“Ahlaki Sorumluluğa Dayalı Kader Anlayışı”

“Ahlaki Sorumluluğa Dayalı Kader Anlayışı”

Özgür-Der Amasya Temsilciliğinde bu hafta ‘Cahili Kader Anlayışına Karşı Ahlaki Sorumluluğa Dayalı Özgür İrade’ konusu Özgür Eryiğit’in sunumuyla gerçekleştirildi.

Özgür Eryiğit sunumunda özet olarak şu hususları belirtti:

Toplumların kullandıkları kavramlar, deyimler onlara yükledikleri anlamlar zihinsel tasavvurlarını ele verir. Her tasavvur beraberinde kendi düşünce yapısına uygun davranışları geliştirir. İslam dini ilk yaratılıştan itibaren Allah’ın indirdiği vahiyler doğrultusunda, Peygamber aracılığıyla sorumlu oldukları toplumların zihin dünyalarını ve davranışlarını (iman ve amel) tevhid düşüncesi üzerine düzenlemiştir. Peygamber efendimizde vahiy almaya başladığı andan vefatına kadar 23 yıl boyunca Rabbimizin vahiylerle bildirdiği iman ve amel bütünlüğü içeresindeki tevhidi yaşam biçimini inşa etmeye çalışmıştır. Allah Resulü yaşadığı toplumda içi tamamen batıl anlamda saptırılmış tehvid, ilah, ahiret gibi kavramları; içerik ve şekilsel olarak varlığını sürdüren fakat bozulmaya uğramış namaz, kurban, oruç, hac gibi ibadetle ilgili ritüelleri yeniden hakka uygun bir şekilde tedrici olarak değiştirmiştir.

Peygamberimizin mücadele ettiği cahili din anlayışı süreç içeresinde yaşanan siyasi, kelami, mezhebi bir takım olayların rivayet kültürü üzerinden Müslüman toplumların akaidlerine maalesef Kur’an’a ve sahih sünnete rağmen yeniden yerleştiğini görmekteyiz.

Bugün yaşadığımız toplumda halkın günlük yaşamda Kader ile ilgili kullandığı deyimler tamda Peygamberimizin mücadele ettiği Cahili kader anlayışını temsil etmekte. Söylenilenleri gayri ihtiyari ya da ağız alışkanlığı gibi savunmacı bir yaklaşımla izah etmek pekte makul değil. Çünkü bu deyimlerin ve de onu şekillendiren zihnin oluşmasında Kur’an’ın oluşturmaya çalıştığı din anlayışı yerine Kur’an’ın naslarına aykırı oluşturulmuş bazı akaid, ilmihal, hadis, menkıbe kaynakları ciddi anlamda etkili olmuştur. Hemen hepimizin ilk aklına gelebilecek deyimleri bir hatırlayalım: Olmaz olsun böyle kader, Ne kadersiz bir insanım, Batsın böyle kader, Kadere razı olmak, Kadere karşı gelinmez. Belki bunlara onlarca daha örnek verebiliriz. Deyimlerin hepsinin ortak anlamı mevcut yaşanan durumda kendisinin bir suçu olmadığı (bu genellikle istenmeyen durumlar olur) başa gelen bu durumun Allah tarafından ezelde belirlendiği, kaçınılmaz olan bu akıbet için elimizden hiçbir şey gelmeyeceğine inanılır. Sanki başımıza gelen olayların kaçınılmaz sonuca! ulaşıncaya kadar irademizle karar verip tavır ve eylem geliştirmemiş gibi adeta tek suçlu kader, dolayısıyla onu belirleyen Haşa!  Allah. Bu Cahili düşünce yapısı kelimenin en hafif anlamıyla sorumsuzluğunu Allaha fatura etmek, adeta Allaha iftira atmaktır.

Konumuzu Mustafa İslamoğlu’nun düşün yayıncılıktan neşredilen Hasan el-Basri’nin Kader Risalesi ve Şerhi kitabı üzerinden davranışlarının sorumluluğunu kabul etmeyen Cahili kader anlayışına karşı Vahyin inşa ettiği Ahlaki sorumluluğa dayalı özgür irade konusunu değerlendirmeye çalışacağız.

