Bartın'da ‘’Kur’an ve Hayat İlişkisi’’ Paneli

Bartın'da ‘’Kur’an ve Hayat İlişkisi’’ Paneli

Bartın Özgür-Der ‘de bu hafta ‘’Kur’an ve Hayat İlişkisi’’ konulu panel düzenlendi.

Abdurrahman Kuşcu’nun yöneticiliğini yaptığı programın diğer katılımcıları Bünyamin Kaplan ve Özcan Sarıyıldız’dı.

Panelde konuşmacılar şunları ifade ettiler.

Bünyamin Kaplan kısaca şunlar üzerinde durdu; Kuran hayatımızı belirleyen kitabımızdır. Hayatımızın fikri ameli olmak üzere birbirini tamamlayan iki vechesi vardır. Müslümanlar düşündüklerini ve yapıp ettiklerini kuran çerçevesinde ele almak zorundadırlar. Bu tercihimizin sebebi kimlikseldir, bugünden düne bakarak Kuranla kurduğumuz irtibatın zeminini Rabbimizin bizlere yüklediği sorumluluklarımız gereği Vahyin öngördüğü zemin üzerinde yapmalıyız. Kitabımız Kuranla ilişkimizi, insanların günlük yaşamları içerisinde geliştirdikleri vehimlerin ya da İlmi çalışmalar adı altında öngörülen tezlerin ve seküler bilim dallarındaki kendi sahalarının dışındaki mevzularla ilgili geliştirdikleri nesnelci ve sorumluluktan uzak içi boşaltılmış yaklaşımların etkisiyle kuramayız. Bu nevi davranışlar Kuranın hayatımıza müdahale eden hatırlatmalarıyla menedilmiştir. Zuhruf Suresinde 36,37 ayetlerinde ‘’Rahmanın zikrine (Kuranın öngörülerine) gözünü kapatanlara şeytanı yakın dostları eyleriz, onlar bu konumlarının en doğru hayat tarzı olduğunu iddia etmeye ve insanlara bu hallerinin kaçınılmaz makuliyyetlerini yaygınlaştırmaya uğraşırlar. ’’ buyuruluyor. İnsanın kendi dışındaki dünyayla kurduğu ilişkiler yeryüzünde yaratılış amacımıza uygun olmak durumunda. Gerek düşünsel gerek eylemsel meselelere yaklaşımlarımızı Rabbimizin ayetlerine göre ele almamız ve tavırlara dönüştürmemiz şarttır. Bu gün bazı çevrelerde Kurana yaklaşımların sanki seküler bilim dallarından birinin konusuymuş gibi ele alındığına tanık oluyoruz. Bu yaklaşım çeşitliliğini kısaca ele alalım;

Kuranı sosyal bilim dallarının dekor malzemesi olarak gören anlayış , bu yaklaşım sahiplerine göre Kuranın içeriksel değeriyle diğer bilgi nevilerinin değeri aynı, fikrin kaynağı ister Kuran’dan olmuş veya başka bir bilim dalının yaklaşımı olmuş fark etmez. Mesela toplumsal bir meseleyi ele alırken bir davranış şekline karşı çıkılıyor olsun, bu kabul tarihsel, siyasal düşün adamlarından birkaçının yaklaşımlarıyla da desteklensin, bir şahıs da (genelde ilahiyatçı kimlikli birisi) çıkıyor bu meselede dinin yaklaşımı budur, ayetlerde de şöyle deniliyor diye görüş bildiriyor. Şimdi burada tezin sahibi İslamcı birisi değil, Kuran’ın tek ve üstün referans değerinin kabul edildiği bir ortam değil, ayetler diğer görüşler arasında herhangi bir öneri muamelesi görüyor vs…

