Çorumlu Müslümanlar Danıştay Zulmünü Protesto Etti

Çorumlu Müslümanlar Danıştay Zulmünü Protesto Etti

Danıştay’ın vermiş olduğu Katsayı Kararı Özgür-Der Çorum Şb, İlke-Der ve Gül-Der tarafından Merkez PTT önünde bir basın açıklaması ile protesto edildi.

Çorum Merkez PTT önünde toplanan Müslümanlar, " Resmi İdeoloji Dayatması, Katsayı Zulmüne Hayır" pankartın yanı sıra  " Başörtüsü Allah'ın Emri Kimliğimizdir, Yasaklanamaz!", "Danıştay'ın Bayram Hediyesi Katsayı Zulmü Devam Edecek!", "Katsayı Zulmü ve Başörtüsü Yasağı Kalmadıkça Üniversite Sınavı Adil Olamaz!", "Başörtüsü Yasağına ve Katsayı Zulmüne Hayır", "Yargı Bürokrasisi Karar Verdi: Katsayı Hukuksuzluğuna Devam!" Başörtüsü ve Meslek Liselilere Özgürlük" vb. yazılı dövizler taşıdılar. Müslümanlar eylem süresince " Cuntaya Hayır, Eğitime Özgürlük", " Darbeci Baro, Hesap Versin!", "Kahrolsun Yasakçı Hainler", "Zulme Karşı Direneceğiz", "Tevhit, Adalet, Özgürlük" şeklinde sloganlar attılar.

Özgür-Der Çorum Şubesi Başkanı Bülent Gökgöz okuduğu basın açıklamasına 28 Şubat'ta yaşananlardan ve 8 yıllık eğitime geçiş sürecinden bahsederek başladı. Katsayı zulmü ve puan sistemine vurgu yaparak devam edilen basın açıklamasında Gökgöz, YÖK'ün aldığı katsayı kararına değinerek, İstanbul Barosunun Danıştay'a açtığı dava ve sonrası yine Baronun sergilediği icraatlara değindi.

Gökgöz basın açıklamasında Danıştay'ın sergilediği çelişkiye de vurgu yaparak sözlerine şöyle devam etti; " Şimdi akıl, vicdan sahibi herkes Danıştay'ın 2005'te Milli Eğitim Bakanlığınca yapılan değişiklik düzenlemelerini reddedip yetkinin YÖK'te olduğu kararını anımsatıyor. Yine geçtiğimiz Ağustos ayında Danıştay "Katsayı belirleme ve sınav sistemini değiştirme kararı YÖK'tedir" şeklinde karar almıştı.

Danıştay aldığı bu son bu kararla, önceki kararlarına ters düşerek bir kez daha hukukun üstünlüğünü(!) ortaya koymuş oldu. Bir yüksek mahkemenin aynı soruyu, soranın kimliğine göre cevaplaması nasıl izah edilebilir? Aksi halde, "iki kere iki kaç eder" sorusunu "alırken mi satarken mi" şeklinde cevaplayan uyanıktan farkı kalır mı?

Oysa unutulan küçücük bir detay var ki o da buranın Türkiye olduğu gerçeğidir! Hukuk, adalet, eşitlik, tutarlılık ancak resmi ideolojiyi ve statükoyu ayakta tuttuğu oranda geçerli ve makbuldür. Bu yüzden Danıştay kararı sürpriz olmadığını vurguladı.

Basın Açıklamasının Tam Metni

İçinde yaşadığımız ülkede, İslami kimliğimize ya da hassasiyetlerimize dönük dayatmalara bir yenisi daha dün eklendi. Danıştay, YÖK'ün farklı katsayı uygulamasını durdurma kararı alarak, kurban bayramı arifesinde tüm imam-hatip ve meslek liselilere ve onların ailelerine bayram hediyesini sunmuş oldu.

Milli Güvenlik Kurulu'nun, 28 Şubat 1997 tarihli toplantıda, "irticayı birinci tehdit" olarak niteleyerek, görevde bulunan hükümete sunduğu, "18 maddelik" bir muhtırada, eğitimle ilgili olarak, "8 yıllık kesintisiz eğitim yasası çıkartılarak imam-hatip liselerinin orta kısımlarının tamamen kapatılması, din eğitiminin 15 yaşına kadar yasaklanması, Kur'an kurslarının kapatılması, imam-hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişlerinin zorlaştırılması (engellenmesi)" istenmişti.

