Uluslaşma sürecinde İslami dergilerin istismar edilme girişimi

Uluslaşma sürecinde İslami dergilerin istismar edilme girişimi

Hamza Türkmen, İslami dergilerden hareketle gerçekleştirdiği İslamcılık okumalarına devam ediyor.

Türkiye’deki İslamlaşma veya İslamcılık sürecini dönemin dergileriyle birlikte değerlendirmeye devam eden Hamza Türkmen, 1920-1925 yılları arasında yayınlanan dergilerdeki haber ve fikri değerlendirme yazılarına dayanarak “Uluslaşma Sürecinin İslami Dergileri Kullanma Süreci” başlığını Üsküdar Özgür-Der’de değerlendirdi.

“Urvetu’l Vuska” ve “el-Manar” dergilerinin öncülük yaptığı ıslah ve inşa hareketinin Osmanlı’daki son takipçisi 1908’yılında yayınlanan “Sıratımustakim” mecmuası idi. Dergi 1908 Ağustos’unda çıkarken Kahire’de yayınlanan “Manar” dergisinden çıkarttıkları dergiye katkı istedikleri, “Manar”ın ve çıkan önemli Arapça kitaplarının kendilerine gönderilmesini rica ettiklerine dair “Sıratımustakim” imzalı bir mektup Reşid Rıza tarafından 25 Eylül 1908 tarihli “Mecelletü’l-Menar”da yayınlanır.

“Sıratımustakim”in 183. sayısı 8 Mart 1912’de “Sebülürreşad” adıyla İslamî ıslah ve inşa ilkelerine bağlı kalarak Müslümanların uyanışı ve yükselmesi amacıyla çıkmaya devam eder. Türkmen, Ankara’da BMM ile birlikte başlayan Türk Devrimleri sürecinden önce, İttihad-ı Terakki Hareketinin başvurduğu “Üç Tarzı Siyaset” doğrultusunda dini bir form içinde de olsa Türkçülüğe meyleden Yusuf Akçura, Halim Sabit, Ahmet Ağaoğlu gibi yazarların “Sıratımustakim” mecmuasından ayrılış sürecinden sonra mecmua ismi “Sebülürreşad”a dönüştüğünü  ve zaafa uğrayan Müslüman ümmetin yeniden İslamlaştırılması istikametinde; ayrıca sömürgeci işgalcilere, garpçı ve milliyetçi akımlara karşı yayın ve tebliğ faaliyetine devam ettiğini belirtti.

“Sebülürreşad”ın baş yazarı Mehmet Akif, Ege havalisinin işgaline karşı halkı direnişe davet için gittiği Balıkesir’deki Zagnos Paşa Camii’ndeki vaazı, Eşref Edip tarafından not edilerek 12 Şubat 1920’de derginin 458. Sayısında neşredildiğini anlatan Türkmen şöyle devam etti. "16 Mart’da İstanbul işgal edilince Mehmet Akif, Ankara’ya peşinden de Eşref Edip Kastamonu’ya gitti ve Akif’in aynı şehirde Nasrullah Camii’nde Milli Mücadeleye teşvik hitabesini Eşref Edip, 'Sebülürreşad'da yayınlayıp, dergiyi on binlerce bastırıp diğer şehirlere gönderdi. 'Sebülürreşad'ın bu sayısının mükerrer baskıları Batı Anadolu ve el-Cezire bölgelerinde yaygın olarak dağıtıldı. Dergi Heyeti, BMM’de başkomutan seçilen Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya davet edildi. 1920 tarihi itibariyle BMM’e bağlı iki dergi/gazete çıkmaya başladı. Birisi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi adına Atatürk’ün operasyon adamı Hakkı Behiç ile kontrol ettiği resmi mahiyetteki 'Hakimiyet-i Milliyye' idi. 'Hakimiyet-i Milliyye' yayınlarıyla sadece “milletin müdafaa-i hakimiyeti” adına bir Türk ulusunun inşasına hazırlanıyordu. İkincisi dergi veya gazete ise İslam’ı ve “millet” dediği anasır-ı İslam’ı veya İslam ümmetinin Anadolu’da kalan parçasını savunmaya çalışan 'Sebülürreşad' idi.

Türk milletinin inşasını gözeten 'Hakimiyet-i Milliyye' daha ilk sayısında 'Zekâ, irfan, hamiyet' dışında hiçbir şeye isnat etmeyeceklerini ilan ederken; 1922’de Ziya Gökalp'ın Diyarbakır’da çıkarttığı 'Küçük Mecmua' da Türk milletinin inşasından bahsediyordu; ama bu inşanın 'Türklük, İslamlaşmak veya İslam ümmeti ve Muasırlaşmak' gibi üç farklı kimliği dayanak olarak kabul ediyordu. TBMM’nin Meclis’teki İkinci Grup Sözcüsü Ali Şükrü’nün Lozan Görüşmelerine muhalefeti dolayısıyla 27 Mart’ta Mustafa Kemal’in koruma görevlisi Topal Osman tarafından öldürülmesi sonrasında, Birinci Grup içinde 35 kişilik çete oluşturan 'Selamet-i Umumiye Komitesi'nin gayretleriyle de Meclis kapatıldı veya I. Meclis’e darbe yapıldı.

