Türkiye'de Muhafazakâr Yelpaze

Türkiye'de Muhafazakâr Yelpaze

Özgür-Der İzmir Şubesi'nde bu hafta “Türkiye'de Muhafazakâr Yelpaze ve İslamcılıkla İrtibatı” tartışıldı. Ahmet Murat Kaya'nın gerçekleştirdiği ve yoğun bir katılımın gözlendiği sunumda konu şemalar eşliğinde anlatıldı.

Muhafazakârlığın evrensel ideolojiler gibi genelgeçer bir tanımının olmadığını belirten Kaya, kavramın 'topluma hızlı değişiklikler yaşatmayalım' düşüncesinin siyasî hali olarak görülebileceğini söyledi.

Muhafazakârlığın ortaya çıkışında vatan temelli Fransız, dil temelli İngiliz ve ırk temelli Alman ekollerinden etkilendiğini ifade eden Kaya, "Bizdeki izdüşümlerini ise Türkiye, Türkçe ve Türk olarak görebiliriz. Bunlar üniter devletin de başından beri savaşını verdiği hayatî kavramlar. Bunların yanı sıra -ama bunları da kabul ederek ve benimseyerek- bir de İslam vurgusu ortaya çıkınca, orada muhafazakârlık başlamış oluyor. Devlet baskısından yılıp namaz, oruç gibi ibadetleri rahatça yerine getirmek ve çocuklarının iyi ahlaka sahip bireyler olarak yetişmesini isteyen halk, ulusalcı kodların bu açılımlarını ister istemez kabul etmeye, yer yer de benimsemeye başladı. Muhafazakârlığın geçirgen ve omurgasız bir hale sahip olmasında Kemalist jakobenliğin baskılarının rolü çok büyüktür. Topluma dayatılan travmatik devrimlerin etkisiyle o zamanki sisteme eklemlenme halleri mazur görülebilir belki, ama günümüzde muhafazakârlık geçici bir hal olmaktan çıkıp kalıcı bir hastalık haline dönüşmüştür. Türkiye'de yaşayıp Türkçe konuşan Türklerin, biraz da İslam sosuyla süslenmiş şekli muhafazakârlığın görmek istediği bir hal iken; ulusal kodlardan ayrışmayı başarabilmiş her dilden ve ırktan insan ise -dolayısıyla muhafazakârlığa karşı ve resmî ideolojiyle çatışmalı olduğundan- her iki yapının da karşısında yer almış oluyor. İslam alanına diğer kavramların karışmaması uğraşısı içinde olanlar da 'Vehhabi, mezhepsiz, sapık' gibi ifadelerle yaftalanıyorlar" şeklinde konuştu.

"Muhafazakâr söylem ile İslamcı söylemin ana çatışma noktası ümmet-ulus alanıdır" diyen Kaya, ulusal sembol ve değerlere olan mesafe oranında muhafazakârlıktan uzaklaşıldığını söyledi. Muhafazakârlığın devlet ile halk arasında kaldığını da belirten Kaya, "Muhafazakârlık bir yandan devleti halkı gözetmesi noktasında uyarırken, diğer yandan halka devleti dikkate alması ve ona göre hareket etmesi gerektiğini ifade eder" dedi.

Kaya, ardından ülkemizde yaşayan muhafazakârlığın kodlarını ve belirgin temsilcilerini şöyle sıraladı:

Ruhçuluk - Nurettin Topçu: Temel vurgusu ahlak olan Topçu'ya göre millî felsefe dört kavramdan oluşur: Ekonomik ve teknolojik olarak gelişme, toplumun değerlerini gelenekle tanımlayan toplumculuk, dinamiğini tasavvufun oluşturduğu İslam maneviyatçılığı, şanlı tarih vurgusundan yola çıkarak özgüveni yüksek bireyler üretmeyi hedefleyen kişisel idealizm.

İşlevsellik - Remzi Oğuz Arık:

Arık'a göre dinler insanları bir arada tutup, ortak hareket etme yeteneği kazandırırlar. Bu anlamıyla din sosyolojik bir tutkaldır. İslam, Türkiye Türklerini bir arada tutan dinamiktir.

Devletçilik - Ahmet Kabaklı:

Kabaklı Anadolu'yu tümden Türk sayar. Ona göre Osmanlının Anadolu'da kalan bakiyesinin hepsi Türk'tür. Bu etnik farkları yok sayan tutumunu da İslam'la kapatmaya çalışır. İslam, Anadolu'nun en geniş paydası olduğundan, milletin vazgeçilmez niteliğidir. Ona göre Türk devleti sabittir ama hanedan ve rejimler değişkendir. Devlet her zaman hepimizindir. 28 Şubat'ta dahi eleştirisi 'devletin düşürüldüğü hal' noktasında düğümlenmiştir.

Osmanlıcılık - Münevver Ayaşlı:

Osmanlı kültürünü İstanbul sevgisi, antika merakı ve nezaket kuralları çerçevesinde tanımlamıştır. Bu anlamıyla oldukça elitist ve bohemist bir Osmanlı kültür algısı yaratmıştır.