İşte katsayı uygulaması, 28 Şubat darbe sürecinin temel göstergelerinden biri oldu. Akıl ve vicdan sahibi her insan bu uygulamanın adalet ve eşitlik ilkesine aykırı olduğunu yıllardır dile getiriyordu. Hatırlanacağı üzere "Siyasî hayatıma da mal olsa bu kanunları çıkaracağım." diyen Mesut Yılmaz gibi siyasetçilerin, kesintisiz eğitim kararları ile İmam Hatip okullarının önünün kesilmesinin ardından, darbe sürecinin ve kesintisiz zulmün mimarlarından Çevik Bir'in YÖK Başkanlığı'na bizzat direktiflerini yazdırmasıyla, Kemal Gürüz'lü YÖK yönetiminin 1998 yılında hayata geçirdiği üniversiteye girişteki farklı katsayı yöntemi, yüz binlerce gencin içinde yer aldığı bir nesli heba etti.

11 yıllık sürede mezun olacak 500 bin İmam Hatipli için, 10 milyona yakın meslek liseli de farklı katsayı uygulamasının dolaylı olarak kurbanı oldu.

Bu yeni uygulamayla, ders gruplarına göre "alanlar" oluşturulmuş, üniversiteye girişte, seçtiği alanda eğitim görecek öğrencilerin puanı 0,50 ile başka bir alanı tercih etmesi halinde, 0,20 ile çarpılması kararlaştırılmıştır. Aynı dalda eğitim görecek olan öğrencilere % 15 ek puan verilmesi kararlaştırılmış ise de, aynı bölümden mezun olan herkese ek puan verilmesi sıralamayı etkilemediğinden, tamamen aldatmacadan ibarettir. Puan hesaplanmasında, ondalık sistemin seçimi bile ileri bir psikolojik harekât ve toplum mühendisliğinin ürünü olup, önemsiz gibi gösterilmeye çalışılmıştır.

Oysa bir öğrencinin puanının 0,5 ile çarpılması, aldığı puanın yarısı (% 50'si), 0,2 ile çarpılması ise beşte biri (% 20'si) demektir. Alanları farklı olan ve aynı sayıda soruyu cevaplayan iki öğrenciden birine 350 puan verilirken, diğerine 140 ek puan verilmesi anlamına gelmekte. Sıralamada, bir puanın dahi hayati önem taşıdığı bir sınav sisteminde, zaten zayıf bir eğitim alan meslek lisesi öğrencilerinin üniversiteye girebilmesi, tamamen imkânsız hale getirilmişti.

Faşizan eğitim tarihinin fecaatlerinden biri olan katsayı uygulamasını yıllardır kamuoyuna eşitlik uygulaması olarak yutturmaya çalıştılar. Sınava giriş şartları ve sınavda sorulan sorular bütün katılanlar için aynı olmasına rağmen; sınav değerlendirilirken doğru cevap dışında başka kriterler kullanılarak puanlama yapılmasının eşitlik olduğu hiç utanılmadan ifade edildi.

Hatırlanacağı üzere YÖK, 10 yıllık bir gecikmeyle de olsa 21 Temmuz da farklı katsayı uygulamasını kaldırmıştı.

Uygulamanın kaldırılmasından rahatsız olan statükocu güçlerin ve onların sivil uzantılarının ivedilikle harekete geçmesinin, oligarşik bürokrasiyi tanıyanlar açısından sürpriz olmayacağı aşikârdır. Herkes Anayasa Mahkemesi'ne itiraz beklerken zor günlerin adamı, 367 mucidi Sabih Kanadoğlu devreye girerek Danıştay'a itirazda bulunmakla meselenin nasıl halledileceğini ortaya koydu! Yargı bürokrasisinin "hukuk" danışmanlığını sürdüren Sabih Kanadoğlu, YÖK'ün "tek katsayı" kararının iptali için Anayasa Mahkemesi'ne gitmenin anlamı olmadığını, kararın ve yönetmeliğin iptali için Danıştay'ın yeterli olduğunu savunarak adeta İstanbul Barosuna adres göstermişti.

Yasakçı tutumuyla gündemden düşmeyen İstanbul Barosu'nun Muammer Aydın başkanlığındaki yönetimi, son bir yıl içinde Ergenekon davası sanıkları için özgürlük isteyen girişimleri ile dikkat çekti. Siyasi tartışmaların tarafı olurken hemen her konuda yaptığı açıklamalar ve açtığı davalarla gündemden düşmedi. Baro, ilk olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'nde görülen Leyla Şahin davasında devletin yanında müdahil olarak katıldı ve başörtüsü yasağının devam etmesi yönünde görüş bildirdi.

