“Ortak Gelecek: Türkiye'de Kürtler, Kardeşlik ve Toplumsal Barış” sempozyumu gerçekleştirildi

Diyarbakır Özgür-Der şubesi tarafından “Ortak Gelecek: Türkiye’de Kürtler, Kardeşlik ve Toplumsal Barış” sempozyumu gerçekleştirildi.

Diyarbakır Öğretmenevi konferans salonunda gerçekleştirilen sempozyuma Türkiye’den akademisyen ve yazar birçok önemli ismin yanı sıra Kürdistan Bölgesel Yönetiminden Parti yöneticileri de iştirak etti.

Oldukça etraflı değerlendirme ve tartışmaların yapıldığı programa Kürdistan Adalet Toplumu Partisi Ali BAPİR, Muş Alparslan Üniversitesi Öğretim Üyesi Erdal EKER, Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü İbrahim ÖZCOŞAR, Haksöz Dergisi Yazarı Hasip YOKUŞ, Memur Sen Diyarbakır İl Başkanı Ramazan TEKDEMİR, Özgür Der Genel Başkanı Rıdvan KAYA, Yazar-Mütercim Vahdettin İNCE, Akademisyen Yazar Yasin AKTAY konuşmacı olarak katılım sağladı.

Sunuculuğunu Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Yahya AKIL’ın yaptığı sempozyum Nureddin Yargıcı hocanın Kuran tilaveti ile başladı. Akabinde Diyarbakır Özgür Der Başkanı Mehmet DENİZ açılış konuşması yaptı.

DENİZ, açılış konuşmasında “On binlerce insanın hayatına mal olan 40 yıllık bir çatışma döneminin ardından, son bir yılda yaşananlar çok değerlidir. İlk defa kurumsal düzeyde bu kadar etkili adımlar atılıyor. Ve ilk defa çözüme bu kadar yaklaşılıyor. Biz de Özgür-Der Diyarbakır Şubesi olarak, yürüyen ve değerli bulduğumuz bu sürece katkı bağlamında bu sempozyumu planladık.

Elbette ki Türkiye siyasetiyle ilgilenen herkesin bileceği üzere, bu sürece açık veya gizli bir şekilde karşı çıkanlar da var. Hem Türklerden hem de Kürtlerden ulusalcı kimlikleriyle öne çıkan bu kesimin bazıları, açıktan sürece ve süreci yürüten aktörlere saldırarak karşı çıkıyor. Bazıları ise süreci ve yürütücülerini itibarsızlaştırarak karşı tutumlarını ortaya koymaktadırlar.

Elbette kastımız, bu sürecin aktörlerinin kutsanması değildir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri bu topluma dayatılan, Kürt sorununun da PKK ile çatışmaların da sebebi olan, Türkçü/ulusalcı laik politikaların belli alanlarda geriletilmesine vesile olacak bu sürecin devam etmesine katkı sunmak gerekir. Süreci değerlendirirken, bazı uygulamaları eleştirir, eksikleri dile getiririz, uyarılarda/tavsiyelerde bulunuruz. Yapılan yanlışa yanlış deriz. Bu başkadır. Ulusalcı/faşist histerilerle süreci sabote etmeye çalışmak başka şeydir.” dedi.

Mehmet DENİZ’in açılış konuşmasından sonra sempozyumun ilk oturumu başladı.

Bilgi ve Erdem Vakfı Murat KOÇ ‘un moderatörlüğünü yaptığı ilk oturumda sözü ilk olarak Kürdistan Adalet Toplumu Partisi Ali BAPİR aldı.

Ali BAPİR konuşmasında özetle şu hususlara değindi: “ Kürt sorunu denince önümüze çıkan ilk husus doğal olarak mahrumiyet ve mazlumiyettir. Bu mahrumiyet ve mazlumiyetin kökenine indiğimizde ise karşımıza Sykes Picot anlaşması çıkıyor. Yüzyıl kadar önce ümmet coğrafyası bölünüp parçalanırken bir takım ulusal sınırlar çizilmişti. Bizler adına tüm mahrumiyetlerin kaynağı emperyalist güçlerin attığı bu adımdı.

