"Adalet, meşveret ve hürriyeti siyasetin temel ilkeleri görmeli"

"Adalet, meşveret ve hürriyeti siyasetin temel ilkeleri görmeli"

Akhisar Özgür-Der'in konuğu olan Metin Karabaşoğlu, "Toplumsal zemininiz zayıf olduktan sonra, siyasal iktidarınızın ne kadar güçlü olduğu önemli değil" dedi.

Özgür-Der Akhisar Temsilciliğinde düzenlenen seminer programında yazar Metin Karabaşoğlu ''Müslümanların  Siyasetle İmtihanı'' konusunu anlattı.

Risale-i Nur talebesi olma gayreti içinde olduğunu belirten Karabaşoğlu özetle şunlar anlattı:

  Hayat ve düşünce yolculuğum itibariyle, medrese görmemiş, seküler eğitimden geçmiş birisi olarak eğer Kur’an’a atıf yaparak konuşabiliyorsam bunu Risalei nur talebesi olmaya borçluyum. Benim gibi modern hayatın şartları içinde yaşayıp seküler eğitim şartlarında yetişen nice insanı Kur’an’la muhatap olup, Kur’an’la düşünebilir hale getiren bir eser miras bıraktığı için Saidi Nursi ye bir gönül borcum var diyebilirim.

 Müslümanların siyasetle imtihanı konusunda  Kuranda  önemli bir âyet var. O da Tevbe sûresinin 122. ayeti. Bu âyet müminlere cihadı emrederken bir yandan da hepiniz cihada gitmeyin diyor. Bir kısmınız geride kalsın ve dinde “tefakkuh” etsin. Ola ki uyarılmanız gerekir. Buradan Allah'ın dinine hizmetin üst üste iki boyut içerdiğini ve iki grubun beraberliğini içerdiğini anlıyoruz. Yani bir tarafta bilfiil dışa dönük hizmet ile meşgul olanlar, cihatla meşgul olanlar; ki bu noktada cihat meselesini biraz daha açabiliriz. Cihat, yani Allah yolunda savaşmak anlamına geldiği gibi, hem siyasi hem ekonomik hem de sosyal düzlemdeki Allah'ın rızasını gözeterek gerçekleştirilen dışa dönük çabaları da içerir bir şekilde yorumlayabiliriz diye düşünüyorum. Yani yine ayetin kastettiği manayla, Müslümanlara cihadı emrederken, bir kısmına da Medine’de kalmaları uyarısı yapıyor. Çünkü uyarmak vazifesini görmeleri gerekebilir.

Bu durum bir yaralanma veya başka bir durumla karşılaşma riskine karşı bir tedbirdir. Bildiğiniz üzere o dönemde Şam Bizans hakimiyetinde bir yer ve Şam o dönem Bizans’ın ikinci büyük şehri durumunda. Ve Şam’da saraylar, görkemli yapılar vs. mevcut. Ve siz bu şartlar altında o bölgeye savaşmaya gidiyorsunuz. Bir tarafta savaşta bir yaralanma şu, bu tehlikesi mevcutken, öbür tarafta Bizans’ın saraylarına ve görkemine bakarak belki bir imrenme hali, yani Bizans’ın yaşadığına benzer bir hayata geçme arzusu uyanabilir. Veya fikri bir mücadelede yaşadığınız sorgulama karşısında hem zihinsel hem de manevi bir yaralanma yaşayabilirsiniz. Yani hem fikri ve hem de fiziki bir yaralanma tehlikesi mevcut.Bir taraftan da ihmal edilemez durumda olan  cihat emri, ama öbür taraftan içe dönük cihat da dinde tefakkuh edin emri.Yani bu ikisinin uyumu ve beraberliği ile Müslüman topluluğu bir yandan genişlerken öbür yandan da özünü koruma şansı buluyor.

Saidi Nursi  ilk kez 1919’da “euzu billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyase”diyor ve devam eden hayatındaki mücadelesini de bu ölçü üzerinden inşa ediyor. Emirdağ Lahikası’nda söylediği bir sözün ve kurduğu denklemin hem onun açısından ve hem de Müslümanların siyasete bakışı açısından önemli olduğunu düşünüyorum.  Çünkü “Güneşler gibi iman taşıyan bir kısım sahabe  ve selef-i sâlihin hariç”–burada bir kısım sahabi demesi de oldukça manidar–siyasete girenlerin, bu  imtihanın tehlikelerinden masun olamayacaklarını düşünüyor.

Burada bir kısım sahabeler demesi, siyaset söz konusu olduğunda Muaviye, Amr. b. As ve Muğire b. Şube gibi bazı sahabilerin de siyasetle olan sınavlarını veremediklerini düşünmesinden kaynaklanıyor. “Güneşler gibi iman taşıyan bir kısım sahabe ve selef-i sâlihin hariç, siyasetçi tam müttaki bir dindar olamaz. Tam müttaki bir dindar da siyasetçi olmaz.” İlk kısımdaki “olamaz” ifadesinden şunu anlıyoruz. İstisnalar hariç, bir siyasetçi istese de tam müttaki bir dindar olamaz. Sahabelerin önde gelenleri arasında yaşanan hadiselerde, siyasetin tehlikeleriyle ilgili önemli dersler olduğunu söylüyor. Çünkü bu hadiselerde sahabelerin bazılarının da bu sınavı veremediklerini görüyoruz. Ancak sahabenin bazı önde gelenleri böyle bir imtihanı aşabiliyor. Müslümanlar tarih boyunca güç ve iktidarla sınandıklarında takva noktasında bir deformasyon yaşamışlardır. Bu tarihsel süreçten hareketle, öbür tarafta Saidi Nursinin  siyasetçi istese de tam müttaki dindar olamaz manasındaki sözünü alırsak, takva odaklı bir yaşayış ve hizmet daha önemli, daha öncelikli gözükeceği için, müttaki bir dindarın böyle bir yolu seçmeyeceğini düşünüyor. Bediüzzaman da Yeni Said olarak bu düşünceye muvafık şekilde siyasetin içinde olmayı tercih etmiyor.

Siyasal düzlemde, yani dışa dönük hizmette sorumluluk alacak isimler olacaktır. Ama onlar bilmelidirler ki, bu alan takva sınanması açısından riskli bir alandır. Dolayısıyla Tevbe sûresi 122. ayeti hatırlarsak, siyasetle uğraşanların sürekli iğvalarla, sınanmalarla yüz yüze geleceklerini bilmeleri gerekiyor ve böyle sınanmalarla yüz yüze geldiklerinde, kendilerini doğrultabilmeleri için dinde tefakkuh etmiş, üakva odaklı bir düşünüş ve işleyişi merkezine almış bir Müslümanlar topluluğunun olması gerekiyor. Bu durumu, bir taraftan bir siyasal iktidar bilinci üzerinden hareket eden Müslümanlar, öbür taraftan da toplumsal iktidar bilinciyle hareket eden Müslümanların varlığı olarak ifade edebiliriz. Zaten bu ikisi beraber olduğunda bir denge yakalayabiliriz. Toplumsal zemininiz zayıf olduktan sonra, siyasal iktidarınızın ne kadar güçlü olduğu önemli değildir. 

Adalet, meşveret ve hürriyeti siyasetin temel ilkeleri görmeli ve buna göre iktidar ile ilişkimizi belirlemeli ,güce karşı bağımsız kalabilmek için siyasetle maddi ilişkilere girmekten uzak durmalıyız.

Program sorulan soruların cevaplanması ile sona erdi.

img-20250125-203741.jpg

img-20250125-204232.jpg