‘’Kudüs ve Tarihi’’

‘’Kudüs ve Tarihi’’

Özgür-Der Batman Hürriyet Temsilciliği’nde‘’Kudüs ve Tarihi’’ konulu seminer gerçekleştirildi.

Batman Özgür-Der Hürriyet Temsilciliği'nde gerçekleştirilen aylık alternatif eğitim seminerleri kapsamında bu ay, Mehmet Şat'ın sunumuyla ''Kudüs ve Tarihi'' konulu seminer gerçekleştirildi.

Mehmet Şat sözlerine; Kudüs'ün tarihteki en eski şehirlerden biri olduğunu,tarihçilerin Kudüs'ün inşa ediliş tarihi için kesin bir şey söyleyemediklerini fakat Mescid-i Haram'dan 40 yıl sonra kurulduğunun tahmin edildiğini, milattan 3000-4000 yıl önce, şehre ilk hicreti Arap Kenâniler'in yaptığını, tarihi kayıtlara göre Kudüs'ün deKenâniler'in bir kolu olan Yebusiler tarafından kurulduğunu söyleyerek başladı. ''Tarihi verilerden izlenebildiği kadarıyla, Yebusiler denilen karışık bir halkın yaşadığı Kudüs'ü, M.Ö. 1000 dolaylarında Hz. Davud ele geçirerek krallığının başkenti yaptı. Oğlu Hz. Süleyman Kudüs'ü genişleterek, Beytü'l Makdis adıyla ünlü birinci Mabed'i inşa ettirdi. Böylece Kudüs o dönem İslâm'ın merkezi oldu.'' dedi.

''Mescid-i Aksa neden kutsaldır?'' sorusunu yanıtlayan Mehmet Şat; Müslümanların ilk kıblesi olması ve Resulullah (s.a.s.)'ın İsrâ'ya şahit olması dolayısıyla kutsal olduğunu, Kur'an'da da mukaddes belde olarak nitelendirilen Arz-ı Mevut'un bu alanın içerisinde olmasından dolayı Kudüs'ün Müslümanlar açısından kutsal olduğunu belirtti. Ayrıca Hz. Süleyman (a.s) tarafından inşa edilmiş ve daha sonra yıkıma maruz kalıp, yenilenmiş olan Mescidi Aksa'nın kalıntılarının var olduğu yerin ''Beyti Makdis'' olarak adlandırıldığını, Resulullah (s.a.s.)'ın ziyaret ettiği mekânın da burası olduğunu, bu anlamda''Beyti Makdis'' ibaresinin bazı tarihi kaynaklarda Kudüs şehri için de kullanılmış olduğunu, yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de Mescidi Aksa'dan adıyla söz ettiğini ve bu mescidin etrafının mübarek kılındığını söyledi.

Kıblenin değişim sürecinede değinen Mehmet Şat; İslamiyet'in ilk yıllarında kıblenin Beytü'l-Makdis olduğunu, Resulullah (s.a.s.) Mekke döneminde namazlarını Beytü'l-Makdis'e doğru kıldığını, Medine'ye hicret ettikten sonra da on altı ay Beytü'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmaya devam edildiğini, nihayet "yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız yüzlerinizi o yöne çevirin. " (el-Bakara, 2/144) ayeti inince artık kıblenin Kâbe olduğunu ifade etti.

Kubbet-Üs Sahra'nın ise; Emevi Halifesi Abdülmelik tarafından 691'de, Hz. Peygamberin miraç esnasında ayağını basmış olduğu taş üstüne kurulduğunu,daha sonra akabinde Kubbetü's-Sahra'nın yanında Mescid-i Aksa'nın inşa ettirildiğini,Hacer-i Muallak denilen kaya kütlesini örten kubbe olduğu için Kubbet-üs Sahra, yani Kaya Kubbesi adının verildiğini belirtti.

Hristiyanlar için Kudüs'ün öneminin; Hz. İsa'nın yaşadığı, çarmıha gerildiği, defnedildiği, dirildiği ve semaya yükseldiği şehirin Kudüs olmasından dolayı kutsal kabul edildiğini, ayrıca Hz. Meryem'in mezarının bulunduğu yere yapılan kilisesininde Kudüs'ü Hıristiyanlar açısından da kutsallaştırdığını söyledi.

Yahudilerinde ağlama duvarının burada bulunmasından dolayı, onlar içinde kutsal bir mekân olduğunu ifade etti.

