“Müslümanların Vesayetten Kopma Süreci ve Referandum İlişkisi”

“Müslümanların Vesayetten Kopma Süreci ve Referandum İlişkisi”

Bartın Özgür-Der’de bu hafta “Müslümanların Vesayetten Kopma Süreci ve Referandum İlişkisi” konusu işlendi.

Hamza Türkmen'in sunduğu seminerde özetle şunlar ifade edildi:

Referandum sürecinde evet-hayır cepheleşmesi sözkonusu. Gündem yoğunluğu Erdoğan'ın yetkisini onaylamak ve onaylamamak üzerine sürüyor. Akil nitelikli insanlar toplumsal kutuplaşma olmaması için uyarılarda bulunuyorlar. Aslında bu günkü oylama 2011 referandumun devamı daha kalıcı ve kararlı olana yönelme adımı olarak görülebilir. 2005 te yeni bir anayasa arayışıyla Erdoğan bir anayasa metni hazırlatmıştı ve anayasanın başlangıç esaslarına dokunulur gibi olmuştu. O dönem bu anayasa taslak metnini hazırlayanlar sol ve liberal çevrelerden adamlardı hatırlarsınız. Siz nasıl ilk maddelere dokunursunuz diye bayağı gürültü yapılmıştı o dönem.

Referandumla ilgili Özgür-Der görüşünü açıkladı. 'Kemalist Vesayetin Geriletilmesi' umuduyla bu değişikliği destekliyoruz. Dolayısıyla bizim için bu oylama bir nokta değil önümüzde beklentilerimize, vesayetten kopma sürecine bir başlangıç, umuda başlangıç yani. Bu kayıtsız bir destek değil, çekincelerimiz var, zaaf gördüklerimiz var, bildiride bunların altı çiziliyordu. Sonrasında 16 Nisan biz istemesek de bir kutuplaşmayı işaret ediyor. Referandumu bir liderliğin niteliksel veya biçimsel değişikliğine dayalı bir değişim çabası olarak gördüğünüzde çok fazla bu konuda taraf olmaya gerek yok ama referandumu Türkiye'de ve dünyada güçler dengesi ve konulmuş yasalar, ezberler bağlamında vesayetten kopma mücadelesi olarak gördüğünüzde bu kararımız bizi de ümmeti de hatta tüm İslami Hareketleri de aynı oranda ilgilendiriyor.

Bugün tüm dünyada kutuplaşma var,  Türkiye bu kutuplaşmadan kurtulmaya çalışıyor, dünyada farklı ekonomi merkezli, ilgili oldukları ortak değerler merkezli (parasal ve pragmatik), 2.Dünya Savaşı sonrası girilen süreçte bağımsız gibi görünse de Avrupa sermayesine hükmeden büyük şirketlerin arkasında ABD'nin zengin sermayedarları, Dünya kapitalizmine hükmeden para babaları Avrupa'da rahatsızlık doğurabiliyor.Tramp mesela vatanı olmayan sermayeye karşı yerli patronların sermayesi, büyük tröstlere karşı para babalarına karşı Soros, Rockfeller gibi patronlar (15 Temmuzun arkasında duranlar da bunlardı) bu gün Avrupa medyasına da bunlar hakim(onlarda medyaya salt anlamda ırkçı, faşist, sağcılar hakim değil ki küresel sermaye güçleri hakim) Bu denklemi rahatsız eden Türkiye'ye ye de itiraz var, küresel yerel vesayetten kurtulmaya çalışan Türkiye'ye. Ki Batı ülkelerinin bazen kendi hinterlandına dönük bazen küme olarak oluşturdukları 1. Dünya Savaşı sonrası sömürgeleştirme, parçalama kuşatma politikaları işliyordu, bu minvalde Kahire toplantısının başlangıcı SykosPicotgerçekte Ortadoğu'yu para babalarının bölme projesiydi. Kahire anlaşmasıyla Ortadoğu'yu cetvelle masaya yatırıp böldüler ve dayatılan süreç sonunda bu yeni ulus devletlerdeki yönetimlere sekülerleşmiş,frenkleşmiş devşirme yöneticilere devrettiler. Osmanlı'da ve Müslümanların yönetiminde bugünkü devlet isimlerinin hiç biri yoktu.  İşte vesayet sorunu da böyle doğdu ve sürüyor. Türkiye ulusal devletinin yeni halinin dizayn edildiği Lozan'da biçimlenen küresel etkiyle oluşan sınırlar ve ulusçu merkezli devlet anlayışı sorgulanamazlar arasında ve etkiselliği konuşulamaz bağlamıyla yaşamaya devam ediyor.

Ak Parti bu gün yasalar ne kadar müsaade ediyorsa o kadar bazı değişimleri gerçekleştirmeyi hedefleyebiliyor, ama bu konuda son derece sınırlı pozisyonla yol alıyor. Ak parti bir ideoloji partisi değil, bir kitle partisi. Otoriter rejime karşı çevrenin, Müslümanların, kitlelerin sesi olabilmeyi hedeflemiş durumda.Vesayetten koparması için kitlenin desteğini alması lazım, hakeza Müslümanlara, Türkiye halkına ön açmak için Türkiye'yi hukukileştireyim tarzında kurulmuş bu siyasal hareket ve Ak Parti o yüzden de bileşenlerden oluşuyor.