YANLIŞ KADER ALGISI İLAH-KUL İLİŞKİSİNİ YANİ KULLUĞU ORTADAN KALDIRIR.

Cahili kader anlayışı yani fiillerinin sorumluluğunu değil suçunu Allah’a isnat eden anlayış Şeytan ile başlamış günümüze kadar farklı şekillerde tezahür etmiştir. Adem kıssasında anlatıldığı gibi ateşten yaratılmasını üstünlük sayıp kibirlenen şeytan ‘ beni saptırdın’ diyerek hatasını yaratıcıya atmaktadır.

Kuranın getirdiği yükümlülükler ise kişinin kendi iradesi ile kabullenip inandıklarını yaşama aktarması ile devam eder. Mükellef olmanın ilk şartı akli baliğ olmaktır. Bu nedenle dini açıdan çocukların, akli melekesi olmayanların sorumluluğu yoktur. Yani Allah akıl vermediğine sorumlulukta yüklememiştir. Vahyin ve Resulün inşa ettiği modelde iradesini ortaya koyan aklı, kalbi ve tüm benliği ile vahye tabi olan iman edip-Salih ameller işleyen insanlar yetiştirilmiştir.

Özellikle Hz.Osman döneminden itibaren yeniden hortlatılan Cebri kadercilik yapılan zulümleri din kisvesi altında meşrulaştırmak; zulme uğrayanlar açısından ise elden bir şey gelmiyor düşüncesi ile rıza göstermek şeklinde yeniden düşüncelere yerleşmiştir.

Yeryüzünde insanın varlık sebebini bir hiç mesabesine indiren; imtihan, adalet, sorumluluk, cennet, cehennem, irade, Salih amel gibi kavramları anlamsız hale getiren cahili kader anlayışı bizleri adeta rüzgârın önündeki bir yaprağa dönüştürerek Dünya hayatını anlamsız hale getirmektedir.

SADECE İRADESİZ VARLIKLAR SORUMSUZDUR.

İradesiz varlıkların hiçbir sorumluluğu yoktur. Görünür-görünmez iradeli varlıklar olan ins ve cin irade, akıl ve vicdan ile donatılmıştır. İradesi olanlar hakkı-batıldan, iyiyi-kötüden, adaleti-zulümden, imanı-küfürden, doğruyu-yanlıştan ayıracak bir kabiliyete de sahiptirler. İrade verdiği insanın iradesine önce Rabbimiz değer verdi. Bu yüzden insanı yaptıklarına mecbur değil, yaptıklarından mesul tuttu. Bunun için hesap gününü takdir etti ve hesap soracağını bildirdi. İyiliklerine ödül kötülüklerine ceza takdir etti. Böyle yapmakla insana, hayata, ölüme Dünya’ya ve Ahirete anlam ve değer kattı.

Kader konusuyla ilgili hak ve batıl olmak üzere iki düşünce vardır.1-Rabbimizin vahiyle bildirdiği şekilde peygamberimizin mücadelesi ile de şahitlendirdiği iradeli varlıkların iradelerini kullanmaları sonucunda elde edecekleri akıbet: Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağladık(17:13),İnsan için ancak çabasının karşılığı vardır(53:39),Herkes kendi işlediklerinin rehinesidir(74:38)  2-İradeli varlıkların kendi tercihleri ile yaptıkları fillerin tek sorumlusu olarak Allah’ı gören cahili kader anlayışı: Allah dileseydi biz şirk koşmazdık(6:148)

KADER’İN KENDİ İRADENLE ORTAYA KOYDUKLARINDIR!