Öte yandan tarihimize baktığımızda söz konusu mahrumiyet ve mazlumiyeti ortadan kaldırmaya yönelik bir takım girişimler görüyoruz. Ancak söz konusu tüm girişimler ayağı dışarıda olan veya dış güçlere yaslanarak gerçekleştirilmeye çalışılan girişimler olmuştur. Gerek Şeyh Mahmud’un gerek Kadı Muhammed’in gerekse de Barzani’nin girişimleri ya Rusya’dan ya da Amerika’dan medet uman bir anlayışla olmuş ve başarısız olmuştur. Yakın zamanda bizlerin de ABD’ye güvenerek gittiği ve başarısız olduğu, yarı yolda bırakıldığı bağımsızlık referandumu bunun en açık örneğidir. Gerek dış güçlere güvenilerek atılan adımlar gerekse de seküler yapılan meseleye dahil olması sorunu daha da karmaşık bir hale getirmiştir.

Bizler Kürt sorununu bizzat Türklerin ya da farsların ürettiği bir sorun olduğunu düşünmüyoruz. Ancak Türklerin ve Farsların egemen güçlerin geriye bıraktığı ulus devlet anlayışını referans almasına ve bunun  üzerinden bize muamele çekmesine itiraz ediyoruz.”

Akabinde sözü Haksöz Dergisi Yazarı Hasip YOKUŞ aldı. YOKUŞ, konuşmasında şu hususlara değindi: ‘’Coğrafyamızdaki ulus-devlet inşa süreçleri, yalnızca siyasal bir yeniden yapılanma olarak değil; aynı zamanda kültürel ve sosyolojik ayrışma ve çatışma süreçleri olarak da yaşandı. Bu durum, farklı kimlik ve topluluklar arasındaki ilişkileri uzun vadede gerilimli bir zemine taşıdı.

Mevcut sorunların aşılması, bu ayrışmayı üreten anayasal ve kurumsal temellerin kapsamlı bir şekilde yeniden şekillendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, tarihsel ve toplumsal gerçekliğimizle örtüşmeyen bu rejimlerin köklü bir değişime tabi tutulması gerekmektedir. Ancak bu şekilde, kendi medeniyet değerlerimizle yeniden buluşmak ve bu değerler üzerine inşa edilecek kapsayıcı bir kurumsal yapıyı mümkün kılacak toplumsal uzlaşma zemini tesis edilebilir. Zira hiçbir ahlak, ilke ve değer tanımayan; din ile de mesafeli ulusalcı anlayışlarla bölgede huzur ve kardeşlik hayalleri kurmak ve bir gelecek tasavvuru oluşturmak mümkün değildir.

Bugün yeniden konuşulmaya başlanan “çözüm” ve “normalleşme” arayışları, aslında yalnızca etnik ya da siyasal bir meselenin değil, çok daha derinlerde nükseden bir “medeniyet krizi”nin yansımalarıdır. Dolayısıyla bölgede kalıcı bir barış ve istikrarın tesisi, taktik uzlaşılarla değil, bölgenin tarihsel, kültürel ve toplumsal dokusuna uygun; tevhid, adalet ve kardeşlik temelli bir anlayışla ancak sağlanabilir.’’

Hemen sonrasında Memur Sen Diyarbakır İl Başkanı Ramazan TEKDEMİR  Kürt meselesini tarihsel, toplumsal ve ideolojik temelleriyle ele alarak sorunun modern bir olgu olduğunu vurguladı. Geleneksel dönemde Türkler, Kürtler ve Arapların etnik değil, inanç ve çıkar temelli ilişkiler kurduklarını; modern ulus-devlet anlayışının ise bu kardeşlik bağlarını kopardığını ifade etti. Ulus-devletin egemen etnisiteye ayrıcalık tanıyan ideolojik yapısının Kürt sorununu doğurduğunu, PKK’nın ise bu yapısal sorunun sonucu olarak ortaya çıktığını belirtti.