Genel seçimde oyların yarısına yakınını alan AK Parti'nin yeni anayasa yapamayacağını, bunun için kurucu meclis kurulması gerektiğini savundu. Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesine ilişkin düzenlenen yasaya tepki gösterdi. Paris Barosu avukatlarının, Hrant Dink cinayeti davasını izlemeleri için kendilerini davet etmeleri yönündeki talebini reddetti. Türkiye-Ermenistan sınır kapısının açılmasına itiraz etti. Ergenekon soruşturmasına ilişkin girişimleri, avukatları yönlendiren konuşmaları ortaya çıkan YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'na destek verdi. Baro, Ergenekon sanıklarını savunmaya yönelik hamlelerini de yoğunlaştırdı. 'Cadı Kazanı' olarak tanımladığı Ergenekon davasına ilişkin basın açıklamaları ve başvurular yaptı. Aydın ve yönetim kurulu üyeleri, Ocak 2009'da Sabih Kanadoğlu'nun evinin Ergenekon soruşturması kapsamında aranmasına tepki için kameralar karşısına geçti.

Böyle hukukçuya böyle baro yaraşır mantığıyla, Ergenekon Davası örneğinde olduğu gibi darbecilere ve despotizme kol kanat geren İstanbul Barosu da 29 Temmuz'da YÖK'ün katsayı kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay'da dava açtı.

Baro Başkanı Muammer Aydın medya mensuplarının önüne geçerek sanki büyük bir marifetmiş gibi, "Eşitlik eşit insanlar arasında olur" iddiasıyla zihin kodlarına hâkim hukuk anlayışını döktürmüştü. "Eşitlik eşit insanlar arasında olur"muş! Bunu söyleyen bir hukukçu!

Dilekçesinde; "Meslek liselilere eşitlik tanırken, normal liselilere haksız davranılmış oluyor, çünkü meslek liselilere falanca üniversiteye girme hakkı tanımak, normal liselilere daha çok aday arasından girebilme zorluğu getiriyor" argümanıyla da, güya düz liselilerin hakkını korumak istiyormuş.

İHL öğrencilerinin analitik düşünemeyeceklerini belirterek, bu okullardan mezun olan bir öğrencinin Hukuk Fakültesine gitmesi avukat, savcı vb. meslekleri yapmasının mümkün olmadığını belirterek baro, ülke tarihi boyunca oluşturulmuş yargı vesayetini garanti altına alma çabası refleksini sergilemiştir. 

Konjonktür gereği Türkiye'de darbe yapamayanlar, darbeyle elde edemediklerini son dönemlerde hukuk (!) yoluyla elde etmeye çalışıyorlar.

Şimdi akıl, vicdan sahibi herkes Danıştay'ın 2005'te Milli Eğitim Bakanlığınca yapılan değişiklik düzenlemelerini reddedip yetkinin YÖK'te olduğu kararını anımsatıyor. Yine geçtiğimiz Ağustos ayında Danıştay "Katsayı belirleme ve sınav sistemini değiştirme kararı YÖK'tedir" şeklinde karar almıştı.

Danıştay aldığı bu son bu kararla, önceki kararlarına ters düşerek bir kez daha hukukun üstünlüğünü(!) ortaya koymuş oldu. Bir yüksek mahkemenin aynı soruyu, soranın kimliğine göre cevaplaması nasıl izah edilebilir? Aksi halde, "iki kere iki kaç eder" sorusunu "alırken mi satarken mi" şeklinde cevaplayan uyanıktan farkı kalır mı?

Oysa unutulan küçücük bir detay var ki o da buranın Türkiye olduğu gerçeğidir! Hukuk, adalet, eşitlik, tutarlılık ancak resmi ideolojiyi ve statükoyu ayakta tuttuğu oranda geçerli ve makbuldür. Bu yüzden Danıştay kararı sürpriz olmadı.

Tüm bu rahatsızlığın sebebini dava dilekçesinde görebiliriz. Söz konusu dilekçede 'YÖK'ün bu uygulamasının doğrudan İmam Hatip Lisesi mezunlarının istedikleri fakülteye girmesini sağlamaya yönelik olduğu, oysa Türkiye'nin çağdaş ve modern bir meslek eğitiminden geçmiş gençlere ihtiyacı olduğu' belirtilmiştir.

