"İslam Dünyasında Vesayet, Vahdet Bilinci ve Suriye"
Özgür-Der ve İHH Yalova Temsilciliğince "İslam Dünyasında Vesayet, Vahdet Bilinci ve Suriye" başlıklı bir panel düzenlendi.
Özgür-Der ve İHH Yalova Temsilciliğince Raif Dinçkök Kültür Merkezi'nde düzenlenen "İslam Dünyasında Vesayet, Vahdet Bilinci ve Suriye" panele Gazeteci Yazar Abdurrahman Dilipak, Gazeteci yazar Hamza Türkmen ve İHH Yönetim Kurulu üyesi Osman Atalay konuşmacı olarak katıldılar.
Dr. Lütfi Çiftçi yöneticiliğinde başlayan panelde ilk sözü alan İHH Yönetim kurulu üyesi Osman Atalay yaptığı konuşmada, küresel emperyalizmin hem ekonomik hem kültürel hem de siyasi, yer yer de mezhebi anlamda Müslümanları nasıl darmadağın ettiğini bugün çok daha yakından görebildiklerini söyledi.
Myanmar'daki olaylara uzak oldukları için olup bitenlerden çok fazla haberdar olamadıklarına dikkati çeken Atalay, şunları kaydetti:
"Biz 'Myanmar' diye bir ülkeyi tanıdık. Myanmar'da yaşayan Arakan’lı Müslümanların neler yaşadığına şahit olduk. Myanmar, Asya'da coğrafya olarak bize uzak ama yaklaşık 50 milyon nüfusu olan bir ülke. Bu 50 milyon nüfusun içinde yaklaşık 4 milyon Arakan’lı Müslüman yaşar. Halkın yaklaşık 46 milyonu Budist'tir. Burada İngilizler yüzyıllardır Arakan’lı kardeşlerimize sürekli zulmetmiştir. Bunlar baskıya maruz kalmıştır. Her 20-30 yılda bir burada zulümler, katliamlar, baskınlar olmuştur. Buradan göç etmek zorunda kalan Arakan’lılar yanı başında derme çatma, ağaç kabuğundan yapılan araçlarla Bangladeş'e gider ve orada naylon çadırlar içinde son derece elverişsiz koşullarda hayatlarını sürdürür."
Küresel vesayetin ancak vahdet bilinciyle bertaraf edilebileceğini vurgulayan Atalay, şöyle konuştu:
"Arap devrimiyle aslında Ortadoğu'daki Müslüman coğrafyanın uyanışına şahit olduk. Küresel vesayet ya da işbirlikçilerden kurtuluşun farkına vardık. Ortadoğu'da yeni jenerasyonla tanıştık. Çok zor süreç yaşıyoruz. Bu süreçlerin önümüzde iki önemli örneği var. Biri Mısır, diğeri de Suriye'dir. Özellikle Mısır gerçekten İsrail güvenliği için çok önemli bir ülke. Mısır'da eğer sandıktan çıkan Müslümanlar orada kendi kurdukları ve kuracakları hükümetle devam etme sürecine, o şansa sahip olsalardı, dış ülkelerde ve Arap dünyasında çok daha sağlıklı ve çok daha örnek olacaktı. Batı medeniyeti ve İslam dünyasında da yeni söz söyleyebilecek şansımız olacak.
Gazeteci Yazar Hamza TÜRKMEN; Vesayeti ümmet coğrafyası üzerinden tanımladı.
1921’de imzalanan Sykes-Picot anlaşması ile tüm ümmet coğrafyası Harita Mühendisleri tarafından cetvellerle Ulusal devletlere bölündü. Oluşturulan yeni ulusal devletçikler için seçilen isimler de daha önce kullanılmayan ve o kavimleri tam olarak tarif etmeyen, ayrışmayı körükleyen, ümmet bilincini zayıflatan isimlerden oluşturuldu. Kurulan yeni ulus devletler seküler bir yapıda olup başlarına yerli batılı işbirlikçi diktatörler getirildi. Bu diktatörler eliyle vesayet sistemlerini kurumsal bir yapıya dönüştürdüler.
TC’nin kuruluş antlaşması olan Lozan Antlaşması batılıların Türkiye üzerindeki vesayeti kabul edilebilir. Bu antlaşma ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti 1951 yılına kadar Batılıların yerli işbirlikçileri eliyle Kemalizm formatında vesayet devam etmiştir. Özellikle Kemalist devrimler sonucunda Arap alfabesinin yerine Latin harflerini getirerek bir gecede koskoca bir toplumu cahil bırakıp, İstiklal mahkemeleri aracılığı ile aralarında birçok İslam aliminin bulunduğu 10.000 civarında insanı darağaçlarına göndermiştir.
Dünya savaşından sonra oluşan vesayete İslami coğrafyasında tepkiler gösterildi ama ümmetin gücü yetmedi. 2. Dünya savaşından sonra ise ümmeti diriltmekten ziyade İslam iktidarını kurmak önceliği vardı ve bu da Sünnetullaha uygun değildi.
Seyyid Kutup’un bu konuda yaptığı özeleştirisi ve Sünnetullah’a uygun açılımı-ki bu da Halkların özünden kaynaklanan, fıtrata ve dinin kaynağına dönüşü temel alan ve Kur’an’ın Muhkemleri ile Mütevatir sahih sünnet çerçevesinde iktidarı değil, ıslahı önceleyen- mücadele dili ilk defa 17 Aralık 2010 Tunus’ta başlayan devrim süreciyle görünürlük kazandı.
Islah çizgisinin ve Seyyid Kutup’un taşıyıcısı bir modeli önceleyen sabiteler konusunda netleşmeye çalışan çabalar. Bu akım sistem içinde alan açma çabalarını destekliyor. Ancak olumsuzlukları eleştiriyor. Böylece bağımsız kimlik korunuyor.
Konuşmasının son bölümünde Hamza Türkmen; 3 Temmuz Mısır darbesi ile Türkiye’deki 17 Aralık darbe teşebbüslerini karşılaştırdı. Gerek Sisi’nin gerekse de Gülen cemaatinin vesayetten kurtulma sürecine darbe olarak algılanacak bu icraatları, kendi güçlerinden ve asabiyelerinden mi? Yoksa uluslararası güçlerin bir yönlendirmesi mi? Sorusunu sordu. Hangisi olursa olsun bu sorunun cevabını bu darbe ve hükümeti düşürme teşebbüslerinin ümmetin maslahatına uyup uymadığı ile test edilerek cevap aranmalı diye sonlandırdı.
Akit Yazarı Abdurrahman Dilipak, “Bugün Türkiye her istediğini yapacak bir güçte değil. Ama bizim istemediğimiz bir şeyin yapılması artık mümkün değil. Biz kime dokunursak yeni dünyanın lideri o olacak. Şili ile işbirliği yaparsak, Şili, Hindistan ile işbirliği yaparsak Hindistan, Avrupa ile işbirliği yaparsak Avrupa, Amerika ile işbirliği yaparsak Amerika olacak. Hiç kimse bizi kaybetmeyi göze alamaz. Onun için bu topraklardaki iktidar savaşı çok keskin yaşanıyor. Siz bir buçuk milyar Müslüman’ın ümidisiniz” şeklinde konuştu.
“Bizim yeniden Müslüman olmamız gerekiyor. Atalarımızın dininden vazgeçmemiz gerekiyor” diyen Dilipak, “Din büyüklerinizi ‘ilah’ ve ‘rab’ edinmekten vazgeçmemiz gerekiyor. Aynı Allah’a, Resule ve kitaba iman edenler tek bir cemaattirler. Kim ki ikinci bir cemaatten söz ediyorsa, kendine ya yeni bir ilah, ya yeni bir kitap ya da yeni bir resul uydurmuştur. Biz Allah’a Resulü’ne ve kitaba iman ediyoruz. Eğer gerçekten mü'min ise öyle yapmamız gerekiyor. İhtilaflı konularda ya birbirimizi mazur göreceğiz ya da hakeme gideceğiz. Ya hakkınızdan vazgeçersiniz çözüm bulursunuz ama asla müteşabihlerin peşine takılıp dinimizi tartışma konusu yapmayacağız. Peygamber Efendimiz yakında milli maçlara da gelirse şaşırmayın. Hz. Ali, Hz. Ayşe ile ihtilafını çözemiyor. Hz. Fatıma, eşi, kızı, damadı peygamberimiz ile görüşüp çözemiyorlar. Ama şimdi her tarikatın şeyhi, peygamberimiz ile görüşmeye gidiyor.
Getirdikleri haberde birbirine benzese, onlarda başka başka haber getiriyorlar” şeklinde konuştu.
Abdurrahman Dilipak, “17 Aralık’ta eğer başarılı olsalardı, bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve İHH Başkanı Bülent Yıldırım içerdeydiler” dedi.