Liberalizm - Abdülkadir Kemali Öğütçü:

Dünyadaki özgürlük ve bağımsızlık hareketlerinde en önemli dinamik olarak milliyetçiliği görür. Hayatı boyunca demokrasi ve İslam'ı sentezlemeye çalışmıştır. Adana'da yaşamış, Mustafa Kemal'e olan eleştirilerinden dolayı hapis yatmış, İstiklal Mahkemelerinde yargılanmış ve nihayet çareyi Suriye'ye kaçmakta bulmuştur. Saltanatın yıkılmasını desteklemiş ama Mustafa Kemal'in yeni bir saltanat kurduğu söylemini yaymıştır. Mustafa Kemal'in ölmesiyle ancak 1939'da Türkiye'ye dönebilen Öğütçü, İslam'ın Türk'ün bir özelliği haline geldiğini savunarak, Avrupa'dan kopyalanan hukuk anlayışlarına da tepki göstermiştir.

Anti-Semitizm - Cevat Rıfat Atilhan:

Eski bir Osmanlı subayıdır. Filistin'de savaştığı dönem kendisinde derin izler bırakmış, Yahudi/Siyonist düşmanlığı bu devrede oluşmuştur. Komplocu ve her taşın altında bir Yahudi arama tavrıyla, İslamcı okuyucuda izler bırakmıştır.

Anti-kemalizm ve Anti-komünizm - Necip Fazıl Kısakürek:

Muhafazakârlık, Kısakürek'le beraber saldırgan bir muhalefet şeklini almıştır. Necip Fazıl'da devletini ve dolayısı ile yaşam alanlarını kaybetmiş bir milletin diasporatik söylemi öne çıkar. Cumhuriyeti, İslam'ın şura ilkesiyle aynılaştırma gayreti, Afganî-Abduh çizgisini materyalist ilan etmesi, İslam'ın özüne dönelim diyen herkesi Vehhabî ve sapık olarak tanımlaması gibi Türkiye İslamcılığının genetiğini etkileyen çıkışları olmuştur. Komünizmle mücadele için devlet yetkililerine, 'Komünistlikle Mücadele Polisi' oluşturmalarını tavsiye eder ve bu polisin yolda bir kişiyi çevirip, "Komünist olmadığını ispat et" diyebilmesi gerektiğinin de altını çizer. 12 Eylül 1980 darbesini desteklerken "Bu hareket olmasaydı devlet olmayacak, millet yerinde kalmayacaktı" der. Hayatının son zamanlarında da MHP'yi destekler.

Ona göre Kemalizm, komünizmin ilk safhasıdır. O dönemki Kemalist politikalar göz önüne alındığında pek haksız sayılmasa da, komünizme olan sert tutumu, Türk sağı ile arasındaki mesafeyi zor ayrışacak şekilde kapatmıştır.

Tasavvuf - Hüseyin Hilmi Işık:

Sufî karakter hemen hemen her muhafazakâr çevrenin bir şekilde bulaştığı bir sıfattır. Bu anlamda en tipik örnek Işıkçılık çizgisidir.

Kimya mühendisi bir albay olan Işık'ın, dinî çalışmalarını 'İran'dan gelecek olan dini akımlarla mücadele' ekseninde veren Arvasî'nin öğrencisi olması; Sünnî, mezhepçi ve geleneksel dinî anlayışının yanı sıra, İmam Rabbanî'ye kadar götürülen bir silsile ile sufî karakteri hakkında da ipuçları verir.

Evliya, türbe gibi kavramları son derece öne çıkaran yapısı doğal olarak Vehhabiliği düşman bellemiştir. Onlara göre, Vehhabilik bir İngiliz ajanlığıdır.

Camide hoparlör kullanmayı haram gören çizgiden Türkiye Gazetesi ve TGRT örneğinde görülen noktaya gelmiştir. Genel olarak apolitik bir cemaat görüntüsü vermelerine karşın, sağ partilerin oy deposu olarak görülürler.

Anti-devrimcilik - AKP:

Çıkartılan 'ümmet' gömleği ile, ümmete olan mesafe devletin merkezine olan yakınlıkla doğru bir orantıya geçmiştir.

Bu anlayışa göre devrimlerle halk ve iktidar arasındaki bağlar kopmuştur. Dindar kitlelerin iktidardan paylarını alabilmiş halleri, 'normalleşme'dir. Sağ liberal bir formu benimseyen bu akım, İslamlığını ulusal değerlerle kullanabildiği oranda dışa vurur, çatıştığı oranda da dışlar.

Onlara göre İslamcılık, taşraya özgü, reel olamayan bir gençlik hastalığıdır. Yavaş ve gerilimsiz bir siyaset temel tezlerdendir. Mücadele elitler ve ezilmişler arasında yaşanmaktadır ve bu bir sınıf savaşıdır.

Soruların ve yapılan katkıların ardından program sona erdi.

 

Fazlı İnderin – Haksözhaber / İZMİR
Fotoğraflar: Yakup Takır

Önceki ve Sonraki Haberler