 Şubat'ın Müslümanlar Üzerindeki Etkisi”

Özgür-Der Adana Temsilciliği’nde “28 Şubat'ın Müslümanlar Üzerindeki Etkisi” konulu seminer yapıldı.

Abdulkadir Şanlı / Haksöz Haber

Özgür-Der Adana temsilciliğinin salonunda gerçekleştirilen program, Muhammed YILDIRIM'ın Kur'an'ı Kerim tilaveti ve Caner YAMAN'ın meal okumasıyla başladı. Açılış konuşmasını yapan Mahşuk ÖZDEMİR, 28 Şubat'ın Müslümanlardan götürdüklerine ve Müslümanların buna karşı geliştirdiği onurlu direnişinden ve hala cezaevinde hukuksuzca hükümlü olarak bulunan Müslümanlar için de sesimizin yükseltilmesi gerektiğini vurguladıktan sonra sözü Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan ALPAY'a bıraktı.

"Dedi; Sapıtmışlardan başka kim ümit keser Rabbin Rahmetinden"(15-Hicr-56) ayetini vurgulayarak söze başlayan ALPAY, konuşmasına devamla; bir mümin asla Allah'tan ümit kesmemelidir. Onlar bir kararlılık, hatta bütün bir toplumu ezmek, sindirmek, susturmak ve ümitsizliğin karanlığı içinde boğmak için "28 Şubat bin yıl sürecek" söylemini geliştirdiler. Bu anlamda çok anlamlı, planlı ve üzerinde çalışılmış bir söz idi. Böylesi durumlarda ümitsizliğe karşı rabbimizin bu ayeti bizler için Allah'ın rahmetini müjdelemesi açısından ayrı bir önem kazanmaktadır. Burada rahmet kelimesi bir ümit, bir hayat ve mücadele için vesiledir. Rabbimiz gücümüzün yeteceğinden daha ağır bir şeyi teklif etmiyor.

28 Şubat askeri boyutu dışında, yargı, sermaye ve uluslararası stratejik boyutu olduğunun farkında olmalıyız. Bu olay sadece gazete manşetleri ile okunamaz. Çünkü medya bu işin asli unsuru değildi. Malcolm X'in deyimi ile kuklayı değil kuklacıları teşhis ve deşifre etmek durumundayız.

28 Şubat öncelikle 1908'deki İttihat Terakki'nin başlatmış olduğu darbeler zincirinin son halkasıydı. 28 Şubat'ı 12 Eylül'den, 12 Mart'tan, 27 Mayıs'tan, 1908'den ayrı görülmemelidir. Tüm bu darbeler geleneğinin birbirine bağlayan kavramın ise "teamül" kavramı olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Her ne kadar uluslararası anlaşmalar, anayasa, yasalar bir şey ifade etse de askeri gelenek için "şartlar oluşmuşsa", teamül kavramı her şeyin üstündedir algısı subay yetiştirmenin temelinden itibaren askere kodlanmaktadır.  Askerin sünneti darbe yapmak üzere oluşturulmuştur. Halkın ortaya koyduğu siyasi ameliyesi dışında kendi zihnindeki düşünceyi hakim kılmak çabası etkindir. Bu anlamda bu zamana kadar silah kimdeyse darbe yapma yetkisini kendinde görmüştür.

Diğer bir husus olarak da 28 Şubat bir günde olup bitmemekle beraber bir olaylar toplamından oluşmakla beraber Refah Partisi'nin birinci parti olması 28 Şubat'ı tetiklemiştir. Eğer Refah Partisi hükümeti oluşturacak güçten yoksun olsaydı o dönemde böyle bir girişimde bulunulmazdı. Refah Partisi'nin gücü yüzde 21'lere yükseldikçe askerin teyakkuz durumu da o derece yükselmiştir. Bu noktada temel belirleyici unsurun siyasal İslam/dincilik/şeriatçılık gibi irticai görülen unsurların hükümet nezdinde belirleyici olması askeri ve onlar birlikte olanları tedirgin etmiştir. Bölücülük ve irtica tehdidi sürekli olarak askeri strateji temelinde baz alınarak yöntem geliştirilmiştir. Sincan'da düzenlenen Kudüs gecesi ise işin fitilini ateşlemiştir. Çünkü laikliği korumayı Siyonist işgali sahiplenmekle eşdeğer görülmekteydi. Benzer şekilde 12 Eylül ihtilalinin askerlerce en önemli izahı ise Konya'da yapılan Kudüs Yürüyüşü'dür. Askeri komuta kademesinde bu yürüyüş "bardağı taşıran son damla" olarak tanımlanmıştır. Bu durum, bariz bir biçimde Türkiye'deki askeri sınıfların sadece batı yanlısı/Nato yanlısı olmakla iktifa etmeyip, aynı zamanda Türkiye'deki siyaseti ve toplumu, kültürü ve akademiyi, medyayı ve sermayeyi birebir İsrail'in menfaatlerine/bekasına endekslediğini göstermektedir. Bu da işte işin uluslararası boyutudur.

