Modern paradigma tahakkümü ve dini anlamada usul sorunu

Modern paradigma tahakkümü ve dini anlamada usul sorunu

Özgür-Der tarafından 2021-2022 yılının 2. paneli olarak tertiplenen Ali Bulaç, Hamza Türkmen ve Kenan Levent'in konuşmacı olduğu, “Modern Paradigma Tahakkümü ve Dini Anlamada Usul Sorunu” başlıklı panel Ali Emiri Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.

Özgür-Der tarafından 2021-2022 yılı aylık paneller serisinin “Modern Paradigma Tahakkümü ve Dini Anlamada Usul Sorunu” başlıklı paneli Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.

İki oturumda gerçekleştirilen programda Kenan Levent, ‘Dini yaşamak mı tartışmak mı istiyoruz?’ sorusu temelinde tartışılması gereken sekülerlik kaynaklı modern hayatın getirdiği kuşatmaya değindi.

Birçok noktadan İslam’a ve Müslümanlara dönük hedef almaların gerçekleştiğini ifade eden Levent, “Gerek Kur'an'i hayata ve İslami yaşantıya müdahale biçiminde ortaya çıkan gerilimlerin tarihi ve güncel konularla olan ilişkisi üzerinden ilginç çıkışlara muhatap kalındığını” belirtti.

Levent, İslam’a dönük sarf edilen saldırıların her zaman dışarıdan kaynaklanmadığını, kimi zaman içerden ve bilmeden veyahut kasıtlı bir şekilde de olsa saldırıların etkilerini müşahede edebildiğimizi aktardı.

Müslümanca yaşantımıza dair korunması gereken hassasiyetler ve hususiyetler olduğunu belirten Levent, “Modern dünya dendiğinde kast edilen nedir? Modern, Batı'nın tarihi tecrübesinin yaşanmasını temel alan bir yaklaşıma tekabül ediyor. Batı gibi düşünmesi gereken, Batı’nın tecrübelerini hayatına aktarması istenen, Batı’nın temel fikir ve değerlerini yaygınlaştırmayı amaçlayan bir bütünsellikten bahsetmek gerekiyor. Bütün toplumların batı gibi yaşaması isteniyor. Böyle bir proje var. İnsanla insan, insanla doğa arasındaki iktisadi, sosyal ve kültürel etkileşimin Batı aklı ile yorumlanması hedefleniyor. Bireycilik ile kapitalizm üzerine soyutlaştırılmış bir kavramdan bahsediyoruz.” dedi.  

Modernliğin merkezinde sekülerizm olduğunu dile getiren Levent, zamana ve mekana hitap eden bir yaklaşımın olduğunu, şimdiki ve buradaki dünya ile ilgili bir anlamın merkeze alındığını belirtti. Levent modern dünya tasavvuru için, “Tanrıyı ve ahireti hesaba katmadan algılanmış bir düşünceden bahsediyoruz. ‘Tabiatın arkasında aşkın bir güç arama’ felsefesi üzerinde yükselen bir dünya görüşüdür bu. Tabiatın ardında aşkın olan bir şey yoktur felsefesi ile beraber değerlerin, kutsallıktan arındırılması amaçlandı.” ifadelerini kullandı.

Sekülerizmin dinden, aşkından arınmış bir insan formu için kullanıldığını ifade eden Levent,  “Dini değerlerin izafi bir takım alanlara hapsedilmesi amaçlandı. Ulus devlet anlayışı ile beraber bu düşünce yükselişe geçti. Dinin olmadığı, insanı üstün ve yaratıcı bir varlık anlayışından uzak tutmayı amaçlayan bu uğurda hayatın her noktasına müdahil olmaya çalışan Batı’nın değerleri her ne kadar yıpratıcı olsa da dinin yükseldiği bir ortam oluştu. Dini, modern dünyada istenen bir kalıba sokmak; onu belirli, kendine has durumlarda tutmak amaçlanırken hayatın her noktasına modernlik katılmaya çalışıldı. Modern dünyada her şey görsellik üzerine olmasına rağmen dinin görsel anlamda görülmesi dahi istenmiyor. Dini görünür kılan camiler, kiliseler ve havralar modern şehirlerin dışında tutulmaya çalışılıyor. Onun merkezi alandan uzaklaştırılması amaçlanırken; siyasetten iktisada, sosyal hayattan bireysel yaşama kadar her noktada kıskaca alınması hedefleniyor. Din belirli yerlerde kalsın diye çaba harcanıyor. Seküler ve modern kuşatma genişlerken, din hayatın dışına itiliyor.” dedi.

