‘’Nefsi ve Toplumsal Kirlenme Karşısında Sorumluluklarımız’’

‘’Nefsi ve Toplumsal Kirlenme Karşısında Sorumluluklarımız’’

Bartın Özgür-Der’de bu hafta ‘’Nefsi ve Toplumsal Kirlenme Karşısında Sorumluluklarımız’’ konusu konuşuldu.

Mehmet Şerbetçi konuyu iki veçheye ayırdığını bu sunumda daha ziyade 'nefsi kirlenme karşısında sorumluluğumuzu' ele alacağını söyleyerek kısaca şunları ifade etti:

"Nefse ve onu biçimlendirene,Sonra ona fücurunu ve takvayı ilham edene (andolsun)." (eş-Şems, 91/7-8)Allah'uTeala insan nefsine iki güçlü ve belirleyici potansiyeli/istidatıdercetmiştir. Nefs sahasında yaşama imkânı bulabilecek bu iki özellik takva ve fücurdur. Kişi bunlardan hangisini beslerse onun amellerine ve dolayısıyla tüm hayatına egemen olan özellik de o olacaktır."Nefs" kavramı ile zat ve beden manasının dışında, kulun sahip olduğu bozuk sıfatlar ve kötüleşen ahlaklar da kastedilir. Bu manada nefsin kötü ahlakların mahalli olarak insan vücuduna konulmuş ve ruhtan ayrı bir varlık olduğunu belirtir. İslam âlimleri nefs'i Kur'an'da geçtiği şekliyle ele almış ve sonra bunlara ayetler çerçevesinde yorumlama yoluna gitmişlerdir.

(Yusuf, 12/53) (Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışındavar gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir. (el-Kıyame, 75/2) Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.(el-Fecr, 89/27) Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,(eş-Şems, 91/7-8) Nefse ve onu biçimlendirene, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve takvayı ilham edene (andolsun).(el-Fecr, 89/28) Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. (el-Fecr, 89/28) Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. "Gir salih kullarımın arasına,  gir cennetime" kısmına atıfla. (el-Fecr, 89/29)"…Onların bir kısmı da Allah'ın izniyle hayırlarda önde olandır" (el-Fatır, 35/32)

İnsan daima sahip olmadığı ve elinde bulundurmadığı şeyler ister. Bu olsa bile ondan ne zamana kadar faydalanabilmektedir, ömür ne kadar da kısadır aslında. Örneğin Birisi sadece bir ev ya da bir makam istediğini iddia ediyor; hâlbuki henüz oraya erişmemiştir,  hayali gerçekleşirse sadece bununla yetineceğini sanıyor. Ne zaman ki oraya erişti bu defa daha büyük şeyler peşinde koşuyor yukarılara bakıyor. Zira istediği şeyler yukarılara çıkmıştır artık. İleriye doğru atılan her adımı sadece bir sonraki adım hırsı takip etmektedir. İnsan eğer nefsinde dünyaya, kadına, çocuğa, mal, riyaset ve benzeri şeylere aşırı bir sevgi beslerse, Bu nimetlerin yine Allah tarafından kendisinden alınması halinde, Allah'a bile düşman kesilebilir. Bu durum kişide müstağniliği ve müstekbirliği de tetikler. Sevgi duyulan şeyleri elde etme durumunda eğer şükür oluşmuyorsa, Allah'a ihtiyaç duymama hissinin belirmesi kaçınılmazdır. İnsan Güç ve kudret sahibi oldukça azar. Sıradan bir insan ile alim ya da idarecinin tuğyanı farklıdır. Tezkiye olmamış Tuğyana meyyal nefis için ilim ve iktidar çok tehlikelidir.

"İnsan tuğyan eder, kendini müstağni görürse." (96 Alak 6-7)İşte insan böyledir, Rabbi ona biraz nimet verse hemen diklenir.

Ki Ben ona, 'alabildiğine çok mal' (servet) verdim. Göz önünde-hazır çocuklar (verdim). Ve sayısız imkân ve fırsatları önüne serdim. Sonra, daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur). (74/Muddesir 12-15) Hâlbuki Rabbimiz mal ve evladın aslında ne olduğunu yine Kur'an'da çok açık biçimde bildirmiştir;

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir. Allah yanında ise büyük bir mükafaat vardır. (8/Enfal 28)Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (18/Kehf 46)

Ey iman edenler, ne mallarınız ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (63/Munafikun 9) Malımız çoğaldıkça, sultanlığımızın sahası genişledikçe esaretimiz de buna bağlı olarak büyüyor ama kendimiz bile bunun farkında değiliz. Oysa makamlar bizim esirimiz ve hükmümüz altında olmalıdır, biz onların değil. Sahip olunanlar bir yarış vesilesi değil (اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُۙ Mal, mülk ve servette çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.), iyi bir kulluk aracı kılınmalıydı. Her şeye "Allah'ın malı" gözüyle bakılırsa insan kendisini işin içinden kenara çekecektir ama insanlardan çoğu "bu mülkün bizden başka sahibi var mı?" davulunu çalıp yeryüzünde gurur ile geziyorlar.  Ele geçen Kudret oranında Ruhi Sarsıntı da kendiliğinden artar. Kalpteki kıvılcım ateş olur ve alevlenir. Bu bunalım ve çıkmazlar insanı daha bu dünyada iken adeta Cehennemi yaşatır. Gideceğimiz Cehennem elimizle yaktığımızdır.

Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder. (42/Şura 30)

…Hiç şüphesiz cehennem, o inkâr edenleri mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır.(9/Tevbe 42) Aslında şimdi de kuşatmıştır ama dünya  ve nefse olan muhabbeti insanı uyuşturduğu için cehennemde olduğunun farkında değildir. Bu uyuşukluk kendisinden kaldırılınca ayan beyan her şeyi görecektir ki:

Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş gücün keskindir. (50/Kaf 22)Elbette insanın kendi eliyle tutuşturduğu bu cehennemin sönüşü bizzat nefisten başlar. Bu gerçekleşirse rivayette belirtilen şu husus tahakkuk edecektir.

"Kıyamet gününde cehennem, sırattan geçen mü'minlere der ki: 'Ey mümin, üzerimden çabuk geç, senin nurun ateşimi söndürüyor." (Taberani)Kuşkusuz, insanda şiddetli bir şekilde var olan nefs sevgisi onu birçok şeyden gafil bırakmış,  Kendini özgür kılamamıştır. Böyleleri asla bağımsız hürriyet sahibi veya tarafsız olamazlar, sahih hüküm veremezler. Ahlak, akıl ve mantığın hilafına da olsa tarafgirlik yapar, nefsine hangisi hoş geliyorsa onun tarafında yer alır. Oysa "Hak" sadece hak olduğu için istenmeli "batıl" da sadece batıl olduğu için red edilmelidir. Rasulullah'ın "bir şeyi aşırı sevmek insanı kör ve sağır eder" dediği rivayet edilir. Aşırı sevgi gibi aşırı öfke ve buğzda aynı neticeyi doğurur. Denilebilir ki öfke varsa akıl kenara çekilir. Bu yüzden, aleyhinize söz söyleyen hakkında öfkeli iken hüküm vermek veya feryat ve gürültü ile karşılık vermek yerine akıl ve mantık çerçevesinde davranış sergilemek çok daha isabetli ve hikmete uygun olur.Öte yandan, birinden sadır olan bir hareketi onu seven kişi övgüyle anlatır, düşmanı ise yergi ile. Aynı şeyi bu defa başkası yapsa tepkiler de tam tersi olur. Yani aynı hareket dostumdan olursa teyit ediyorum, düşmanından olursa tekzip ediyorum; oysa objektif ve tarafsız olmalı değil miyiz? Rabbimiz her vaziyette adaleti emretmemiş miydi?

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.(5/Maide 8)Bu durum, insanda var olan nefs sevgisinden kaynaklanmaktadır ve bu sevgi insanın bütün ayıplarını kendisinden gizlemektedir. Bu sevgi yüzünden insan hiçbir ayıbını göremez Hatta bazı zamanlar Bu ayıbını hidayet! olarak bilir.

Kim Rahman (olan Allah) ın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytanı onun 'üzerini kabukla bağlattırırız; artık bu, onun bir yakın dostudur.  Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.  Sonunda bize geldiği zaman, der ki: "Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer sen ne kötü dostmuşsun" (43/Zuhruf 36-38)Nefsin dürtüleri olan fesat ve vesvese insanı birdenbire yoldan çıkarmaz. Bu işlerin tasarlayıcısı ve uygulayıcısı şeytan kendi alanında oldukça üstat olup acelecilik cehaletinde bulunmaz, küçük adımlardan sonra büyük adımları bekler. Şimdi bozuk olanlar daha önce fesat nedir bilmezlerdi. Buraya bir defada sıçrayarak değil, mertebe mertebe vardılar. Bir rivayette geçtiği gibi, neredeyse 70 yıllık ömrün süregelen bir serüvenidir bu sonuç:İşitilen bir ses üzerine Rasulullahsahabelere: "Bu bir taştır. Yetmiş sene önce cehenneme atılmış, henüz şimdi düşüyor, nihayet dibine erdi." Dedi. (Müslim: 2844)İnsan mutlak Kemal'i arzuladığından bunu bulabileceğini sandığı mutlak Kudrete de âşıktır. Oysa makam, kudret, mal… Bunların hiç birisi mutlak Kemal değildir. İşin aslı, insan için mutlak Kemal'e varmadan itminan (huzur sükunet ve yatışma) yoktur. İnsanı azaba götüren şey, mutlak Kemal diye başka bir şeye tutulmasıdır. O yüzden sana Azap verecek olan şeyin peşinden değil edep verecek şeyleri takip et ki nefsine sükûnet bahşedilsin.