28 Şubat darbesi ile hükümete 18 madde dayatılmıştır. 2'si gizli kalmakla beraber az çok anlaşıldığı üzere İran'a uygulanan ambargoya destek verilmesi ve İsrail ile ilişkilerle ilgilidir. Geriye kalanlar için de en önemlisi başörtüsü yasağı olmakla beraber, imam-hatip ortaokullarının kapatılması, katsayı uygulaması, İlahiyat fakültelerinin kontenjanlarının kısıtlanması, okullarda namaz yasağı, İslami vakıf ve derneklerin faaliyetlerinin daraltılması diğer hususlardır.

28 Şubat'ta en önemli neden olarak asker, korumak ve kollamakla kendisini mükellef saydığı resmi ideolojinin toplum nezdindeki meşruiyetine inanmamasını sayabiliriz. Asker temsil ettiği ideolojik formasyonla beraber toplumsal meşruiyetine inanmıyor. Birinci dünya savaşı sonrası kurulan ordular iç ordulardır, halkı ile savaşmak için kurulmuşlardır. MGK ve MGK ile beraber oluşturmuş olan Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK) ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) düşman tehdidinde dış tehdit yerine halkını düşman göstermektedir. 28 Şubat, 21 bankanın batmasıyla ekonomik iflasla da toplumda kaotik ortam oluşturmuştur.

28 Şubat'ın tüm zorbalığına, iftirasına, zulmüne, fişlemesine rağmen direnen onurlu Müslümanların direnişinin de adıdır 28 Şubat. "Başörtüsü onurumuz koruyacağız" "imam hatipler kapatılamaz" , "Cuntaya hayır, eğitime özgürlük" sloganlarıyla direnenleriyle, teslim olmayanlarıyla, beyaz beyrak çekmeyenleriyle de anılmalıdır. O günkü direniş olmasaydı bugün başörtülü kimse olmamalıydı. İmam hatiplerin kökü kurumuş olmalıydı. İlahiyatlara giden kimse olmamalıydı.

Bugün gelinen noktada Müslümanlar ciddi bir kazanım yaşamışlardır. Orduyu, sermaye sınıfını, medyayı tanımışlardır. Eskisi gibi milliyetçi devletçi refleksler verilmiyor. İnsanlar hak, adalet neyse onu talep etmekteler. 2013 yılında 28 şubat aktörlerinin, topluma balans vermeye çalışanlar yaptıklarının hesabını verir bir noktada cezaevlerine alındılar. Bugün onlardan kimse içerde kalmamış olsa da önemli olan şu ki biz intikam peşinde değiliz ancak adaletin peşindeyiz. 28 Şubat, Balyoz, Ergenekon, casusluk davasındaki herkes serbest kaldı ancak maalesef hala bir çok Müslüman kardeşimiz cezaevinde bulunmaktadır. Yazık ki kazanımların gevşettiği günümüzde biz bunların çoğunu unutmuşuz bile. 29 yıldır cezaevinde bulunan Rıdvan ÇAĞRICI için bir yıllık denetimli serbestlik bile çok görülmüştür. Sivas olaylarında Sivas'da bulunmayaların bile hala cezaevinde olduğunu biliyoruz. Daha bir çok Müslümanların davasında birçok Müslüman cezaevinde bulunmaktadır. Bizim muhakkak surette bunları gündeme getirmemiz gerekmektedir. 28 Şubatçılar için denebilecek şey şudur;

"Onlar yüzleşmeye, biz hesaplaşmaya mecburuz."

 

adana-20150227-01.jpg

 

adana-20150227-03.jpg

 

adana-20150227-02.jpg

adana-20150227-04.jpg

Önceki ve Sonraki Haberler