Kuran’da geçen bazı kavramları ve hükümleri bugün bir takım ideolojilere göre ele alarak İslamın emirleriyle bu görüşleri bütünleştiren nevzuhur yaklaşımlar, yani Müslümanlığı ideolojik okuma biçimiyle yorumlama arayışları. Mesela, adalet, kardeşlik, yaratılıştaki eşit haklara sahip olma durumu gibi kavramları bugün sosyal ideolojilerden bazılarının tezlerini esas alarak İslamın emirlerini bu ideolojik tanımlarla birleştirilerek "anti kapitalist Müslümanlar’’ veya "demokrat Müslümanlar’’ olarak kendilerine bu adları vererek ele alış biçimleri. İşte bu önceleme algısı içerisinde ele alınan bu kavramlar İslam dışı bir tezin tamamlayıcısı olarak kullanılamazlar. İslam bir bütündür, bir mefhumu kavramlarını ondan soyutlayarak ele alamazsınız, adaletin tanımı Rabbimize aittir, bu dengeyi en iyi gözeten Allah’tır ve onu tanımlamış ve hükme bağlamıştır. Zira her ideolojinin kendi öngörüleriyle birlikte yaşamsallaştırdığı kültürü de vardır, bir süre sonra bu kültürel özellik kendisiyle ilgileneni etkileyecektir veya hakla batılın ayrışması gereken hususlarda etkisizleştirecektir. Bugün eşitlik, sosyal adalet, insan hakları söylemlerini kullanan bazı İslami çevreler, nedense Rusya ve Çin’ in desteklediği kendileri veya işbirlikçi iktidarların zulümlerine bin türlü yorumlar getirerek İslam kardeşliğinin ve zulme karşı çıkmanın emredildiği çok açık hususlarda örneğin Suriye’deki Müslüman kardeşlerimizin katliamlarında tavırsız kalmayı veya onlar gibi düşünmeyi doğru bulabiliyorlar…

Geleneksel yaklaşımlar ve hurafeci kabullere karşı çıkmak adına geliştirilen, dini algıyı Kuranla inşa etme çabalarında, bir süre sonra pratikle, hayatın alanlarıyla buluşturulamayan ve meal okumalarıyla gelinen noktada oluşmuş değer yargılarının, modern kültürlerin de etkisiyle adeta ‘’Kuran Bilimselliği’’ , ‘’Kuran Mealciliği ‘’, ’’Ayetler ve Tarihsel Okuma Biçimleri’’ gibi garip anlama biçimlerinde tezahür etmesi hadisesi . Bu çabaların bir kısmı iyi niyetle başladığı halde tek başına meal okumaları, Kuranı hayattan kopuk veya belli birkaç konuya indirgeyerek okuma biçimleri veya eskiden olduğu gibi zahiri, lugavi, metedoloji konularına göre okuma çeşitleri…

Şimdi şunu ifade etmeliyiz ; Biz Kuranı hayatımızda yaşamak için anlamaya çalışıyoruz, burada hedefimiz Rasulullah (as) ve beraberindeki sahabenin anladığını ve yaşadıklarını aynı cehd içinde anlamak ve hayatileştirmek. Tabi ki bizler de daha iyi anlamak için mantığımızı kullanacağız, ihtimal arayışlarına baş vuracağız ama bunu tahkik için yapacağız, iyi anlamak ve sahih bir kimlik oluşturmak için, yoksa kendimizi doğrulatmak için Kuran okuyorsak bu bizi yanlışa sevkeder, doğrusunu öğrenmek ve hayatımız ı Kuranın hükümlerine göre düzenlemek için , Kuranın inzal amacına uygunbir şekilde Kuranla irtibatımızı süreklileştirmeliyiz.

Özcan Sarıyıldız kısaca şunları ifade etti ; Kurani şahsiyetimizin nasıl olacağı konusunu ele alalım.Bu gün Öyle yaradılış gayesini ve hayatın kendisine getireceklerini olarak nasıl değerlendireceğini bilmekten yoksun bir haldeyiz.Kurânİ şahsiyetimiz ne olacak? Bu soruyla başlayacak olursak “İşittik ve itaat ettik” diyen insan, kitaba ve vahye muhatap olduktan sonra ne yapacak.Kur’an tabiriyle “Kitap yüklü merkepler” zümresine mi dahil olacak? Tabii ki bütün bu soruların cevabı en güzel örnek kabul edilen peygamberimiz olmalı. Allah Rasülü ve ashabı günlük hayatında yaşarken, yerken, içerken, ibadet ederken , cihat ederken, ticaret yaparken, evde, çarşıda hep ama hep Kuranı merkezine almışlardır. Furkan süresi 30. Ayette belirtildiği üzere “Ve peygamber diyecek ki:” Rabbim, gerçekten benim ümmetim bu Kuranı mehcur (hükümlerinden uzaklaşılan bir kitap) olarak bıraktılar.” ilk Müslüman nesiller gibi Kuranı yaşamak için okuyup anlamalıyız. Öncelikle insanın şu dört şeyi yaparak hayatına kaldığı yerden devam etmesi lazımdır:Tevbe,İman,Amel-i Salih, Hak yolunda sebat.

“Asra andolsun ki gerçekten insan ziyandadır. Ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Asr suresi gereği bu şekilde başlaması insana bizzat yaratıcısı tarafından ifade edilir.

