‘’Laik Cumhuriyette Sağcılık ve İslamcılığın Kısa Bir Tahlili’’

‘’Laik Cumhuriyette Sağcılık ve İslamcılığın Kısa Bir Tahlili’’

Bartın Özgür-Der’de bu hafta ‘’Laik Cumhuriyette Sağcılık ve İslamcılığın Kısa Bir Tahlili’’ konusu konuşuldu.

Cihat Özdemir ve Abdurrahman Kuşçu'nun sunumunu yaptıkları konuyla ilgili şunlar ifade edildi;

TÜRKİYE'DE İSLAMCILIĞIN SEYRİ;

İslamcılıkinanç, düşünce,ahlak, siyaset,idare vehukuk bakımından İslam'ı hayata hakim kılmak,Müslümanlar arasında birlik ve dayanışmayı tesis ederek İslam ümmetini batı karşısında geri kalmışlıktan kurtarmak amacına yönelik bir çözüm arayışı olarak XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı aydınları tarafından tartışılmış, bir kurtuluş reçetesi olarak görülmüştür. II. Meşrutiyetten sonra dünya meselelerine İslami bakış açısıyla çözüm üretmeye çalışan o dönemin mütefekkirlerince bir ihya ve ıslah projesi olarak benimsenen tezlerin adı olmuş, cumhuriyetin kuruluşunda ve devamındada ilmi ve kültürel bir ilgi alanı olarak iddiasını sürdüren vetireye verilen addır.

XIX.yüzyılda her alanda batılı devletlerin baskısı altına giren İslam Dünyası'nda Avrupa'nın sömürgeleştirme hareketine karşı koyabilmek için,aynı zamanda İslam dünyasının geri kaldığı alanlarda gelişmesini sağlayabilmek adınaİslami dayanışma fikri gelişmiştir. Bu yüzyıl Avrupa'nınsömürge siyasetinde köklü değişikliğe giderek Müslüman coğrafyayı doğrudan işgal ve ilhak ettiği dönemlerin başlangıcıdır.Orta Asya,Endonezya veya Hint alt kıtasında yaşayan Müslümanlar bu işgaller karşısında Müslümanlardan ve de Osmanlı Hilafetinden yardım talep ettiler.Hilafetin yapısından güç alan bu yöneliş öteki coğrafyalardaki Müslümanların da sorunlarına kafa çevirmeyi sağlamıştı.O dönemki ahval içinde; İslam nimetinden, yani Kitap, Sünnet ve ictihad kabiliyetinden uzaklaştıkları için aralarında çok da ciddi bir irtibattan söz edemeyeceğimizMüslüman halklar bir güç ve işbirliği temelinde sömürgecilere karşı birlikte olmayı denemeye başladılar. İşte İslamcılık ilk defa bu süreci ve dönüşümü temsil eden siyasi nitelikli bir tez olarak ortaya çıkmış oluyordu.

Yeni sayılacak bu hareketin kısa vadedeki hedefi meşveretisağlamak, meşrutiyet dedikleri yeni bir anayasa ve şura meclisini oluşturup, teknik,eğitim ve pek çok alanda yenilikler yapmak, devletin tıkandığı konularda yeni etkinlik alanları oluşturup çağdaş sömürge anlayışları ile ciddi anlamda mücadele etmek şeklinde özetlenebilir.

Budönemde geliştirilen tezler

 1.. İslamiyet yaşadığı bütün çağların ihtiyacını karşılayacak ,gelişmeler ve yenilikler karşısında insanın bunlara karşı bakış açısını tayin edecek,değişimi açıklayacak ve hayatın her alanına hakim olacak siyasi ve sosyal muhtevaya sahip bir dindir.

2.. İslam bütün ehven gelişmelere açık bir dindir. Gelişmeyi engel görmediği gibi bizatihi teşvik ve emreder.

3.Eskiden Müslümanların elinde bulunan imkan ve teknikler bugün Müslümanların ihmali sonucu batının eline geçmiştir. Bu gelişmeler ışığında ilerleme ve gelişmelere açık olunacak ancak İslami kimlik ve kültürden ödün verilmeyecektir. İctihad kapısının kapanması veyaşanılan dönemi ve şartları yorumlayamama Müslümanları geriye düşürmüştür. İctihat kapısı açılmalıdır.