Dinin, kendileri tarafından belirlenen kimi kalıpların dışına çıkmasına izin verilmediğini ifade eden Levent şöyle söyledi: “Müslümanların sürekli umudunu kıran, onları ‘sıkı’ tutmaya çalışan itidalli olmayan bir yaklaşımı ısrarla sürdürülüyor. İslam'ın emirleri modern dünya için kabul edilebilir bir durum olarak tanınmak istenmiyor.”

Özellikle görünürlüğünden dolayı bu örneği verdiğini belirten Levent, “Tesettürün kendisine yönelik yani kimliğe dönük bir itiraz oluşturuluyor. İnsan fıtratı ile adeta bir mücadele yaşatılıyor. Fıtrat ile buluşmanın engellendiği bir zeminde sekülerlik kendisini öne çıkarıyor. Mekan belleği ve tarihsel bellek silinmek için özellikle hedef alınıyor. Modern yaşantı kendisini ikame ederken bellekleri siliyor. Kendinize ait bir alanın olmasına izin verilmiyor. Tarihsel hafızayı silmeye dönük bir çaba güdülüyor. Tarihsel ve mekânsal bağları kopartılmaya çalışılan insanların hakim olduğu bir yaşantı kendisini dayatırken varlığını güçlendirmeye çalışıyor.” ifadelerini kullandı.

Dini usul bilginleri veya din konusunda aktarımlarda bulunan insanların sayıca çokluğuna dikkat çeken Hamza Türkmen değerlendirmesinde şu ifadeleri kullandı. “Haktan ve vahiyden olan bilgileri izafi ve pozitif veriler ile boşa çıkarmaya çalışan bir takım insanlar ve modern bir hayat tasavvuru ile karşı karşıyayız.”

Hamza Türkmen konuşmasının devamında: "İşin başında söyleyelim. Ümmetin çağdaş sorunları karşısında ilmihalimizi yenilemek zorundayız. Ama İslam’ın asıllarına dayanarak yorum ve içtihadların yenilenmesi Batılı paradigmanın ölçü, yöntem ve mitleriyle bağdaşmak anlamına gelmemelidir. Bugünkü konumuzla bağlantılı olarak Modern Paradigmanın, Batı Roma sisteminin çözülmesiyle inşa edildiğini söyleyebiliriz. Fransız Devrimi ile Uluslaşma süreçleri ve ulusçuluğun Batı-dışı toplumlara ihracı sonra da Aydınlanma ve Pozitivizm Çağı süreçlerinden geçerek geldikleri coğrafyaya Avrupa dediler. Bu coğrafyada ve Yeni Amerika’da oluşan seküler ve ben-merkezci  dünya görüşüne veya bu paradigmaya modernite denilmektedir.  Vahyi dışarıda bırakan bu akım veya tarihi süreç, artık Avrupa veya coğrafik bir ad ile değil bu paradigma ile anılıyor." dedi.

Yorum ve içtihatların yenilenmesi kimi içsel nedenlerle geride kalsa da yeniden hayata geçirilmesi gereken vahiy temelli ve Hz. Muhammed örnekliği ile yaşamın her noktasına uygulanmayı hakkeden bir sabitemiz olduğuna değinen Türkmen, sekülerizmin din ile mücadelesini şu sözlerle ifade etti. Pozitif akıl ile kendisine rota belirleyen ‘Batı, Katolik kilisesinin teokrasisine karşı mücadele verdi. Kendisini onun yerine koyarken  yüzyıllık aralarla değişimlere neden oldu. Aydınlanma çağı olarak adlandırılan süreçte; 1789 Fransız Devrimi gibi birçok siyasi, sosyal ve iktisadi olayın cereyan ettiğini gördük. Bu süreçte akla karşı beslenen güven daha da artmış olarak bugünlere kadar kendisini sürekli güçlendirerek geldi."