Peygamberimiz ve sahabe: Kuran edebi ile edeplendiler. Hz. Aişe peygamberimizin edebi Kuran edebiydi ifadesiyle kendisine sorulan ahlakı nasıl sorusunu cevaplamıştır. Peygamberimizle bizzat yaşamamamıza rağmen onun beslendiği kitap ile aynı ahlakı hayatımıza geçirebiliriz. Kurani şahsiyetimiz nasıl olacak. Müminun süresin ilk on ayetinde bu sorunun cevabını buluyoruz; ‘’Müminler gerçekten felah bulmuştur, Onlar namazlarında huşu içinde olanlardır.Onlar tümüyle boş şeylerden yüz çevirenlerdir.Onlar zekatlarını tam olarak verenlerdir.Ve onlar ırzlarını/ iffetlerini koruyanlardır.Ancak eşleri yahut meşru olarak sahip oldukları hariç. Bu durumda kınanmazlar.Fakat kim bundan ötesini ararsa artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.Onlar emanetlerine ve ahitlerine riayet edenlerdir,namazlarını da koruyanlardır.İşte vâris olacaklar onlardır.’’İşte peygamber ve sahabesi yaşayan Kuran oldular.Kuran şahsiyeti oluşturmak için öncelikle Kuran ışığında çocuklarımızı peygamberimizin çocuklarını eğittiği gibi eğiterek işe başlamalıyız. Allah’ın Teğabün süresi 14. Ayetinde belirttiği üzere “ Ey iman edenler eşleriniz ve çocuklarınız içinde size düşmanlık edenler de vardır, onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz şüphesiz ki Allah Gafur ve Rahimdir.” Ayetinde de indirdiği üzere çocuklarımızı cezalandırma yoluna gitmek yerine onların hatalarını anlamalarını sağlamamız gerekir. Ayrıca Müslüman şahsiyetinin bir özelliği de kendisinden zayıfı hor ve hakir görmemesidir. “Kendisine âmâ geldi diye (Peygamber) yüzünü ekşitti ve öteye döndü.” Ayetiyle bu durum Müslümanlara peygamberimizin şahsında yasaklanmıştır.Sahabenin bir başka özelliği de Kur’ân’ın emir ve yasaklarına hemen uymalarıdır. Onların bu refleksi Kuran’da “İşittik ve itaat ettik.” Ayetiyle ifadelendirilmiştir. Tevbe suresi 24. Ayette “ De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, Rasülünden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise Allahın ( azap ) emri gelinceye kadar bekleyin!” şeklinde bu durum bildirilmiştir.Bir başka özelliği ise kardeşlerini kendi nefislerine tercih etmeleridir.Sahabelerin şahsiyetinin şekillenmesinde bir diğer özellik “Kuranın talimatıyla infak etmeleri olmuştur. Hz. Ali ve Fatıma kendileri aç kalıp fakirleri doyurmuşlardır. İnfak konusunda yine Kuranda Bakara 274. Ayette Allah “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rableri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir.” Buyrulmaktadır.Sahabeler Allah ve Rasülüne hicret ettiler. Nahl suresi 90. Ayetinde “Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya vermeyi emreder. Hayasızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan sakındırır. Size böylece öğüt verir ki iyice dinleyip anlayıp tutasınız” Bu ayette de belirtildiği üzere hayasızlık, kötülük ve azgınlık bir tarafta iyilik, akrabaya verme ve adalet bir tarafta zikredilmiştir. Şahsiyetimizi şekillendirmede bunlara da dikkat edeceğiz.Sahabeler Kuranla istişare ettiler. Bedir savaşının esirlerinin ne olacağı hususunda ashap istişare ederek peygamberimize geliyor ve son söz olarak Allah Enfal suresi 67-68. Ayetleri indiriyor. “Hiçbir peygambere yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz, Oysa Allah ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Eğer Allahın geçmişte bir yazması olmasaydı, aldıklarınıza karşılık size gerçekten büyük bir azap dokunurdu.” Ayetiyle hükme boyun eğiyorlar.Ashab hayatı Kuranla yaşadı. Bu konuda ana babaya itaat konusuyla örnek verelim. Sahabeden Sad bin Ebi Vakkas, annesinin ölüm orucuyla onu dininden vazgeçirme isteğine Ankebut 8. Ayet ve Lokman14-15. Ayetler, Ahkaf 15. Ayet ana babaya itaatin sınırlarını çizer. Bu ayetlerde özetle insanların ana babalarına itaat emredilmiştir. Rabbimizin bu buyruğuna iman eden her Müslüman onlara saygı ve sevgide kusur etmeyecek, onlara iyilik ve merhametle muamele edecek, yanlarında kalırlarsa kendilerine öf bile demeyecek. Tatlı, güzel söz söyleyecek ve onların hayrı için Rabbine dua ve niyazda bulunacak.Ana babaya itaatin tek istisnası vardır. O da onların kendisini Allaha şirk koşmaya veya isyana zorlamasıdır. Bu durumda itaat söz konusu olmaz. Ancak o takdirde bile onlarla iyi geçinilmeli, kendilerine kötü davranılmamalı, kötü söz söylenmemelidir.Sahabe Kuranla davet etti. “En yakın akrabalarını uyarıp korkut!” ayeti gelince Safa tepesine çıkan peygamberimiz akrabalarını çağırıp onları uyarmıştır. Ayrıca Rasülullahın ilk davetinde en yakın akrabalarına, insanı cehennem azabından kurtaracak olan asıl şeyin bu dünyada Allah için yapacağı salih ameller olduğunu söylemesi oldukça anlamlıdır.Sahabe Kuranla öğüt verdi. Rasülullah her vesile ile insanlara uyarı ve nasihatlerde bulundu. Bunu yaparken de sık sık Kuran ayetlerini hatırlattı. Bu nedenle hatalarımız için ağlamalı, nefsimizi cimrilikten korumalı, dünya hayatına aldanmamalıyız.Kuranla konuştular.Kuranla huzura erdiler. Kuranla teselli buldular.Kuranla direndiler.Kuranla cihat ettiler.Duygularına Kuranla yön verdiler.Sahabeler kan bağıyla değil Allah ve Peygamber sevgisi ile hareket ettiler.Kur’an’la tevbe ettiler.Kuranla yönettiler.Namazlarını Kuranla ikame ettiler.Bugünün Müslümanları da aynen sahabe gibi Kuranın hali ile hallenir ve onun ahkamıyla amel ederlerse, onlar gibi kuranla oturur, kuranla kalkar, kuranla yürür, kuranla konuşur ve onunla yaşarlarsa …