4.. Batıda oluşmuş milliyet ve millet kavramına karşı ittihadı İslam müşterekliği ve Hz İbrahim Milleti gibi tüm Müslümanları yaşadıkları coğrafya itibarıyla kapsayıcı kavramlar kullanmışlardır.

İslamcı aydınlar bu dönemde İstanbul'da  Sıratı Müstakim isimli dergi etrafında toplanarak fikir üretmeye ve yaşadıkları sorunları tartışmaya başlamışlardır. Bu şahıslar arasında Şehbenzade Ahmet Hilmi, Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Mustafa Sabri Efendi, Ferit Kaim, İsmail Fenni, Said Nursi, Musa Kazım, M.Şemsettinvb..ler sayılabilir.

Bu akım İslami ıslah düşüncesine sahip ve yeniden toparlanmanın sadece dinimiz İslamla olacağına inanan,  İstanbul'da M.Akif, Babanzade ve Mısır'da M.Abduh ve gerçek bir İttihadı İslamcı C.Afgani'nin temsilini icra ettiği bir ekole dönüşmüştür.

İslamcı hareket Türkiye cumhuriyetinin başlangıç yıllarında varlığını belirli ölçüde hissettirmişti. Bunda Osmanlının sunduğu şartlar ve geçiş dönemi atmosferi etkili olmuştu. Ve bu belirleyiciliğin I. Mecliste kuvvetle temsil edilmesinin etkisi büyük olmuştu. Hatta 1923 te kurulan Mecelle vacibat  ve mecelleyi ahvali şahsiye komisyonları İslam hukukunu dikkate alan bir anlayışla da çalışmışlardı.1923 ve 24 tede aile hukuku bölümleri aynı anlayışla çalışmış fakat kurucu kadrolarda hakim olan batıcı anlayış ve etkiyle buralardan batı eksenine kayılmış ve 1926 ta İsviçre'den medeni hukuk noktasına virgülüne dokunulmadan tercüme edilip uygulamaya konmuştur. Bütünüyle yeni cumhuriyet 1923 de aldığı yeni meclis kararıyla eski ilk kurucu meclis kadrosunu tasfiye ederek batıcı, laik, pozitivist bir yola ülkeyi sokmuş oluyordu. Milli mücadele döneminde büyük oranda Kuvayı Milliye teşekkülünün içinde yer alan İslamcılar sonradan laiki,seküler, batıcı nosyonu benimsemiş yeni cumhuriyet kadrolarınca tasfiye edilmiş oldular.

 Mehmet Akif ve MustafaSabri Efendi gibi İslamcılar bu kadrolarla ters düşmüş ve Mısıra gitmek zorunda kalmışlardır. İskilipli Atıf hoca gibi niceleri İstiklal Mahkemelerinin verdiği ölçüsüz kararlarla asılmış ve İslamcı denebilecek kadrolar bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Ki İskilipli Atıf hoca İstanbul DarulFünun yani bugünkü adıyla İstanbul üniversitesinin rektörüdür.ÇanakkaleMüdafaasında yetişmiş önemli ölçüdeki münevverlerini kaybeden toplum,cumhuriyetin ilanından sonra yapılantavsiyelerlede büyük darbe yemiştir. Elmalılı Hamdi2 kez yargılanmış, ilkinde idama mahkum edilirken, ikincisinde beraat etmiştir.

1950 öncesi cumhuriyet dönemi İslamcılarının önemli bir özelliği alternatif bir İslamcı siyaset projesi koymaktan ziyade ibadet,ahlak gibi İslami konularla ilgilenerek mevcut yaşam içerisinde dini kimliğin bireysel boyutta korunup geliştirilmesine dayalı bir hayat tarzı ortaya koymak olmuştu. Bunda elbette sistemin baskıcı ve acımasız oluşunun etkisi büyüktü.1950 sonrası çok partili hayata geçiş ve özgürlüklerin göreceli olarak artışı ile beraber  dindar çevrelerde var olan birikimin siyasete taşınması,mevcut sistem içerisinde dini kimliği korumaya çalışarak maddi kalkınmaya ve maneviyata önem veren ama rejimin prosedürünü de benimseyen  bir tür sağcılık olarak da tebarüz etti.

1960 lı yıllarda ilk tercüme faaliyetleriyle beraber  günümüze kadar SeyyidKutup,Hasan el Benna, Ebul Hasan en Nedvi, Mevdudi, Malik bin Nebi, Abdulkadir Udeh, Ali Şeraiti gibi düşünürlerin eserleri yoğun şekilde Türkçeye çevrilmiş ve bu eserler İslami uyanış sürecini harekete geçiren ve bu sürece nitelik katan bir devinimi sağlamıştı.60 lıyıllara kadar ki birikimde Büyük Doğu dergisiİslamcı kesimin neredeyse tek dergisidir.1960 tan sonra ise Diriliş Dergisi aynı kadro içerisinden çıkan Mavera, Yönelişler dergileride üzerlerinde İslamcı bir renk barındırmaya çalışmışlardır. Necip Fazıl İslami kavramsal çıkışlardan ziyade milli diriliş, yerli edebiyat, metafizik duyuş gibi duygusal edebi metinlerle olayları anlatmıştır. Zaten üstadın kendisi de İslam'ı bütünlük içinde anlatabilecek alt yapıya sahip değildi. Ama yinede kendi devri itibarıyla bu çabalar özeldi.1960 lı yıllarda Anadolucu, ahlakçı, sosyalizm rüzgârlarından etkilenmiş ve birazdaİslamcılık barındıran Nurettin Topçu'dan bahsedebiliriz. Topçu Hareket dergisini çıkarmış daha sonra bu akım Dergah yayınlarıyla varlığını sürdürmüştür. Yine 60 sonrası SezaiKarakoç önderliğinde Diriliş dergisi İslamcı izler taşımış ama yerli olmanın ve akademik kaygıların ötesine geçememiştir.

Dahaİslamcı bir dergi olarak 1958 de SalihÖzcan tarafından çıkarılan Hilal dergisinden bahsedilebilir. Milliyetçi mukaddesatçı çizgideki Müslümanları daha İslamcı çizgiye yaklaştırması bakımından önemlidir. Örneğin 1961 de 18. Sayısında Mevdudi'yi, 2 sene sonra 49. Sayıda SeyyidKutub'u tanıtır.1970 lere kadar bu çizgide devam eden dergi İslamcı düşüncenin anlaşılmasında önemli bir fonksiyon icra eder.1966 da SeyyidKutub'unşehid edilmesi üzerine 2 özel geniş sayı çıkartmıştır.

1970 yılların ortalarında çıkan Düşünce dergisi fikri derinliğe, Karamanların çıkarttığı Yeni Nesil uyanış, ilmi tecdid ve imanlı mukaddesatçı gençlik yetişmesi hedefine, Yalçıner ve Selahattin Eş'lerin çıkarttığı Tevhid, Şura gibi dergiler Türkiye'de siyasal konularda ve önemli hayat memat meselelerindeİslamcı duyarlılığa önemli katkılarda bulunmuş dergilerdir. 1980 sonrası özellikle Mısır ve Pakistanlı Müslüman düşünürlerden çevrilen kitapların yoğun bir şekilde okunma süreciyle beraber  dinin geleneksel normları üzerinde yapılan kavramsal ve metodik sorgulamalar ve dinin aslına dönme tecdid, ıslah ihtiyacının var olduğunun düşünülmesi ,Kuran ve sahih Sünnet kaynaklı arınma çabaları İslamcı düşünceye daha da derinlik kazandırmış,yaşanan hayata dair vahiy kaynaklı bakış ve yorumla bu düşüncenin bu topraklarda zemin kazanmasına vesile olmuştur.