Türkmen, "Modern paradigma köken itibariyle ilahi vahyi ve onun korunmuş olan kitabı Kur’an-ı Kerim’i ve o kitabın inzal edildiği Allah’ın Elçisi Resulullah (s)’ın zamanı aşkın örnek Sünnet’ini görmedi, görmek istemedi, dışladı hatta İslam dininin evrensel sabitelerini 19. yüzyıldan bu yana oryantalist akademik çalışmalarla tahrif ve tasfiye etmeye çalıştı. Kur’an vahyi inzal olurken Mekke Dönemi Cahiliyyesi ve şirk itikadı ve sistemi ne ise, bugün de Batı hakimiyetinin küresel etkisi ve dayatması, benzerini, daha örgütlü yeni bir cahiliyeyi, fıtrat ve vahiy karşıtı itikadları ifade ediyor. Sömürü ve katliamlar yanında deist, ateist, LGBT’li sapmalara karşı yakınmak değil mücadele etmek gerekli. Çünkü bunlar yeni cahiliyenin ürünleri ve en başta bu modern cahiliyeye karşı itikadi ve zihinsel olarak  cevap verilebilmeli.

Batılı paradigma hem hak olan sözü örtmeye, hem de 4 halde hak olan sözü kavramamızın önüne geçmeye çalışıyor.

1.  Batılı paradigma, uzantısı olan ulusal sistemlerle pozitivist çizgide gençlerimizi eğitmeye, İslami telakki ve kavramlarımızı bozmaya çalışıyor.

2.  Bu tahribatı yapamadığında da İslami söylemi cumhuriyet, ulus, demokrasi, çağdaşlık/modernizm, özgürlük, Dekart’ın ve eksistansiyalizmin cogito temelli insan hakları, çoğulculuk, liberalizm veya sosyal-demokrasi gibi kavram ve anlayışlarıyla bütünleştirmeye, bağdaştırmaya çalışıyor.

3.  Bu ifsad çabalarının yanında Batı, ayrıca muhalefetini de kendi diyalektiği içinde yaratarak  “dini kurtuluş teolojileri, neo-gelenekçilik, öze-dönüşçülük” gibi modernite paradigmasından beslenen devrimci veya muhafazakâr akım ve anlayışlarla Müslümanların telakkilerini kuşatmaya ve yönlendirmeye çalışıyor.

4. Ayrıca Batı, postmodern yöntemi ve liberal yaklaşımıyla her görüşe hak verirmiş gibi görünerek hakikat anlayışını göreli/izafi hale getirip anlamı buharlaştıran tuzaklar kuruyor. Bu tür soft tuzaklar “Bana göre, benim  belirlediğime göre” türü insanın hazlarını, egosunu yani nefs-i emmaresini ve sınırlı aklını kışkırtarak bencilliğini ve ben-merkezciliğini köpürtüyor, böylece seküler ve laik eğilimlerin önü açılıyor. ” ifadelerini kullandı. 

Seküler ve benmerkezci dünya düşüncesine modernlik adı verilirken aksi söylemlere dahi izin verilmemeye çalışılıyor diye belirten Türkmen, Modernliğin hayatın her alanında kendisini belirgin kılmaya çalıştığını ifade etti.