Bir reel durum okuması yapmamız lazım, bu tabloyla T. Erdoğan'ın bir yürüyüşü var bunu bilmemiz lazım.  

Biz Özgür Der olarak 28 Şubata karşı direniş saflarından geliyoruz. Meydanlarda direnecek halimiz kalmadığında bunu hukuk alanında sürdürelim diye kurulmuştuk. 1999'da okullarda kızlarımızı tam bir muhasaraya almışlardı birçok tutuklama, elektrikli coplar, köpekler, robokoplar kullanarak meydanlarda sindirildiğimiz bu durum karşısında sisteme boyun eğmeyen ama direnişimizi de hukuken ve sınırlı alanlarda deklare de edebilelim ve savunalım diye özgür Der doğmuştu.

Vesayetin kırılması, geriletilmesi anlamında biz bu çabalara yönelmişken ve yeni siyasal dönemde; belki taleplerimizi 3. dönem iktidarlarında yapabilirler, belki üniversitelerde başörtüsü serbestiyeti getirilir diye umut ederken bu gün yargıda, askeriyede başörtülü bacılarımızın görev yapmalarına imkan tanıyan durumun legalleşmesi bizim umutlarımızı çok ileriye ve geniş sahaya yaymış oldu.

Müslümanların bu işleyiş karşısında reel politik alanları da etkileyecek özgüven ortamlarının bulunması gerekir ki öz eleştiri yapabilsinler; hataya hata, doğruya doğru diyebilsinler. Bu güçlü ekip olmak, hayırlı öbekler olmayı hedeflemekle olur. Müslüman camianın hayatı ilgilendiren konularla ilgili politik, ekonomik, sosyal meselelerle ilgili görüş sahibi olmaları, soğukkanlı duruşla ve öz güvenli maslahat alanına dönük isabetli ve geleceği hedefleyen kararlar verebilmesi önemli. 

Müslüman coğrafyanın, bölge halkının daha imkanlı şartlara gelmesinidaha rahat ve teknik anlamda güçlü konuma gelinmesini kısaca Müslüman coğrafyanın güçlenmesini Müslümanların imkan sahibi olması, küresel vesayeti kırabilecek konuma yükselmesini istemiyorlar.

Bu süreç Müslümanlar, İslami hareketler ve tüm ümmet coğrafyası için olması gereken bir süreçtir. Hedef olarak küresel vesayetten uzaklaşma çok önemli ama koşullar gereği tümden kopamıyorsunuz, bunu idrak edelim. Bizi küresel güçler masada emir alan pozisyonda görmek istiyorlar ve bu yüzden güçlü bir Türkiye istemiyorlar. Bu gün Gazze'de Suriye'de Myanmar'da Bangladeş'te bir şey olduğunda T.Erdoğan'dan başka bunu gündeme getiren var mı? Mısır darbesi olduğunda Ramazan ayında sahurda iftarda kardeşlerimizi tek tek vuruyorlardı. Bu darbeye Erdoğan darbe dedi, ilişkili olduğu Katar dedi ve Gannuşiler Afrika Birliği içinde etkindiler ve onlar da darbe dediler. Ama buna özgürlükler ülkesi ABD, AB ve İslam Devrimi iddiasından tanıdığımız vesayeti aştı diye umutlandığımız/dediğimiz İran buna darbe demedi. Çünkü ABD ile ilişki ve bölgeyle ilgili hesaplar peşindeydi. 'Ne ABD ne Rusya' diye devrim olmuştu ama bu gün İran Suriye'de emperyalist Rusya ve ABD ile kardeşlerimizi katlediyor. Afganistan ve Ortadoğudaki emperyalist hesapları gereği ABD ile iş tuttu ve hala devam da ediyor. Zalim rejim Irakla ve ABD ile iş tutuyor. Hakikatin örtülmeye çalışıldığı, hakla batılın karıştırılmaya çalışıldığı bir dünyada yaşıyoruz ve İran bu konuda buna öncülük ediyor.

Konuyu şöyle özetleyelim; 'Evet' çıkarsa tam bir felaha erme olmayacak. Bizimki bir umut. Yapılanlara bakarak, temayülü gözlemleyerek ve 'ümmet olma' kaygılarımızı öne çıkartarak; toplumsal dönüşüm merhalesine dayalı bir 'umut'. Biz Türkiyeli Müslümanlar yani İslami teşekküller eğer ilkeli durmayı başarabilir, doğruyu tasvip eden, yanlışa itiraz eden olabilirsek ve tavırlarımızda hüsnü zanna dayalı ama tetkik ve gözlemi bırakmadan yürüyüşümüzü sürdürürsek Allah halimizi hayırlı olana doğru niçin değiştirmesin ki?

Allah bizleri 'İslamca yaşayan ve ayakları İslam üzere sabit' olanlardan eylesin.

Önceki ve Sonraki Haberler