İHL'lere olan düşmanlıkları gözlerini o kadar kör etmiş ki birkaç yıl içinde bütün Türkiye'nin İHL'lerle dolacağı tespitini dillerine pelesenk etmiş bulunuyorlar. 15 milyon öğrenci içinde 145 binlik İHL'li tablosunu sanki bütün memleket İmam Hatip liseli olmuş gibi gösterme yüzsüzlüğünde bulunabiliyorlar.

Bu noktada şunu da belirmekte yarar var: İHL'ler düzenin bütün baskı ve engellemelerine rağmen halk tarafından ve kendi imkânlarıyla yaptırılmaktadır ve insanlar sadece çocuklarını imam ya da hatip olsun diye bu okullara göndermemektedir. Yasakçıların hadiseyi açıklarken memleketin imam ihtiyacı ile ilgili yalan yanlış istatistikler sunmaları dar kafalı mizansenin tamamlanmasıdır sadece.

İmam hatip öğrencilerinin önünü kesmek için 1.5 milyon civarında meslek ve teknik okullarda eğitim alan dar gelirli aile çocuklarının geleceğini karartmak adaletsizliğin daniskasıdır.

Ülkenin koyulaşan ve derinleşen bir yargı vesayetine girdiği, resmî ideolojinin kırmızıçizgilerini koruma işlevinin birinci derecede yüksek yargı organları tarafından üstlenildiği ve bu uğurda hukukun temel ilkelerini dahi göz ardı edip çiğneme fütursuzluğunun sergilenebildiği bir ortamda, doğrusu fazla ümitli olmak mümkün değil.

Ordu içinde yapılanmış cuntanın darbe planlarının ortaya çıktığı şu günlerde, yargı despotizmi kesintisiz darbe sürecini devam ettirmeye çalışmakta. İrtica ile eylem planı üzerindeki imzanın ıslak olduğu anlaşılırken beraberinde yüzlerce sayfadan oluşan eylem planları ortaya çıktı. Cunta yapılanmasına ait planlarda Müslim ya da gayri Müslim herkesime gözdağı verilerek İrtica ile mücadele adı altında İslami kimliğe dönük saldırı planlamaları da ifşa oldu. Bu çerçevede kafes operasyonu ile ortaya çıkan Çorum senaryosu da darbecilerin halkları birbirine düşürerek kardeş kavgasından nasıl rant sağladıklarını bir kez daha gözler önüne serdi.

Toplumun her kesimini, esnaf-memur demeden fişleyen, insanlarını potansiyel düşman ve kendilerince çağdaş bir seviyeye çıkartılması gereken geri kalmışlar olarak gören darbeci ve dayatmacı zihniyet, hayatın her alanına müdahale etmekten çekinmemekte. Aynı zihniyet kimi zaman camilerin mahyalarında, kimi zaman 9 yaşındaki Ecenur'u başörtüsünü çıkarmadığı gerekçesiyle sürgün eden Milli Eğitimde, kimi zaman yerel ölçekte resmi kurumların sivil toplum kuruluşlarına tahsis etmeleri gereken salonları keyfice vermeyerek ayrımcılığa yol açan zihniyette, kimi zaman da pimi çekilmiş bombayı askerin eline veren yapılanmada ortaya çıkıyor.

Halkları arasında ayrımcılık yapan, eğitimde, siyasi ve ekonomik hayatta seçkinci zümre oluşturma gayretiyle, kimi vatandaşları lehine sınırlandıran devlet, hukuk devleti olamaz!

Aynı şekilde katsayı zulmü ve başörtüsü yasağı devam ettiği sürece de üniversite sınavları hiçbir zaman adil sınavlar olmayacaktır! Hiç kimse Allah'ın emri ve Müslüman kadının kimliği olan başörtüsünü yasaklayamaz!

Son olarak burada toplanan duyarlı insanlar olarak, yasaklara ve yasakçı zihniyete karşı mücadelemizi, Yüce Rabbimizin ilettiği vahyin öngördüğü adalet üzere sürdüreceğimizi yineliyor, İslami kimliğimizin yüklediği sorumlulukla yaşanan tüm acıların hesabını soracağımızın altını çizmek istiyoruz.

İlke-der/Özgür-Der/Gül-der

Önceki ve Sonraki Haberler