Türkiye'de Sağcılık, Dindar Milliyetçilik

Türkiye'de Sağcılık, Dindar Milliyetçilik

Özgür-Der İzmir Şubesi Alternatif Eğitim Seminerleri, Hamza Türkmen'in konuşmacı olarak katıldığı “Türkiye'de Sağcılık, Dindar Milliyetçilik” konulu seminerle devam etti.

"Sağcılık yıpranmış bir kavramdır ama özü yaşıyor ve gelişiyor" diyen Türkmen, 1970'lerde kendini İslam'a nispet eden tüm cemaatlerin sağcılığı savunduğunu; şair, yazar ve kanaat önderlerinin hemen hemen hepsinin sağcı bir kimlik taşıdığını dile getirdi. "Toplum olarak Osmanlı mirasıyız ama bu kavram Osmanlı'da yok; o halde yeni çıkmış. İslam tarihinde de rastlanmıyor" şeklinde konuşan Türkmen, "Sağcılığa Kur'an'dan referanslar bulanlar söz konusu: Ayette geçen kitabı sağlarından verilenlerle sollarından verilenler, 'ashab-ul meymene - ashab-ul meş'eme' terkibininin 'sağcılar – solcular' şeklinde anlaşılması sağlanmış. Söz gelimi Hasan Basri Çantay böyle çevirmiş. Oysa Arapça'da siyasî literatürde bu kavramlar 'yeminî – yesirî' kelimeleriyle ifade ediliyor. Fransız meclisindeki oturma şekline göre ortaya çıkmış kavramların, Kur'an'daki konuyla alakasız kavramlarla ilişkilendirilmeye çalışıldığını görüyoruz maalesef. Oysaki verili şartlarla, reel şartlarla uzlaşan bir kimlik halidir sağcılaşma" dedi.

Türkmen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sanayi Devrimi ile ulusal sınırlar çizilmeye başlanıyor. Halklar arasında çok dil ve çok kültür olduğu için resmî dil ve zorunlu eğitim ortaya çıkıyor, daha doğrusu dayatılıyor. Sınırların içi vatan kabul edilip, bunlarla ilgili destanlar üretiliyor.

TC'nin kuruluşunda Mustafa Kemal ve takımı 'muasır medeniyet' seviyesine ulaşmak niyetinde. İnkılap adı altında şekilsel değişimler var ama asıl istenen dış sermayeye açık bir şekilde TC'yi kalkındırmak. Batı, coğrafya adı değil; kapitalist yolla kalkınma formudur. "Ümmetten ulus yarattık" iddiasındaki Kemalist oligarşi tarafından oluşturulan yeni rejimde, ilk günden bu yana İslam-ulus kimlik çatışması en büyük çatışmadır. İstiklal mahkemeleri, Şeyh Said'in kıyamı, İskilipli Atıf Hoca'nın haksızlığa uğrayıp idam edilmesi gibi binlerce olay sıralanabilir. Dayatmalardan yılıp 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan kısmi demokratikleşmeden yararlanan Müslümanlar, İslamî dergiler çıkardılar. Lakin bu dergilerde İslam artı Türklük / Türk devleti / Türk milliyetçiliği bir arada işleniyordu. Tipik bir karşıtına sığınma örneği. Ezan dili aslına dönünce, Menderes aşırı yüceltildi. Komünizme karşı yeşil kuşak projesine gönüllü üye oldu Müslümanlar. Bunun yanından İslam'ı bir bütün olarak gören dergiler ise kapatıldı. Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkarıldı. Statüyü savunur içerikteki, vatan-millet-devlet-ordu kutsayıcı dualar, o zamandan bakiye. Tevhidî uyanış ve ıslah eserleri 1970'lerde Türkçe'ye çevrilmeye başlandı. Ama maalesef olay arınma boyutunda kaldı; sosyal bir proje ortaya konulamadı. Merhalecilik gözetilemedi, acilci yaklaşımlar ortaya kondu. Tüm bunlar olup biterken, ırk-kan-toprak temelli olarak sıralayabileceğimiz milliyetçi anlayışlar, 1930'lardan itibaren şekillenmeye başladı. Mukaddesatçı kesim milliyetçi camianın içinden ayrışınca, kalan kesim olan ülkücüler, milliyetçiliğin bir araç değil amaç olduğunu; siyasî bir doktrin olduğunu söylemeye başladı. Hatta Nazım Hikmet'in bile milliyetçilikten etkilendiğini, "Dört nala gelip uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim" dizelerinden anlayabiliyoruz."

12 Eylül öncesi İslamî uyanıştan etkilenen gençleri kontrol altında tutmak amacıyla Namık Kemal Zeybek'e 'Ülkü Yolu" kitabının yazdırıldığını belirten Türkmen, "Bu kitapta tevhide giden yolun tasavvuf olduğu işlenerek arınma çabası içinde olan ülkücü gençlerin önü tıkanmıştır" şeklinde konuştu.

Program, gelen soruların cevaplandırılmasıyla son buldu.

 

Fazlı İnderin – HaksözHaber – İzmir
Fotoğraflar: Yakup Takır

Önceki ve Sonraki Haberler