TEKDEMİR, sorunun çözümü için yüzeysel değil “paradigmal” bir dönüşüme ihtiyaç olduğunu savundu. Hakikat, insan ve adalet temelli bir bakış açısının zorunlu olduğunu; PKK terörünün sona ermesinin önemli olmakla birlikte, kalıcı barışın ancak ulus-devlet ideolojisiyle yüzleşilerek sağlanabileceğini dile getirdi. Kardeşliğin yeniden inşası için toplumsal hafızanın temizlenmesi, geçmişle helalleşme ve fıtri değerlere dönüş gerektiğini vurguladı.

Son olarak, sivil toplumun bu süreçteki rolüne dikkat çeken TEKDEMİR, STK’ların bağımsız, hakikat temelli ve adalet odaklı hareket etmesi gerektiğini; şiddeti, imtiyazı ve genellemeci yaklaşımları reddetmesi gerektiğini belirtti. Ulus-devlet paradigmasının ötesinde, insan merkezli bir kardeşlik ve hakkaniyet anlayışının inşa edilmesinin önemine işaret ederek konuşmasını bitirdi.

İlk oturumun son konuşmacısı ise Özgür Der Genel Başkanı Rıdvan KAYA idi. KAYA, konuşmasında Kürt sorununun sadece siyasi ya da güvenlik boyutlu değil, aynı zamanda tarihsel, toplumsal ve ahlaki bir kriz olduğunu vurguladı. Sorunun temelinde Batı menşeli ulusçuluk anlayışının İslam coğrafyasında yaygınlaşmasıyla kardeşlik bağlarının kopması, ümmet bilincinin zayıflaması ve laik-ulusal kimliğin kutsanmasının yattığını ifade etti. Bu süreçte hem devletin asimilasyon politikalarının hem de Kürt milliyetçiliğinin toplumsal barışı zedelediğini, iki tarafın da aynı seküler zihniyetin farklı yansımaları olduğunu belirtti.

Kaya, konuşmasında çözümün milliyetçilikten ve laik-ulusçu anlayıştan tamamen arınarak İslami kardeşlik ve adalet zemininde yeniden buluşmakla mümkün olduğunu belirtti. “Kardeşlik soyut bir kavram değil; vahyin belirlediği adalet, merhamet ve takva temelli bir hayat tarzıdır. Bu nedenle gerçek barış, “ümmet bilinci”nin yeniden ihyasıyla, etnik aidiyet yerine iman temelli bir kimlik anlayışının yerleşmesiyle sağlanabilir.” dedi.

Sonuç olarak KAYA, ne Türk ne de Kürt milliyetçiliğinin kalıcı bir çözüm getiremeyeceğini; çözümün ancak Resulullah’ın öğrettiği “müminler ancak kardeştir” ilkesiyle, herkesin adalet ve eşitlik temelinde kendini bu topraklara ait hissedeceği bir düzenin inşasıyla mümkün olacağını dile getirdi.

Sempozyumun ikinci oturumu ise Eğitimci-yazar Tuncay YERLİKAYA’nın moderatörlüğünde başladı.

İlk olarak sözü Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü İbrahim ÖZCOŞAR aldı.

ÖZCOŞAR, kürt meselesinin yıllarca eğitim, dil ve kültür gibi hususlar üzerinden değerlendirildiğini, barış ve kültürel haklar bağlamında meseleyi ele almanın yanlış olduğunu ve bu yaklaşımla meseleyi çok dar bir kalıba yerleştirme hatasına düşüldüğünü ifade etti. Esas sorunun sistem sorunu olduğunu vurgulayan ÖZCOŞAR, usul ve yöntem temelinde meseleyi tartışmamız gerektiğini, yalnızca teknik bir çözüm değil adalet ve ortak bir gelecek anlayışı ile adil bir çözümü zorlamamız gerektiğinin altını çizdi.

ÖZCOŞAR günümüz koşullarında bir çözümden ziyade, yeniden inşayı mümkün kılacak toplumsal ve kurumsal bir mekanizmanın inşası ile çözümü zorlamamız gerektiğini vurguladı.