80 ler ve sonrasını başka zaman inşallah ele alalım. Bu konuyla ilgilişunları ifade edelim; batıcı, vesayetçi ve dünya ülkeleri arasında güçlü olana sığınmakla malul, bu orandada İslam karşıtı sözde ilkelerinde inkılapçı, ulu önderci kesimler bu memlekete 28 şubat sürecini yaşatmışlardı. Türkiye Müslümanları bütün bunlara rağmen sabırla, ve zorluklara karşı direnerek mücadelelerinde hakkı, adaleti temsil etmekten ve söylemekten çekinmemişlerdi. Tıpkı 1923 ten sonra baskı ve kısıtlılık içindeki öncü ıslah nesli gibi, var kalmaya, kazanımları korumak adına..Bu gün ise hamdolsun vesayet kısmen geriletilmiş, imkanlarımız çoğalmıştır. Bunu hazmedemeyen batı 15 temmuzda içimizden görünen alçak bir güruha darbe yaptırmaya kalkıştı. Hepimizin, Müslüman kardeşlerimizin duyarlılığı ile darbe önlenmiş ve şehitlerimizin, şahitlerimizin öncülüğünde Müslümanlaraaçılan alanlarda duyarlılıktan şuurluluğa gitme noktasındayüce rabbimiz bize yeniden imkanlarsunmuştur. Bunların değerini bilerek İslami düşünce ve gelişmenin Kuran ve sahih Sünnetten kaynaklı bir hareket olarak kök salacağını ve orta Asya'dan Endonezya'ya, Doğu Türkistan'dan Afrika içlerine, Mısır'dan Yemen'e  bizleri bir İslam medeniyetinin  beklediğini düşünmemiz gerektiğini belirtelim.

TÜRKİYEDE SAĞCILIĞIN SEYRİ

Sağcılık kurulu düzen veya eskinin muhafazasından yana köklü değişim ve yeniliklere karşı bir siyasal tutumu ifade eder. Siyasal eğilimlerde sağcılık veya solculuk 1789 Fransız devriminin sonrasında oluşan ulusal mecliste kraldan yana olanların sağa oturması ,karşı olanların sola oturması ile şekillenen bir anlayışın tezahürüdür.Avrupa'da sağcılık,aristokrasi,kilise yandaşlığı ve monarşinin yanında olma biçiminde anlaşıldı.

Türkiye'de sağcılığın gelişiminin sağlıklı analizi daha çok 1946 da dünyada ilk defa uygulanan açık rey, kapalı sayım usulüyle gerçekleştirilen seçimlere katılan demokrat partinin incelenmesi ile mümkün olageldiği görülmektedir.

Tek parti yönetiminden ve baskıdan yılan halk yığınları 1950 li yıllarda demokrat partiye çok büyük bir teveccüh gösterdiler. Bu dönemde demokrat parti ülke sorunlarıyla alakalı olarak 25 yıldır yapılmamış pek çok alt yapı ve sanayileşme sorununa el attı. Genel olarak batıyla müttefik bir politika geliştiren demokrat parti Türkçe olarak okunan ezanın dinin asli unsuru olan diliyle okunmasının sağlanması, göreceliolarak muhafazakâr kesimlere getirdiği özgürlüklerlemuhafazakâr kesimler üzerinde beğeni topladı. Türkiye'de deminde anlattığımız üzerindeki çok ciddi baskı ve istibdattan dolayı İslamcı kesimin siyasi ve politik hayattan çekilmesiyle beraber İslami anlamdaki gayret ve çabalar, geleneksel normlarda Süleyman efendi gibi, Said Nursi gibi öncülerin ayrıca kendini koruyabilen irili, ufaklı tarikatların zorlu ve meşakkatli çabalarıyla geleneksel normlarda bir muhafazakar yapılar oluştu.

Türkiye'desağcılık içinde muhafazakârlık dabarındıran, milliyetçi, mukaddesatçı, ekonomik anlamda yarı devlet, yarı liberal bir anlayış olarak gelişti. Tabii bu arada milli nizam ve selamet partisini kuran insanlarda da bahsettiğimiz sağcılık tanımlamalarından izler taşıyan insanlar vardı.Ama dönemin şartları incelendiğinde bunun normal olması gerektiği kanaatindeyim. Sağcı partilerde devlet, vatan, millet, bayrak, ezan gibi kavramlar bağlıları tarafından çok fazla ön plana çıkarılan ve önem verilen kavramlardır. Örneğin devlet kavramı devletin doğru veyanlışına bakmadan mutlak, itaat içeren bir normda gelişmiştir. Bayrak gibi sembolik kavramlara abartılı önem verilip, millet kavramıda asli unsurundan ziyade biraz ırka dayalı bir kavram olarak algılanmıştır. Burada belki tartışmamız gereken sağcılıkla ilgili kavramlar asli değerlerinden uzaklaştırılmış kavramlardır. Vatan yaşadığımız yerdir, çevredir. Bayrak sembolik bir değerdir. Millet ise Kuran'da geçtiği ifadeylede bir ırka bir etnik unsura dayalı değil, Hz. İbrahim milleti ifadesinde yer bulduğu şekli ile ümmete ait bir ifadedir. Bizim sağcılık geleneğimizde yanlış anlamda kullanılan bu kavramların İslami bakış açısına göre ıslah edilmesi ve düzeltilmesi gereken kavramlar olduğunu görmekteyiz.