İşte o zaman o ilk nesli ayağa kaldıran Kuran bu çağın Müslümanlarını da yeniden diriltecektir.

Abdurrahman Kuşcu şunları ifade etti ; Kuran ve tarihte Müslümanların kitabıyla olan ilişkilerini ve bugün durdukları yeri biraz ele almaya çalışalım. Kur'an-ı Kerim'in geleneğe karşı yaklaşımının doğru tespit edilebilmesi için de öncelikle bu sorunun cevabını vermek zorunludur. Nitekim Kur'an'da bir taraftan atalar geleneğine uyma eleştirilirken diğer taraftan tevhid geleneğine, bir başka ifadeyle İbrahimî geleneğe tabi olunması istenmektedir. İlâhi vahiy incelendiğinde görüleceği gibi, Kur'an'ın bütününde hak ve bâtıl çatışması konu edinilmekte, böylece bir bakıma iki farklı gelenek ele alınarak insanlar hak, sahih ve doğru geleneğe uymaya davet edilmektedir. Dolayısıyla Âdem aleyhisselâmdan beri tarih boyunca süregelen hak-bâtıl, iyi-kötü, tevhid-şirk mücadelesini iki farklı geleneğin mücadelesi olarak da yorumlamak mümkündür. Kısaca bunu "Atalar Geleneğine Karşı Tevhid Geleneği" olarak ifade edebiliriz. Geçmişten günümüze insanların en büyük sorunlarından biri de kendilerini diğer canlılardan ayıran akıl melekesini kullanmaktaki tembellikleridir. Bu sebeple Kur'an sadece aklı kullanmamayı kınamakla kalmayıp, insanı düşünmeye ve tefekkür etmeye de yöneltmektedir. Üstelik insanın önyargılarını ve şartlanmışlıklarını kırmasına yardımcı olarak, aklını işlevsel kılmaya itecek etkileyici bir üslupla muhataplarına hitap etmektedir. Zira ancak aklını kullanan insan tevhidin hak olduğu gerçeğinin farkına varacaktır. Asırlar boyunca yenilenen vahiy ile devamlı ve değişmez bir gelenek olarak tevhidin varlığı gerçek olduğu gibi, akla uygunluğu açısından bu geleneğin başkalarına benzemediği de bir gerçektir. Bu bağlamda tevhid geleneğinin son şekli olan İslam ve onun etrafında üretilen İslam düşünce geleneği de bir akıl ve vahiy geleneği olarak isimlendirilebilir. Geleneği ele alalım. Gelenek dini boyutlarıyla bir sürekliliğe işaret eder. Öncekilerin üstünlüğü fikri (geleneğin sürekliliğini sağlayan seleflerin üstünlüğü fikri) önce gelen daima sonra gelenden üstündür, kendisinin kâmil ve eksiksiz olduğunu savunur,diğer geleneklere göre kaynağa daha yakın, dolayısıyla daha otantik olduğu tezini savunur, vücuda getirdiği yapıya ve bu yapının gereklerine kayıtsız şartsız itaat ister.