''Hz. Ömer'in Kudüs'ü feth ettikten sonra bizzat gidip şehrin anahtarını alıp orda bir mescit inşa ettirmiştir.''

2. Haçlı seferiyle işgal edilen Kudüs'ün, Selahattin Eyyubi tarafından Hittin savaşıyla geri alındığını, 2. Haçlı seferiyle Müslümanlara karşı yapılan katliama karşılık Selahattin Eyyubi'nin tam bir adaletle karşılık vermesinin tüm Avrupa'da hala konuşulan bir husus olduğunun altını çizdi. En son Kudüs'ün 1291'de Memluklerin hakimiyetine geçtiğini ve bu hakimiyet 1517'de Filistin Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılıncaya kadar devam ettiğini, Osmanlı hakimiyetinin 1918'e kadar sürdüğünü belitti.

1918' den günümüze Filistin

Mehmet Şat; ''Haçlı seferlerinden sonra gerçekleştirilen II. büyük işgal 1918'de İngilizlerin Filistin topraklarını işgal etmeleri ile başladı. İngilizlerin bu toprakları işgalde ki asıl maksadı bölgede Yahudilerin bir devlet kurmalarına imkân sağlamaktı. Nitekim dönemin İngiliz dışişleri bakanı Aurtur Berfur tarafından 1917'de yayınlanan ve 'Berfur deklarasyonu' olarak tarihe geçen belgede bu husus dile getirilmiştir. Söz konusu deklarasyonda şöyle deniliyordu:'Haşmetli İngiliz Kraliyet Hükümeti, Filistin'de Yahudi halkı için milli bir devlet kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini harcayacaktır…' dedi.

21 Eylül 1922 tarihinde artık kurulacak olan İsrail Devleti için alenen adımlar atılmaya başlandığını, ABD'nin Kongre ve Temsilciler Meclisi ''Amerika Filistin'de Yahudilere milli yurt kurulmasına taraftardır'' diye karar aldığını,o tarihte İstanbul'da buna ses çıkaracak kimsenin olmadığını söyledi.

''Kudüs'ün Siyonistlerce işgal süreci 19. yüzyılın sonlarında başladı. Dünyanın dört bir yanına dağılmış bulunan Yahudiler 19. yüzyıl başlarında kurulan Siyonist örgütlerce Filistin topraklarına göçe teşvik edildiler. Rusya'da yaşayan bazı Yahudilerin göçmesiyle Filistin'de ilk Yahudi yerleşme bölgesi kuruldu (1882). 1905'te Rusya'daki ihtilal hareketleri nedeniyle ortaya çıkan ağır baskılardan kaçan Yahudilerin de Filistin'e göçmesi üzerine buradaki Yahudi nüfusu 90 bine ulaştı. Bu sayı 1925'te 110, Hitler'in Almanya'da iktidarı ele geçirmesiyle Almanya'dan yapılan göçlerle 1939'da 450 bini buldu. 1917'de Kudüs ve Filistin topraklarını işgal ederek 1948'e kadar ellerinde tutan İngilizler, Yahudilerin yerleşmelerine büyük kolaylıklar sağladılar. Bu sıralarda İngiltere ve ABD'nin desteğini arkasına alan Siyonist terör örgütleri Filistin'in Müslüman halkına karşı terör ve katliam hareketine başladılar. Uluslararası alanda yaptıkları çalışmalar sonunda 1947'de BM'den Filistin'de bir Arap-Yahudi devleti kurulması yönünde bir karar çıkartan Siyonistler, İngilizlerin bölgeyi boşaltmaları üzerine Filistin topraklarının büyük bir bölümü ile Kudüs'ün yarısını işgal ederek İsrail devletinin kurulduğunu ilan ettiler (1948). Bu işgal Siyonistlerin askeri başarılarıyla filan değil bazı çevrelerin ihanetleri ve Birleşmiş Milletlerin bir takım siyasi oyunları ile gerçekleşmiştir. Müslümanlar Birleşmiş milletlerin Kudüs'le ilgili kararını kabul etmediler. İngiliz işgal güçlerinin çekilmesinden sonra Müslümanlar ile Yahudiler arasında fili çatışmalar başladı. Siyonistler çatışmalarda Kudüs'ü ilk hedef olarak seçtiler. Kudüs ve çevresindeki sivil Müslüman halkın gözünü korkutmak ve onları göçe zorlamak maksadı ile korkunç katliamlar gerçekleştiriyorlardı. Siyonist işgalciler Birleşmiş Milletler oyunları ile Batı Kudüs'ü hakimiyetlerine almalarından sonra şehrin bu kesiminde yoğun bir Yahudileştirme politikası uyguladılar. Bu amaç doğrultusunda ilk iş olarak burada yaşayan Arap nüfusu göçe zorlamak amacıyla çeşitli uygulamalara başladılar. Bu uygulamalardan etkilenenler sadece Müslümanlar değildi, Hıristiyan asıllı Araplarda bu uygulamalardan nasiplerini aldılar.'' dedi.