Allah Resulü yaşadığı toplumun cahili anlayışlarını yirmi üç yıl içerisinde peyderpey dönüştürmeye çalışmıştır. Bu bilinçle yetişen nesiller savaşlar, iç ihtilaflar yaşanan sorunlar neticesinde hayatını kaybetmişlerdir. Cemel vakasında on bin fazla sahabe ölmüş peygamber sonrası yaşananlar inanlar üzerinde büyük bir hal kırıklığı yaratmıştır. Sahabe birbirini öldürmüştü ama bunda kimsenin suçu yoktu tek suçlu ‘Kader’ idi. Kader konusunda ortaya konan düşünceler Cebriye ve Kaderiye anlayışlarını ortaya çıkarmıştır. Emeviler döneminde Cebirci Cahili kader anlayışı saltanat ile devlet tezi haline gelmiş. Yönetimleri boyunca bu tezi kendi iktidarlarına kaldıraç olarak kullanmışlardır.

Kur’an da kader kavramı iradeli bir varlık olan insanı mecbur ve mahkûm eden ‘hüküm’ ve ‘yaratma’ anlamında hiç kullanılmaz. Ölçü, kıymet, miktar, değer, süre anlamına gelen kader kelimesi tüm türevleriyle kullanılır. Allah, insan ve eşyaya nispet edilir. Kader konusu insanın iradeli eylemlerine nispet edilmez, hepsi de insanın iradesi dışında kalan olaylar, olgular ve durumlar için kullanılır. Lafzi olarak kader kuranda on bir yerde geçer. Bunlardan bazılarını şu şekilde belirtebiliriz.

 Kamer/49 da: Allah’ın herşeyi bir ölçü ve yasayla (bil kaderin) yaratmasına delalet eder. Hicr/21 de: Rızkın belli bir ölçü/yasaya göre indirilmesini ifade eder. Şura/27 de: Allah’ın kullarına rızkı bir ölçüye göre/yasaya göre vermesini ifade eder. Bu ayet rızkın “kazanılan” boyutu ile değil “verilen” boyutuyla ilgilidir. Zuhruf/11 de: Allah’ın suyu gökten belli bir ölçüye/yasaya göre indirmesini ifade eder. Ahzab/38 de: Allah’ın emrinin ilahi bir ölçü ve takdir dâhilinde gerçekleşmesi sadedinde gelir. Kader “ilahi ölçü, takdir” anlamında kullanılmıştır.

İlahi kader hiçbir şeyin gelişi güzel, ölçüsüz ve hesapsız olmadığı hakikatidir. Her şeyin belirli bir ölçüye, yasaya bağlandığına iman etmektir. Kur’an’ın bu anlayışı rivayetlerle tersine çevrilerek insanın iradeli davranışlarını cahili kader anlayışı ile ters düz etmiştir. Cahiliyede kader; kısmet, uğur, baht, nasip, şans olarak kullanılmaktadır. Günümüzdeki anlayışa ne kadar da benzemektedir.

ALLAH’IN İLMİ VE İZNİ CEBİRCİLİĞE GEREKÇE OLUŞTURULAMAZ!

Allah’ın ilmi konusu ele alınırken 2:286 ayetindeki Allah hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemez uyarısını ilke olarak iyi düşünmemiz gerekir. Allah’ın ilmi ile insan iradesini çatıştırmak zulümdür, Allah’ın ilmi ile Allah’ın emrini çatıştırmak Allah’a iftira etmektir. “Allah’ın izni”, iradeyi özgür bırakması demektir. “Allah’ın izni olmazsa hiçbir insan iman edemez” (Yunus/100) Burada Allah’ın izni ne demektir? Sorusu önemli. Daha da önemlisi ayetin devamı “ Ve Allah aklını kullanmayanlar üzerine pisliği boca eder” Eğer bir ayetin başında İmanı Allah’ın iznine bağlıyor, sonunda aklını kullanmayan üzerinde pislik boca edeceğini söylüyorsa, orada Kur’an okuyanlara emredilen “tedebbür” (derin okuma) şartı olur. İŞTE ALLAHIN İZNİ ONU İRADE SAHİBİ KILMASIDIR. BU İZİN VERİLMEMİŞ OLSAYDI ELBETTE İMAN EDEMEZLERDİ