Akabinde ise sözü Akademisyen Yazar Yasin AKTAY aldı. İslamcıların vizyonunda kürt sorunu diye bir tanımlamanın olmadığını, bizler açısından esas sorunun sistemin kendisi yani kemalizm olduğunu ifade etti.

AKTAY: "Bu ülkede sorun Kürt sorunu değil sistem sorunu vardır, Kemalizm sorunu vardır ve Kemalizm bu ülkenin bağrına saplanmış bir emperyalist projedir." dedi.

Aktay, bizlerin Gerek Kürt gerekse de Türk milliyetçiliğinin ekilmiş hiçbir boyutuna razı olmadığımızı, bu sorunun müsebbibi olmadığımız gibi paydaşı da olmadığımızı vurguladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kürt sorununu tanıyorum” çıkışına ve çözüm için ortaya koyduğu onca çaba ve bedele rağmen ulusalcı ve sorunun çözümünden yana olmayan çevrelerce hiçbir zaman takdir edilmediğini ve sorunu bizzat üreten kişi imiş gibi düşmanlaştırılmasını anlamlandıramadığını belirtti.

Kimliğin tercihe konu olan bir husus olduğunu belirten Aktay, 19. yy’da türklük fikrini ortaya atan ittihat ve terakki ekibinden hiçkimsenin Türk olmadığını ve kemalist laik rejimin en büyük mağdurlarının da yine özünden ve inançlarından koparılmaları ve sekülerleştirilmeleri sebebiyle Türkler olduğunu belirtti. Aktay “mesele Türkler ve Kürtler arasında bir mesele değil, bu meseleyi ulus devlet mantığını aşan bir perspektif ile ele almak ve bir afyon haline gelen kemalizmin sorunların asıl kaynağı olduğu bilinci ile hareket etmek zorundayız.” dedi.

Sonrasında sözü Yazar-Mütercim Vahdettin İNCE aldı ve ince konuşmasında şunları vurguladı:

İNCE, “Bizim sorunumuz bize çizilen ulusal sınırlar ve bu sınırları içselleştirme ve bir ölçü haline getirme ile.” dedi.

İNCE, Kürt meselesinin çözümü İslam'dan geçtiğini, ancak bunun ayağı yere basan sağlam ve somut bir zemine dayanmasının şart olduğunu vurguladı.

Kürtlere ait, kendi öz değerlerini ve inancını temsil düzeyinde herhangi bir siyasi parti veya oluşumdan söz etmemizin zor olduğunu belirten İNCE, kürtlere cumhuriyet tarihi boyunca gavurlaşmanın dayatıldığını ve islamı temsil düzeyindeki alim ve öncülerimize bir devlet teslim edilmemesinin esas sebebinin de islama olan yoğun bağlılıktan veya yeteri kadar gavur olamamaktan kaynaklandığını belirtti.

Sempozyumun son konuşmacısı ise Muş Alparslan Üniversitesi Öğretim Üyesi Erdal EKER idi.

Eker, Kürt sorununun yalnızca siyasal ya da güvenlik eksenli bir mesele değil; adalet, kardeşlik ve insan onuru temelinde ele alınması gereken ahlaki bir imtihan olduğunu savundu. İslam’ın adalet (adl), merhamet (rahmet) ve eman (güven) ilkelerinin, Türkiye’de barış ve bir arada yaşama kültürünün yeniden inşasında yol gösterici olabileceğini vurguladı.

EKER, konuşmasının devamında Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren uygulanan tek kimlikli ulus politikalarının, Kürt kimliğini bastırarak tarihsel bir adaletsizlik doğurduğunu, 12 Eylül darbesi ve 1990’lardaki OHAL döneminin bu kırılmaları derinleştirdiği, milyonlarca insanın yerinden edildiği belirtti. 2000’li yıllarda Avrupa Birliği süreciyle başlayan demokratikleşme çabaları ve “Çözüm Süreci” umut verici bir dönem açsa da, toplumsal sahiplenme eksikliği nedeniyle kalıcı olamadığını vurguladı.

Eker son olarak,  çözümün seküler kimlik siyasetlerinde değil, İslamî adalet ve kardeşlik perspektifinde aranması gerektiğini ifade etti. Kürtçenin kamusal alanda görünür kılınması, sivil siyasetin güçlendirilmesi, geçmişle yüzleşilmesi ve devletin tüm vatandaşlara eşit mesafede durması gerektiğini söyledi. Sonuçta kalıcı barışın, “şiddetin susmasıyla değil; adaletin sesi, kardeşliğin nefesi ve güvenin sıcaklığıyla” kurulabileceğini dile getirdi.

Konuşmaların akabinde Diyarbakır Özgür Başkanı Mehmet DENİZ sonuç bildirgesini okudu:

ORTAK GELECEK: TÜRKİYE'DE KÜRTLER, KARDEŞLİK VE TOPLUMSAL BARIŞ SEMPOZYUMU

SONUÇ BİLDİRGESİ

Bismillahirrahmanirrahim

Doğuştan gelen farklılıkları ve kültür çeşitliliğini bir zenginlik ve imtihan alanı olarak gören İslam'ın evrensel mesajından hareketle, "ORTAK GELECEK: TÜRKİYE’DE KÜRTLER, KARDEŞLİK VE TOPLUMSAL BARIŞ” başlığıyla düzenlenen bu sempozyumda, katılımcılar, akademisyenler, alimler, sivil toplum temsilcileri, siyasetçiler, düşünür ve yazarlar olarak, Türkiye'nin en temel ve kadim meselelerinden biri olan Kürt Meselesini, tarihi tecrübeyi merkeze alarak derinlemesine tartışmıştır. Mevcut sorunları İslami kardeşlik (uhuvvet), adalet (adalet) ve merhamet (rahmet) perspektifinden ele alarak aşağıdaki tespit, ilke ve önerilere ulaşmıştır.

1-Türkiye'de toplumsal barışın ve Kürt meselesinin kalıcı çözümünün önündeki en önemli yapısal ve ideolojik engellerden birinin, tekçi, dışlayıcı ulusçuluk/milliyetçilik ve bunun tarihsel dayanağı olan ulus-devletin katı Kemalist yorumudur.

Klasik ulus-devlet inşası sürecinde benimsenen ve anayasal düzleme yansıyan tek millet, tek dil ve tek kültür esasına dayalı ideolojik çerçeve, ülkenin çok kimlikli, çok dilli ve çok kültürlü tarihsel ve sosyolojik gerçekliğini tanımakta yetersiz kalmıştır. Bu tekçi ve asimilasyoncu yaklaşım, Kürt kimliğini inkâr ederek veya ikincilleştirerek, toplumsal ayrışmayı ve güvensizliği derinleştirmiştir.

Sempozyum bulguları, meselenin çözümünü güvenlikçi bir yaklaşıma hapseden ve siyasi diyalog kanallarını tıkayan anlayışın, büyük ölçüde katı ve dogmatik ulusçuluk anlayışından beslendiğini göstermektedir.

2-Kardeşlik ve barış ortamının tesisi ve korunması için, tüm tarafların (devlet, siyasi yapılar, sivil toplum ve kanaat önderleri) İslami yönetim esaslarından biri olan istişare ilkesine uygun olarak sürekli ve şeffaf bir diyalog zemininde bir araya gelmesi hayati öneme sahiptir. Ancak bu şekilde işletilecek bir mekanizmanın, şiddet ve çatışmaya alternatif olabileceği aşikârdır.

Bölgemiz, yüzyıllık bir faslın kapanışına, yeni bir tarihsel dönemin eşiğine tanıklık ediyor. Asırlardır zihinlerimize kazınan ulus-devlet paradigması, bugün hem meşruiyetini hem de sürdürülebilirliğini kaybediyor. Suriye’de Baas rejiminin çöküşü ve Türkiye’de Kemalist paradigmanın bir tıkanıklığa sürüklenmesi, aslında aynı tarihsel sürecin farklı yüzleridir.

Bu imkân, modern ulusçuluğun dar kalıplarını aşarak, İslam ümmetinin ortak vicdanında kök salacak yeni bir kardeşlik inşasına imkân sağlamaktadır.

Gelinen noktada, devletin ve PKK’nin ortaya koymuş olduğu, şiddet ve çatışmanın sona ermesi ve barışın inşa edilmesi iradesi ülkemiz ve bölge için tarihi bir fırsat niteliğindedir. Tarihsel ve güncel mağduriyetler, "adil bir geçiş dönemi" anlayışıyla ve diyalog yoluyla ele alınmalı, kin ve öfke değil, helalleşme ve adalet duygusuyla iyileştirilmelidir. Bu çerçevede, gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu düzenlemelerin, sürecin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte olmasına dikkat edilmelidir.

3- İslam, fıtri ve doğuştan gelen haklar ilkesiyle, her ferdin kimliğini ve kültürünü koruma ve yaşatma hakkını tanır.

Kürt kültürü, Türk kültürü gibi İslam medeniyetinin bir parçası ve zenginliğidir. Bu kültürel mirasın korunması, geliştirilmesi ve gelecek nesillere aktarılması teşvik edilmelidir. Kürt kültürünün temel öğesi ve taşıyıcısı olan Kürtçenin kamusal alanda, özellikle eğitim-öğreti10-m ve hizmetlerde kullanılmasının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Eğitim ve öğretimle ilgili düzenleme yapan Anayasanın 42. Maddesindeki toplumsal gerçeklik ve adaletten uzak olan kısımlar değiştirilmeli ve anadilde eğitim anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.

4- Kürtler, bu coğrafyada yaşayan tüm halklarla birlikte ortak vatanda ve birlikte yaşama iradesini güçlü bir şekilde beyan etmektedir. Anayasanın 66. Maddesinde yer alan, ulusalcı/Türkçü vatandaşlık tanımı değiştirilmeli ve herhangi bir etnik kökeni ifade etmeyen, ulusalcılıktan uzak ve Türkiye’nin sosyolojisine uygun, kapsayıcı bir tanımlama yapılmalıdır.

Kalıcı bir barış ve ortak bir gelecek inşa etmek için, devlet ve toplum düzeyinde, çoğulcu, adaletli ve sivil bir anayasal kimlik anlayışının benimsenmesi, her türlü milliyetçiliğin eleştirel bir yaklaşımla terk edilmesi ve yerine tüm vatandaşları eşit haklar temelinde kapsayan, farklılıkları zenginlik olarak gören, yeni bir birlikte yaşama modeli getirilmesi elzemdir.

5-Devlet organizasyonunda, merkezin aşırı gücünün dağıtılması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesine dayalı ademi merkeziyetçi, Türkiye’deki kültürel zenginliğe uygun yeni modellerin istişare edilip hayata geçirilmesi adaletin ve hikmetin gereğidir.

6- Türk ve Kürt halklarının birbirine kenetlenmesinin en güçlü çimentosu İslam dinidir. Ortak değerlerimiz olan Kur'an, Sünnet, ortak tarih ve coğrafya bilinci, ayrılıkçı ve çatışmacı söylemlere karşı en büyük kalkanımızdır.

Bölgedeki İslam alimleri, kanaat önderleri ve sivil toplum kuruluşları, ümmetin birliği ve kardeşliği için daha aktif rol almalı, ayrımcılığa ve fitneye karşı İslami bakış açısını daha gür sesle dile getirmelidirler. Dini söylemler, kardeşliği sadece teorik bir söylem olarak değil, kardeşliğin gereği olan adaleti talep ve takip eden aktif bir sorumluluk olarak inşa edilmelidir.

7- Irak, İran ve Suriye'deki Kürt toplumları ile Türkiye Kürtlerinin tarihi, kültürel ve dini bağları bulunmaktadır. Türkiye, bölgedeki Kürt realitesine İslam kardeşliği ve bölgesel istikrar perspektifinden yaklaşmalı, emperyalist güçlerin fasit emellerine karşı blok oluşturulmasına öncülük etmelidir. Uluslararası güçler ve emperyalizm tarafından, Kürt meselesinin bir araç olarak kullanılmasına karşı atılacak en etkin adım da çözümün iç dinamikler, yani Türk ve Kürt halkının ortak iradesiyle gerçekleştirilmesini sağlamaktır.

8- Türkiye'deki Kürtler, bölge ülkelerindeki soydaşlarıyla olan bağları nedeniyle "potansiyel güvenlik tehdidi" olarak görülmemelidir. Türkiye, bölgede istikrar, barış ve kalkınma için bir model olarak kendi iç barışını tesis etmeli ve bunu bölge politikasına yansıtmalıdır. Bölgesel Kürt yapılarıyla ilişkiler, karşılıklı ekonomik, kültürel ve güvenlik işbirlikleri geliştirilebilecek bir çerçevede yeniden değerlendirilmelidir.

Ortaya çıkan bu jeopolitik tablonun İslami muhayyilemiz açısından büyük bir ufuk açtığını düşünüyor ve bu minvaldeki değişim ve dönüşüm ihtiyacına elimizden gelen her türlü olumlu katkıyı sunma bilinciyle hareket ediyoruz. Dolayısıyla, bu yönde ortaya konulan değişim çabasını ve konjonktürün önümüze getirdiği bu tarihsel imkânı, kalıcı bir barış ve kardeşlik zemininin inşası için önemli bir tarihsel fırsat olarak görüyoruz. Aynı şekilde diğer tüm toplumsal kesimlerin de bu sürece olumlu anlamda destek ve katkı sunması gerektiğine inanıyoruz.

9- Yasal çerçevede faaliyet gösteren tüm siyasi partilerin, siyaset sahnesinde meşru aktörler olarak var olmaları desteklenmeli ve önündeki engeller kaldırılmalıdır. Siyaset, düşmanlık değil, diyalog ve çözüm üretme aracı olarak görülmelidir. Tüm siyasi partiler, birleştirici ve kucaklayıcı bir dil benimsemelidir.

10-Kürtlere yapılan Kemalist zulmün sembol isimleri olan; Şeyh Said ve Saidi Nursi için özür dilenmeli ve mezar yerleri açıklanmalıdır.

11-İslam'ın sağlam ilkeleri, bize tüm bu sorunları aşmak için gerekli olan adalet, kardeşlik, diyalog ve merhamet anahtarlarını sunmaktadır.

Geçmişin yaralarını sarmak, bugünün adaletsizliklerini gidermek ve yarınlara daha güçlü, daha birleşik bir millet olarak yürümek için;

Tüm vatandaşlarına eşit mesafede duran, kucaklayıcı, adalet ilkesine bağlı bir devlet anlayışının güçlendirilmesini, toplumsal barış, diyalog ve kardeşlik için daha aktif çalışmalar yürütülmesini, özellikle medyanın ayrıştırıcı değil; birleştirici, kışkırtıcı değil; yatıştırıcı bir dil benimsemesini, tüm Türkiye halklarının önyargıları bir kenara bırakarak, komşusunu, hemşehrisini ve inanç kardeşini yeniden keşfetmesini samimiyetle tavsiye ediyoruz.

Unutulmamalıdır ki, bu toprakların İslam medeniyeti birikimi, farklılıkları bir zenginlik olarak yönetme konusunda bize tarihi bir tecrübe sunmaktadır. Bu tecrübeyi harekete geçirmek, hepimizin ortak sorumluluğudur.

Türkiye’de ve bölgede kalıcı bir barış ve istikrarın tesisi, taktik uzlaşılarla değil, bölgenin tarihsel, kültürel ve toplumsal dokusuna uygun; tevhid, adalet ve kardeşlik temelli bir anlayışla ancak sağlanabilir.

"Allah'ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın, parçalanmayın." (Âl-i İmrân Suresi, 103. Ayet)

Tebliğ Olunur.

Etkinlikler Haberleri

“Kardeşlik, farklılıkları bastırmakla değil, adaletle yönetmekle korunur”
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi aylık seminerlerinin ilkini gerçekleştirdi
Diyarbakır Özgür-Der Kadın Komisyonu sezon başı strateji geliştirme istişaresi yapıldı
Özgür-Der Diyarbakır’da yaz okulu başladı
Küresel ifsada karşı müstahkem bir kale: Aile