14 Mayıs 1948'de bölgede İsrail devleti resmen kurulmasıyla, İsrail'in kurulmasının üzerinden yirmi dört saat geçmeden Arap ülkeleri İsrail'e savaş açtığını; Mısır, Suriye, Irak, Ürdün kuvvetlerinin saldırıya geçtiğini ancak beklenenin aksine olayların İsrail'in lehine geliştiğini belirtti. Bir yıla yakın süren savaşta İsrail'in hem Arap kuvvetlerini bozguna uğrattığını hem de Filistin'deki topraklarını genişlettiğini, Filistin'deki yüzde 56'lık toprağını yüzde 78'e çıkardığını söyleyerek, ''1948 Arap-İsrail savaşında İsrail Batı Kudüs'ü işgal etmiştir.Ürdün ise doğu Kudüs'e hâkim olmuştur. Böylece Kudüs doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır.'' dedi.

1967 haziran savaşına kadar Doğu Kudüs'ün Ürdün'ün denetiminde olduğunu, İsrail işgal yönetiminin altı gün savaşı olarak da anılan 1967 haziran savaşında Arap yönetimlerinin ihanetleri sayesinde Doğu Kudüs'ü de işgal etmeyi başardığını ve böylece şehrin her iki yakasını da işgal etme düşüncesini gerçekleştirmiş olduklarını ifade etti. 5 Haziran 1967'de işgal devletinin Mısır'a karşı gerçekleştirdiği saldırıda diğer Arap devletleri de İsrail'e karşı saldırıya geçmiş olmaları halinde İsrail'in kıpırdayacak halinin olmayacağını,ancak olayların bu şekilde gerçekleşmemesi neticesinde işgal devletinin önce Mısır'a saldırarak Gazze bölgesini ve Sina Yarımadasını işgal ettiğini,daha sonra Ürdün ve Suriye tarafına yönelerek Batı yaka, Doğu Kudüs ve Golan Tepelerini işgal ederek,bu yerlerin savunulmasında ciddi bir direniş gösterilmediği ve Siyonist işgalcilerin çok rahat hareket etme imkanı bulduklarının altını çizdi.

''21 Ağustos 1980'de doğusu ve batısıyla birleşik Kudüs'ün İsrail'in ebedi başkenti olduğunu ilan etmiştir.Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BGMK), 1980'de kabul ettiği 478 sayılı kararla, İsrail'in ilhak ve başkent ilanını geçersiz saydı. BMGK kararı çerçevesinde, ABD dahil uluslararası toplum Doğu Kudüs'ün işgal altında olduğunu kabul ediyor.'' dedi.

Diğer taraftan İsrail Devletinin, 1968 yılından bu yana Mescid-i Aksa'nın çevresinde ve altında, arkeolojik araştırmalar bahanesiyle kazılar yaptığını, Yahudilerin inancına göre Mescid-i Aksa; onlarca kutsal sayılan Süleyman Mabedinin bulunduğu yere yapıldığını ve Yahudilerin en büyük emelinin ise, Mescid-i Aksâ'yı yıkıp yerine Süleyman Mabedini yeniden inşası olduğunu belirtti.

Mehmet Şat son olarak; ''Kudüs, Mescid-i Aksa ve Filistin toprakları bütün Müslümanların malı ve kutsal mekanlarıdır. Oralara karşı sorumluluğumuz gereği elimizden gelen tüm imkanları kullanmamız gerekiyor. Ümmetin onurunu ayakta tutma görevini üstlenen kardeşlerimizin feryadını duymalıyız. Bu sorumluluk sadece onlara ait değil. Eğer Müslümanız diyorsak, dünyanın öbür ucunda da olsa Müslümanın derdiyle dertlenebilmeliyiz. Hele bide söz konusu olan Müslümanların ikinci mabediyse hassasiyetimiz en üst noktaya çıkmalı.'' diyerek sözlerini tamamladı.

Haber: Ömer Faruk Çelik

Foto:Faruk Polat

Önceki ve Sonraki Haberler