DİRAYET VE TAHKİK EHLİ BİR İMAM HASAN EL-BASRİ

 Kendi yaşadığı dönem içeresinde Muttakilerin İmamı olarak bilinen Hasan El-Basri ve Risalesi hakkında kısa bir bilgi vermek gerekirse; El-Hasan b.Ebil-Hasan el Basri, künyesi Ebu Said’dir.(H.21-110/M.642-728)Fars asıllı bir aileye mensuptur. Hasanın doğumu Hz. Ömer’in doğumunu 21.yılına denk düşer.14 yaşında hafız olmuş bu yaşa kadar hayatını Medine’de sürdürmüş Hz. Osman’ın katledilmesi ve ardından yaşanan olaylar neticesinde ailesi ile birlikte Basra’ya göç etmiş ve hayatına ölünceye değin burada devam etmiştir. Aile Kufe yada Şam’a gitmeyerek bir anlamda tarafsızlığını ortaya koymuştur. Hz. Ali’nin hilafetini desteklemiş fakat Cemel vakasında Hz.Aişe’den yana tavır almış fakat çatışmaya girmemiştir. Muaviye’nin yirmi yıl, Yezidin dört yıllık iktidarında açık bir muhalefette bulunmamış ehli beyte karşı işlenen zulümlere duyarsız kalmamıştır. Abdülmelik bin Mervan döneminde Haccac eliyle zirveye çıkan zulüm, Basri’nin muhalefetinin iyice belirdiği bir dönemdir. Abdülmelik’in iktidarı yirmi yıl sürer. Ömer bir Abdülaziz döneminde Basra kadısı olarak görev yapar. Basri Vasıl B. Ata’nın da hocalığını yapmıştır. H.110 yılında ölmüş ölmüştür. Basra okulunun kurucusu olan Basri’nin ilimde takip ettiği yol taklit değil tahkik; rivayet değil dirayet yoluydu. Onu rey ehlinin Hanefi’den önceki imamı saymak yanlış olmaz. Hasan el Basri risalede önemli bir usul kaidesi ortaya koyarak Allah’ın kitabından bir delile dayanmayan her görüşün sapma olacağı, itikadı nasların zan ifade eden ahad haberlere dayandırılamayacağını belirtmiştir.

İNSAN YAPTIKLARINA MECBUR DEĞİL, YAPTIKLARINDAN MES’UL TUTULACAKTIR!

Allah kullarını mecbur değil, mes’ul tutmuştur. İradeyi boşa çıkaran her tür kader anlayışının varıp geleceği yer sorumsuzluktur. Cahili kader anlayışı imtihanı yani Dünya hayatını onun devamı olan ahiret hayatını boşa çıkarıp yeryüzünde insanı anlamsız hale getiren din ile ilgisi olmayan bir düşüncedir. Bu tür bir algılayışı ve yaşam biçimini Rabbimiz ayetlerde  ‘ Dinlerini oyun ve eğlence edindiler ‘ diyerek inkârcılar için kullanmaktadır. Allah resulünün vahiy aldığı 23 yıl içerisinde yanındaki inanlarla beraber ortadan kaldırmak için mücadele ettiği cahili kader anlayışı tarihi süreç içerisinde çeşitli siyasi, kelami sebeplerle rivayetler üzerinden kaynaklara ne yazık ki yerleştirilmiştir. Dini asıl kaynağından yani vahiyden ve peygamberin sahih sünnetinden öğrenmeyen daha çok şifahi kültürün egemen olduğu toplumlarda bu yanlış kader anlayışı iman esasları arasına dâhil edilerek temel akidevi bir konu haline getirilmiştir. Akidedeki bu bozulma hayatın tüm alanlarına sirayet etmiş yapılan her türlü zulmü, baskıyı, haksızlığı içselleştiren hayattan kopuk, münzevi bir yaşamıda doğurmuştur. Mübin olan kitabımızda Rabbimiz her insanın akıbetini(kaderini) kendi çabasına bağlı kıldık buyurarak inanlardan hayatlarının bütününde iman-amel birlikteliği içerisinde cehdederek, aklederek tüm benliğimizle ona bağlanmamızı, hakkın şahitliğini yapmamızı emretmektedir. Allah’ın izniyle kurtuluşa erecek olanlarda bu kimselerdir.

 

Önceki ve Sonraki Haberler