Seçimlerde Halk Fırkası cemiyetinin gösterdiği adayların sembolik seçimleri kazanmasıyla kurulan II. Meclis’te,  toplam üye sayısı 287 kişi olmuştu ama TBMM’sinin salt çoğunluğu bile oylamaya katılmadan 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Ziya Gökalp de bir yıl sonda ölmüştü. Süreç içinde Garplılaşmayı amaçlayan Türk Devrimleri ve ırk anlayışı içinde yeni inşa edilen Türk ulusu ile iki önemli eğilim tasfiye edildi. Hem 'Sebülürreşad'ın ümmet savunusu ve İttihad-ı İslam hedefi; hem Gökalp ve arkadaşlarının İslam ile birlikte muasırlaşacak Türk ulusu oluşturmak özlemi gündem dışına itilmeye veya gömülmeye çalışıldı.

Yeni rejim, yeni oluşturulan Türk ulusunu hem İslami aidiyetlerden veya asıllardan uzaklaştırmak ve hem kullanılabilecek seküler bir din algısı oluşturmak peşindeydi. Bunun için de en önemli araç olarak 1924’te Darulfünun’da kurulan İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerine “tarihi, içtimai, dini, felsefi” alt başlığı ile 1925 yılında çıkarttırılan üç aylık “İlahiyat Fakültesi Mecmuası” olmuştu. 1933’te kapatılıncaya kadar bu mecmuada tefsir, hadis, fıkıh ve ilm-i kelam ile ilgili hiçbir yazıya yer verilmezken Auguste Comte ve Emile Durkheim’in ilerlemeci ve maddeci tarih felsefesiyle Türk ulusuna uygun bir felsefe, dinler tarihi ve antropoloji oluşturulmaya; Türk ve İslam sanatları konuları da ırk temelli Türkçü, laik, materyalist ve pozitivist bir anlayış ile işlenip yaygınlaştırılmaya çalışıldı.

Bu süreçte Mehmet Akif, 'Sebülürreşad'ta İslamcıların tezi olarak Prens Said Halim Paşa’nın 'İslam’da Teşkilat-ı Siyasiyye' üzerine yazdığı yazılarını çevirip yayınlamaya başladı. I. Meclis’in kapatılmasından sonra Akif ve Eşref Edip Mayıs 1923’te İstanbul’a geri döndüler ve dergiyi burada çıkartmaya başladılar.  1925’te yine 35’li çetenin marifetiyle Mecliste zorla çıkartılan Takrir-i Sükun Kanunu ile kapatılana kadar 'Sebülürreşad', zemini hazırlanan Türk Devrimlerine ve Batılılaşma akımına karşı yayın yapmaya çalıştı.

Dergide, bir umut ışığı olarak sürekli 'Hindistan Hareket-i İslamiyye'sinin haberlerinin işlendiğini söyleyen Türkmen, Mısır’da yayınlanan 'el-Menar'dan yaptığı usulid-din ile ilgili çeviriler yanında sosyal yapıdaki dejenerasyonu, ırkçılığın ve Garb taklitçiliğinin, Latin hurufatının bizi dindaşlarımızdan ve soydaşlarımızdan kopartacağı gibi kamuoyunu ve Ankara’daki siyasileri uyaran ikazlara yer verildiğini belirtti. Türkmen’e göre, Türkiye’ye hakim olan pozitivist  Türkçü kadro –1920’den 1925’e kadar--  ümmetçi olan mukavemetçileri de İslamlaşmayı da savunan Türkçüleri de sahiplendi, kullanmaya çalıştı ve sonra da tasfiye etti.

Pozitivist akımın Türkçü kadroları tarafından, ümmetin uyanışı ve Müslümanlığın yükselmesi; ayrıca topraklarımızın (daru’l-İslam) küffardan kurtuluşu için çabalayan İslami kesimlerin yardım ve desteği büyük ölçüde 'Sebilürreşad' mecmuasıyla mobilize edildi; çağın icabı olduğu vehmi ile İslam’dan da kopmadan 'Küçük Mecmua' gibi bir ulus yaratmak isteyen muhafazakâr Türkçüler yedekte tutuldu.

Lozan’da 24 Temmuz 1923’te küresel güçlerce iktidarı onaylanan pozitivist Türkçü kadro daha sonra bu iki akımı veya camiayı tasfiye etmeye çalışarak laik-pozitivist ulusalcı amaçlarını ve inisiyatifini resmi ideoloji haline getirdiği tezlerini kurumlaştırdı. Ayrıca, 'Darulfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası' ile de Diyanet Teşkilatı’nın İslam algısını sekülerleştirmeye çalışıldı."

Seminer katılımcıların fikri katılımları ve soru-cevaplar ile program sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler