“Kölelikten Kurtuluşa, Kurtuluştan Nankörlüğe İsrailoğulları”

“Kölelikten Kurtuluşa, Kurtuluştan Nankörlüğe İsrailoğulları”

Özgür-Der Akhisar temsilciliğinde 2025-2026 döneminin ilk programı yapıldı.

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Tefsir Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Murat Kayacan’ın konuk olduğu programda, “Kölelikten Kurtuluşa Kurtuluştan Nankörlüğe  İsrailoğulları ” konusu ele alındı.Kayacan özetle konu hakkında şunları anlattı:

Kur’ân, toplumların yükselişi ve çöküşüyle ilgili bazı kıssaları ibret amacıyla aktarmaktadır. İsrâiloğulları’nın Kur’ân’da nakledilen hayat kesitleri incelendiğinde onların bazen nimetlerle desteklendiği bazen de cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. İsrâ sûresinde İsrâiloğulları’nın iki defa yükselecekleri ve çöküş yaşayacakları; bu bilginin kitapta yazıldığı ve İsrâiloğulları’na da bildirildiği belirtilmekte ancak ayrıntıya girilmemektedir.

Kur’an’da “Ey İsrailoğulları  ifadesi; biri Mekki surenin, diğerleri ise üç Medeni surenin beş ayetinde olmak üzere altı defa geçmektedir.İsrailoğullarını köleleştiren Firavun ve ordusu, Musa ve Harun liderliğinde Mısır’dan kaçan İsrailoğullarının peşine düşmüş ancak Firavun, ordusuyla birlikte ilahi azaba uğrayarak denizde boğulmuş ve böylece İsrailoğulları özgürleşmiş, nimete kavuşmuştu: “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tûr'un sağ tarafına (gelmeniz için) size süre tanıdık ve size kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik.” (Taha, 20: 80). Allah’ın, Firavun ve ileri gelenlerin zulmünü bertaraf etmesinin ardından İsrailoğulları, Tur dağının sağ tarafına kadar gelmişler ve orada da Allah'ın lütfuyla aç kalmamışlardı. Onlardan beklenen şey, verilen nimetlere şükretmeleriydi.

Allah, İsrailoğullarını Firavun zulmünden kurtardıktan, onlara kudret helvası ve bıldırcın etini nimet olarak verdikten sonra onların sorumluluklarına dikkat çekmektedir: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vaat ettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.” (Bakara,2:40). Bu ayette “verdiğim nimetlerimi” denilerek nimetin türü belirtilmediği için İsrailoğullarının akıllarına gelebilecek her türlü nimetin Allahın vergisi olduğunu hatırlamaları istenmektedir. Tevhid sözü (Lâ ilahe ilallah) söylemekle içeriği vahiy ile belirlenmiş “Allah’a itaat sözü” verilmiş olur. Bunun ardından ilahî yardım ve ahirette de cennet talebinde bulunulduğunda verilen itaat sözünün yerine getirilip getirilmemiş olduğu çok önemlidir. Surenin Medine’de indiği dikkate alınırsa İsrailoğullarının “yerine getirmeleri istenen söz”, son peygambere iman etmeleri de olabilir. Kulluk yapmayıp, ilahî yardım beklemek, izah edilir bir tavır değildir. Doğru tavır, dünyevi nimetleri kaybetme endişesini değil, kalpte Allah korkusunu taşımaktır.

Üstünlük takva iledir. Bu açıdan İsrailoğulları istisna değildir: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.” (Bakara, 2: 47, 122). İsrailoğullarının üstün kılındıkları dönemde, onların diğer toplumlara kıyasla tevhid dinine daha fazla ilgi duyan ya da rasuller tarafından bilgilendirilen bir topluluk oldukları söylenebilir. Eğer takvalı olmaları kastedilmiyorsa bu durumda onların âlemlere üstün kılınmalarından kastedilen şeyin, içlerinden peygamberlerin gönderilmesi olduğu muhtemeldir. Her hâlükârda onlardan, kendilerine verilen nimetin farkında olup şükretmeleri istenmektedir.

 Allah, yol gösterici Kitaplarını, insanlar şiir okur gibi okusunlar diye değil; okuyup anlasınlar, bu sayede şirkten uzak durup doğru yolu bulsunlar diye gönderir: “Biz, Musa'ya Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına, ‘Benden başkasını dayanılıp güvenilen bir rab edinmeyin!’ diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık.” (İsra, 17: 2). Musa’ya verilen “kitap”, Tevrat’tır. Allah tarafından gönderilen bir Kitap oluş, Tevrat ve Kur’an arasındaki ortak yöndür. İsrailoğulları, Kur’an’a tâbi olmamakla bu gerçeği bir kenara koymuş olmaktadırlar. Hâlbuki tahrif öncesi Tevrat gibi Kur’an da insanları şirkten alıkoymakta ve insanlara dünyada da ahirette de mutluluğun yolunu göstermektedir.

İlahi yasa gereği, zalimler cezalandırılır ve Allah, mazlumlara iktidar imkânı sağlar. Ancak bu değişimin, tarihin hangi döneminde ve nasıl gerçekleşeceği bilgisi Allah katındadır: “(Firavun’un) Arkasından da İsrailoğullarına, ‘O topraklarda oturun! Ahiret vaadi gerçekleşince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.’ dedik.” (İsra, 17: 104). İsrailoğullarını köleleştiren, onların erkek çocuklarını öldüren Firavun ve askerleri cezalandırlmış ve onların ardından İsrailoğulları özgürleşmiştir. Bu iktidar değişimini iyi değerlendiremeyenlerin ve zulme sapanların akıbeti, şikâyet ettikleri zalim kimseler gibi olur. Bu ayetin, Mekke’de inen bir surede yer almasından yola çıkarak Müslümanlara işkence, boykot vs. uygulayan, onlara rahat yüzü göstermeyen Mekkeli müşriklerin uyarıldığı, bu zulümlerini sürdürürlerse kendilerini Firavun’un akıbetinin beklediği, buna karşın müminlerin de onların mülküne varisçi kılınacağı imasında bulunulduğu söylenebilir. Kıyamet saati geldiğinde ise Allah, hesap versinler diye tüm insanları diriltip bir araya getirecektir. Herkesin yaptığı, bir bir karşısına çıkacak ve ona göre ödül veya ceza takdir edilecektir.

Allah, İsralioğullarına şirk koşmamalarını, yakınlarına ve ihtiyaç sahiplerine iyi davranmalarını, incitici sözlerden uzak durmalarını, namazı kılıp zekâtı vermelerini emretmiştir: “Vaktiyle biz, İsrailoğullarından, ‘Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz.’ diye söz almış ve ‘İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin.’ diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.” (Bakara, 2: 83). Bu alınan söze rağmen, İsrailoğulları gereğini yapmamış ve çoğu Allah’a karşı gelmeye yönelmiş az bir kısmı da bu emirleri içeren Kur’an’a ve onun vahyedildiği son peygambere imanı seçmiştir.

Helal ve haram kılma yetkisi Allah’ındır. İnsanların ihtiyaca dayalı olarak yasak ve emirler belirleseler de bunlar, zaman ve mekânla sınırlıdır. Yahudiler helali haram kılma konusundaki yanlışlarından dolayı şöyle uyarılmakta ve Kitab’a (Tevrat) yönlendirilmektedir: “Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Yakub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helal idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun.” (Al-i imran, 3: 93). Ayetten anlaşıldığı kadarıyla Hz. Yakup –muhtemelen adak olarak- kendisine bazı şeyleri haram kılmış ancak bunu tebliğ ettiği kimselere haram olarak takdim etmemişti. İsrailoğulları, bir yetki aşımı konusunda uyarılmaktadır. Haram kılma yetkisi inananlara verilmemiştir. Ağız alışkanlığıyla bir şeylerin haram kılınmasının dinde yeri yoktur. Ayetteki “Tevrat'ı getirip onu okuyun.” ifadesi, Peygamber (s) dönemindeki Tevrat’ta, İsrailoğullarının kendilerine haram kıldıkları şeylerin henüz yer almadığı sonucu çıkarılabilir. Delilsiz haramlar, onların hayatlarında yer etmiş durumda olsa da Rasulullah (s) zamanında onlar tarafından Tevrat’a henüz eklenmemiştir.

Görüldüğü gibi İsrailoğulları; Allah’a şirk koşmamaya, Kitab’a (Tevrat) tâbi olmaya, yoksullara sahip çıkmaya, namaz kılmaya ve helalleri haram kılmamaya çağrılmaktadır.

Program sorulan soruların cevaplanması ile sona erdi...

anyconv-com-a7087b58-f63e-4968-b56f-88f10afbb818-1.jpg

anyconv-com-4cbce7d7-606b-428f-a998-c69fb8062c05.jpg