Müslümanlar modernizm ya da gelenek kavramları dışında kendilerini nasıl ifade edebilirler? 'Atalar dini' kavramı ile 'bidat' kavramını incelediğimizde Kur'an bize modernizm ve gelenek konusunda önemli ipuçları vermektedir. Allah'tan gelen ilahi mesaja tabi olmalarının istenmesi karşısında atalarını üzerinde buldukları şeyden başkasına tabi olmayacaklarını (31/21).Ya da” Babalarını üzerinde buldukları şeyin kendilerine yeteceğini” (5/104) ileri süren müşriklerin bu tavrı gelenekçi bir tavırdır. Kur'an, atalarının hiç bir şey bilmemeleri veya kendilerine doğru yol gösterilmemesi (2/170). Ya da ”Atalarının 'üzerinde bulunduğundan daha iyisinin kendilerine getirilmesi (43/24) halinde ilahi mesaja karşı körü körüne karşı çıkarak geleneğe bağlı kalanları yermektedir. Diğer taraftan, 'atalar dini' kavramı salt bağnazca bir geleneğe bağlılıktan daha ziyade, kendisi ile doğru ya da yanlışlığın test edildiği bir ölçüt, doğru bilginin kaynağı olarak da algılanmaktadır. Onlar: "Eğer Rahman olan, Allah dileseydi, biz o meleklere tapmazdık." dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar. (43/20) ifade edilerek yerilirken; ilahi bir kaynağa dayanan bir gelenek de olumlanmaktadır. Müslümanlara da ataları İbrahim'in dinine tabi olmaları emredilmiştir (22/78).

Diğer taraftan, Rasulullah'a kendisinin risalet fikrini ortaya ilk defa atan (bidatçi) olmadığını söylemesi de emredilmiştir

“Ben diğer resûllerden farklı bir (bidat) ortaya çıkarmış değilim.” de. Ve bana ve size ne yapılacağını ben bilemem. Ben sadece bana vahyedilene tâbî olurum. Ve ben apaçık bir nezirden başka bir şey değilim. (46/9). Kur'an'ın yerdiği geleneğin kesin bir bilgiye (vahye) dayanmayan, zanna dayanan bir gelenek olduğunu, vahye dayalı bir geleneğin yerilmesinin söz konusu olmadığını söyleyebiliriz. O halde, müslümanların yaşatması gereken şey ne olursa olsun gelenek değil, Vahiy Geleneğidir.

Tarihselcilik: Bazı olguların sadece tarih içinde belli bir zamana ve mekâna kayıtlı olarak gerçekleştiği ve bu nedenle de tarihi bağlamıyla sınırlı ve geçerli olduğudur.

Bazı ayetlerin nüzul sebepleri yine tarihselciler tarafından tezlerine delil olarak gösterilmiştir. Oysaki tefsir usulü âlimlerinin özetlediği şu ifade “ Sebebin hususi olması, hükmün umumi oluşuna engel değildir.” Bu iddiaya güzel bir cevaptır. Ayetlerin nüzul sebepleri, ayetlerin anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Her ayete illa bir nüzul sebebi aramak- bulmak gibi bir zorunluluğumuz olmadığı gibi, nüzul sebepleri olarak bize tarihten gelen malumatlarda zannidir.

Tarihçilerin Çıkmazları Kur’an’da ki her şeyi, sosyal çevre faktörleri denilen bir tür cebriye anlayışı ile izah etmeleri, kalkınma ve ilerleme ideolojisine Kur’an’ı alet etmeleri, aşağıdan yukarıya (insandan Allah’a doğru) bir anlama ve yorumlama yöntemini savunmaları, Kur’an’ a lafız-metin kategorileri içine sıkıştırmaları, tarih içinde oluşan bir metni tarihsel şartların etkisinden kurtarma iddiasında olmaları, tümel(külli)- tikel(cüz’i) ayrımı ile Kur’an’ın naslarını birbirine kırdırmaları, Allah’ın ilmi ile Kur’an’ı birbirinden ayırmaları, Kur’an kendisi asla tarihsel değildir ama ilk muhatabları ve onların içinde bulundukları verili dünya tarihi bir vakadır.

 

Önceki ve Sonraki Haberler