Özellikle 1970'li yıllarda sistem içi mücadeleyi seçmiş milli selamet partisi hareketinin lideri Sayın Necmettin Erbakan ümmet ve Müslümanlarla ilgili birlik ve beraberlik kavramlarını da kullanarak bu kavramların muhafazakar kesimlerde daha doğru anlaşılmasına katkısı olmuştur. Ancak 80 ihtilalinden sonra partisinin kapatılmasıyla beraber refah partisini kurmuş bu parti de mevcut statükocu yargı unsurlarınca kapatılmış ve özellikle 28 Şubat süreci bu parti üzerinden bütün dindar kesimleri etkileyecek biçimde inançlı kesimleri zor durumda bırakmıştır. Refah partisinin kapatılmasından sonra Fazilet Partisi kurulmuş bu partide Merve Kavakçı isimli başörtülü kardeşimizi milletvekili yapmış ve bunun üzerine hem mecliste yemin töreni ettirilmeyerek ülkedeki bütün başörtülü kardeşlerimiz rencide edilmiş hem d e bu olay Fazilet Partisinin kapatılma gerekçesi olarak gösterilmiştir. Mevcut sistem içerisinde Müslümanlarla ilgili sorunların bu şekilde çözülemeyeceği öngörüsüyle kurulan AkParti Müslüman kimlikli bir parti iddiasındaolmasından ziyade kendisini destekleyen muhafazakâr ve Müslüman kesimleri sorunlarını da çözmeye çalışan bir parti program ve felsefesi ile hareket etmiştir.  Bunda AK partinin başarı olduğu da görülmektedir. Ülkemizde yaşanan 94 ve 2001 krizlerinden sonra mevcut sağ partiler çökmüş ve Akparti merkez sağ parti olan özelliğine kavuşmuştur. Tabii yukarıda tartıştığımız sağcılığa özgü kavramların kullanım ve içerikleri Akparti tabanı içinde geçerlidir. Lakin özellikle 2011den sonra küresel sistemin daha da bağımsızlaşmak isteyen Türkiye ve Akpartiyi hedef alan operasyonlarında bu muhafazakar kesimlerde küresel sistemin baskılarına karşı direnme şuurunun arttığını söyleyebiliriz. Bu örneği şöyle somutlaştırabiliriz. Yaşadığımız en büyük badirelerden biri olan 15 Temmuz darbe sürecinin engellenmesinde özellikle bu saydığımız sağcı ve muhafazakar kesimden insanların bu şer  çetelerine karşı nasıl direndiğini ve bu insanlardanda şehid ve gaziler çıktığını yalın bir biçimde gözlemledik. Bu sebeple kullanılan kavramlarla ilgili yanlışların düzeltilmesinde merhaleci bir yöntem izlenmesi bu insanların ve hepimizin mutlaka eksiği olduğunu bu insanlarında kendilerini Müslüman gördüklerini, kendisini Müslüman gören bir insanın çok teorik yorumlarla farklı kategoriye koyamayacağımızı ancak Müslümanım diyen insanların duyarlılıktan şuurluluğa ihtiyacı olduğunu ve bunun için çabalamamız gerektiğini belirtmek isterim.

Sağcılık konusunda söylenecek daha pek çok şey olabilir. Ben konuyu kısaca özetlemeye çalıştım. İnşallah yaşadığımız topraklarda insanlarımız küresel saldırılara karşı daha da şuurlanırlar ve daha da dirençli yapılar hale gelirler. Müslümanların bu hegemonyalardan kurtulması ancak bu tarz birlik beraberlik ve şuurlanma bilinci ile olacağı inancındayım. Bu temenni ile sözlerime son veriyorum.

Önceki ve Sonraki Haberler