 "bilin ki Kalpler ancak Allah'ı zikir ile itminan olur" (13/Rad 28)

 "Ey mutmainne nefis razı olmuş ve olunmuş olarak Rabbine dön kullarımın arasına ve cennetime gir "(89/Fecr 27-30)Öyleyse artık uyanmalı ve elçilerin yolunu takip etmeli, hicret etmeliyiz; ama biz daha yolla bile çıkmadık dünyada çakılıp kaldık. Oysa uyanık olduğumuzu sanırız. Rasulullah: "insanlar uykudadır, ancak öldüklerinde uyanırlar" buyurmuştur. İlk adım bu evden/dünyadan  çıkma kararı, hapse razı olmama, Allah için ayağa kalkmaktır; yani ilk adım uyanmaktır. Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resûlü'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir. (4/Nias 100)Kur'an'ın anlam derinliği ne ancak nefsin vesvese ve kibirlerinden arınanlar ulaşabilir. Kitap ve Sünnet ile terbiye olup, nefsine kulluktan kurtulamayan hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Kendi kendini kurtaramadığı gibi verdiği hüküm ve tercihleri de sahih ve gerçeğe uygun olmayacağından çevresini de kendi ifsat ateşinde yakacaktır. Şu bir gerçektir ki gençler ihtiyarlara göre daha kolay ıslah oluyor, öyleyse bu işi erteleyip durumu zorlaştırmayalım. Elbette bu öyle çabucak olacak bir iş değildir. Fakat yavaş yavaş nefsimize olan teveccühün dışına çıkarsak bütün arzularımız yerin dibini boylayacaktır.Manevi güç, bütün maddi güçlerin üstündedir. Bu güçle teçhiz kılınan bir çoban bakıyorsunuz ki günün birinde firavuna gidip " adam ol" diye feryat ediyor. Diğer yandan da bir yetim kalkıp bütün dünya hakimlerini davet ederek " gelin ve adam olun" diyerek karşılarına dikiliyordu. Şu bir gerçektir ki insan terbiye olursa alemde ıslah olur.  Âlemin esası insanın terbiyesidir. İşte Resuller insandaki bu kuvveti harekete geçirmek için geldiler. Azim ve irade sahibi olabilmek için ciddi bir şekilde çalışmalıyız. Günah işlemeye Cüret etmek ise insanı yavaş yavaş azimsiz kılar ve bu değerli cevheri insandan çekip alır. Günahlardan sakınalım, Allah'a doğru hicret etmeye azmedip tenha köşelerde Allah'tan bu amaca bizi ulaştırması için bize yardımcı olmasını dileyelim, Tevfik vermesi ve sürçmeler karşısında elimizden tutması için O'na yalvaralım. Zira insanın hayatında o kadar derin sürçmeler vardır ki bir an içinde felaket uçurumuna düşmesi ve böylece de kendisi için hiçbir şey yapamaz hale gelmesi mümkündür.Her günün başlangıcında "bugün Allah'a muhalefet etmeyeceğim" diye kendine söz ver ve bu hususta ciddi bir karar al. Malumdur ki insanın bir gün muhalefet etmemesi oldukça kolay bir şekilde üstesinden gelebileceği bir iştir. Sen azmet ve tecrübe et de bunun ne kadar kolay bir şey olduğunu gör. Şeytan bu işi senin gözünde abartıp büyütmeye çalışabilir ama bil ki bu onun bir hilesidir. Ona kalpten ve gerçek bir şekilde lanet et, batıl evhamları kalbinden dışarı sür ve bir gün olsun tecrübe et, o zaman bu işin ne kadar kolay olduğunu sende tasdik edeceksin. Şeytandan bir kışkırtma gelirse hemen Allah'a sığın (7/200).Eğer sözüne sadık kalmış, vefat göstermişsen hemen Allah'a şükret ve bil ki bir adım ilerledin, böylece ilahi gözetim altına girdin. Bundan böyle Allah'uTeala dünya ve ahiret işlerinin ilerlemesi için sana kılavuzluk edecek. Böylece yarınki işini daha da bir kolaylaştıracaktır. Bir müddet bu hal üzere kal. Ümit edilir ki bu artık senin için bir Meleke olsun ve oldukça rahat ve kolay bir iş haline gelsin. O zaman da artık Allah'a itaat etmek ve günahlardan kaçınmaktan lezzet alırsın.Allah ağır tekliflerde bulunmamış, üstesinden gelemeyeceğin ve güç yetiremeyeceğin şeyleri sana yüklenmemiştir (2/286).

Allah göstermesin, söz verdiğin konuda gevşeklik ve zaaf gösterecek olursan hemen Allah'tan özür dile ve artık yarın için söz verdiğin üzere davranacağını dair yeniden söz ver. Günaha yaklaşma (17/32), takva elbisesini giy

Önceki ve Sonraki Haberler