Türkmen, “Modern paradigma köken itibariyle vahye dayalı bir yaşamı görmedi, görmek de istemedi. İslam dininin evrensel sabitelerini oryantalist çalışmalar ile tahrip etmeye çalıştı. Batı tahakkümü kendisini belirgin kılmaya çalışırken, vahiy karşıtı çalışmalarının yanında deist, ateist ve batılı düşünceleri de destekledi. İslami söylemleri, cumhuriyet, çağdaşlık, çoğulculuk, sosyal demokrasi gibi kavramlar ile karşılamaya ve tahrip etmeye çalışan bir modernlik anlayışının olduğunu görüyoruz. Batı her düşünceye hak vererek, hakikati soft tuzaklar ile çevrelemeye çalışıyor. Bana göre buradaki amacı seküler eğilimlerin önünü açmak.” dedi.

Türkmen konuşmasının sonunda, "Tekrar edecek olursam! Türkiye’deki ıslah, ihya ve inşa ekolü Ümmetin çağdaş sorunları karşısında ilmihalini, kelami tasavvurunu, merhaleci mücadele ve şahidlik anlayışını  yenilemek zorundadır. Ama İslam’ın asıllarına, Kur’an’ın açık ayetlerine ve aslı Kur’an’da olan Resulullah (s)’in zamanı aşkın Sünnetine dayanarak yorum ve içtihadların yenilenmesi, Batılı paradigmanın ölçü, yöntem ve mitleriyle bağdaşmak anlamına gelmemelidir." ifadelerini kullandı.

Ali Bulaç konuşmasına tarihsel kökeninden başladığı modernizmin, Batı'daki doğuş dönemine ve hangi amaçla hayata geçirildiğine dikkat çekti. 

Konunun felsefi kısmına bakıldığında bambaşka boyutları da olduğunu ifade eden Ali Bulaç modern kavramı ile ilgili 5 anahtar kelime olduğuna dikkat çekerek, “Modernite, Modernlik, Modernleşme, Modernizm ve Modernizasyon kavramları aynı ailenin bireyleri gibidir.” dedi. Bulaç konuşmasının devamında: “Modernite, Aydınlanma felsefesinin temel varsayımlarına girer. Buna göre yeni bir insan ve toplum yaratma çabası güdülmelidir. Bir felsefe ortaya çıktı ve Aydınlanmacılar bunu formüle etti. 17 ve 18. yüzyıl ağırlıklı olarak bu felsefeye göre bir insan yaratılmalıdır gerekli denildi. Yeni bir evren yaratma fikrini ortaya atanlar ateist kimseler değillerdi. Bunlar Tanrı’ya inanıyorlardı. Bunların başında Newton gelir mesela. Newton tek Tanrıcıdır. Ona göre koskoca evren makine gibidir. “Bu makinenin parçaları vardır. Bu makine, kainatın parçaları arasında bir düzen, ilişki vardır. Eğer biz bu sistemin, düzenin parçaları arasındaki ilişkiyi kabullenirsek yeni bir evren yaratabiliriz. Yeni bir kainat yaratabiliriz” diyordu. Newton, Aristo gibi düşünüyordu. Aristo Tanrı ezeli ve ebedidir der. Kainatta ezeli ve ebedidir. Aristo ayrıca diyor ki Tanrı’nın kainata yaptığı bir el hareketi yapmaktır. Hareket itme demektir. Bütün hareketler itmedir ona göre. “Tanrı durgun vaziyette olan kainata el attı ve hareket ettirdi. Ve kenara çekildi, kainatla ilgilenmiyor artık…Tanrı’nın hayata ve tarihe müdahalesi yoktur. O halde biz, hayatla toplumla kendimiz ilgilenmeliyiz” dedi. Bir sorunumuz, bir arzumuz ve talebimiz varsa biz kendimiz yapmalıyız. Kendimiz buna ulaşmalıyız dediler. ‘Peki insanın yeryüzündeki amacı nedir?’ diye sordular ve ‘mutluluk, mutlu olmalıdır’ cevabını verdiler. İnsanın bütün gayretini ve her şeyini mutlu olmaya endekslemiş oldular.” ifadelerini kullandı. 

 

panel-1.jpg

img-1699.jpg

Önceki ve Sonraki Haberler