Bursa'da Adem Özköse İle Suriye Konuşuldu

Bursa'da Adem Özköse İle Suriye Konuşuldu

Gazeteci Adem Özköse'nin konuk olduğu Bursa'da Suriye İntifadası ele alındı.

BURSA’da aralarında İHH, ÖZGÜR-DER, MAZLUM-DER, ASIR-DER’in bulunduğu kuruluşlar tarafından Suriye Direnişine Destek Gecesi düzenlendi. Suriye zindanlarında 70 gün boyunca esir edilen gazeteci Adem ÖZKÖSE’nin konuk olarak katıldığı gece, Merinos AKM Başkanlık Salonu'nda gerçekleştirildi.

Program Suriye'nin dünü ve bugününü konu alan bir slayt gösterisi ile başladı. Baba Esad'ın iktidara gelişi, işlediği kitlesel cinayetler ve yerine oğul Esed geçtikten sonra bugüne kadar yaşanan son gelişmeler hakkında bilgiler verildi.

Slayt gösteriminin ardından okunan Kur'an tilavetinden sonra söz alan İHH Bursa Şube Başkanı Hüseyin KAPTAN; "Bugün Suriye'de bir vahşet yaşanmaktadır. Kardeşlerimiz fiziki bir kuşatma altındalar ve her türlü yardıma ihtiyaçları var. Müslümanlar olarak, kardeşlerimize yardım elini uzatmak sorumluluğumuzu yeniden hatırlamalı ve bu konuda dünden daha fazla hassas olmalıyız. İHH olarak ayni ve nakdi yardımları Suriye'ye ulaştırma konusunda çalışmalarımız devam ediyor ve inşallah bunu daha da ileriye taşımanın arayışı içerisindeyiz. Siz kardeşlerimizin de bu konuda desteklerinizi bekliyoruz." diyen KAPTAN, daha sonra gecenin davetlisi olan ÖZKÖSE'yi tanıtan ve takdim eden sözleri ile konuşmasını sonlandırdı.

Sözlerine, özgürlüğe kavuşmalarında dualarını ve desteklerini esirgemeyen kardeşlere teşekkür ederek başlayan Adem ÖZKÖSE; "ben içerideyken sürekli olarak “seni döverek öldüreceğiz” ve “seni hiç kimse bulamayacak” diyen zalim Baasçıların elinden kurtulmamda sizlerin duası ve oluşturduğu kamuoyunun çok önemli bir etkisi oldu. Bundan dolayı tüm kardeşlerimden Allah razı olsun.

KORKU İMPARATORLUĞU

Benim Suriye'deki hikayem 70 günün ötesindedir. Suriye'deki olaylar patlak vermeden önce ailem ile birlikte Suriye'de ikamet etmekteydim ve olayların an be an nasıl geliştiğine ve halkın verdiği reflekslerin hangi zeminden beslendiğini yakinen gözlemlemiş birisiyim. Suriye'de fiziki zulümden çok önce bir “korku imparatorluğu” vardır. Baba Esad'dan bu yana Suriyeliler kurulan muhaberat ağı ile tehdit/baskı/ölüm gibi yöntemler ile sindirilmek istenmişlerdir ve bu onlarda aşılması mümkün gözükmeyen bir korku duvarının oluşmasını sağlamıştır. Deraalı çocukları ve sonrasındaki direnişçi gençlerin imanlarına şahid olmasaydım ve bana intifada başlamadan önce Suriye için devrimden bahsetseydiniz buna bende hiçbir şekilde inanmazdım. Çünkü inanılmaz bir korku ortamı oluşturulmuş ve insanların bunu aşmayı göze almaları ölmenin çok ötesinde bir anlama gelmektedir. Dolayısı ile sizin bugün dışarıdan bakarak gördüğünüz aslında bir isyanın çok ötesinde bir şey ve bu gerçekten bir devrim niteliğindedir. Korkunun bu kadar derinlikli olarak işlediği bir ülkede böylesi bir direniş başlayabiliyorsa, ben bizzat orda yaşamış ve Allah'ın lûtfu ile zindanlarını da yakından görmüş birisi olarak diyorum ki bu direnişi hiçbir güç engelleyemez. Bugün Halep'e dahi sıçramış olan direnişin nasıl daha fazla yaygınlık kazanabileceğini direnişin başladığı ilk bir haftadaki gelişmelerden anlamamız mümkün. Hatırlayacağınız üzre Deraa kentinde acımasız işkencelerle öldürülen gencecik fidanları almaya giden ailelerine “gidin evinize yenisini yapın” demek küstahlığını gösteren güvenlik güçlerine karşı tepki gösterileri yapıldı. Yapılan her gösteriyi bastırma operasyonunda yeni şehidler verilmesine rağmen halk her geçen gün sayısını ikiye katlayarak inançlı ve kararlı bir şekilde isyanını sürdürmüştü. Şehid sayısı arttıkça protestoya katılanların sayısı da artmıştı. 200 kişilik eylemler zaman içinde katlanarak on binlere, Deraa'da başlayan yayılmalar zaman içinde ülkenin farklı vilayet ve merkezlerine doğru hızla intikal ediyordu. Bugün bu hal katlanarak devam ediyor. Şehid sayısı arttıkça korku duvarını aşma cesaretini gösterenlerin sayısı da artıyor. Diğer yandan halk Suriye'de artık bir geriye dönüşün olmadığının yakinen farkındadır. Bizimde bunun farkında olmamız gerekir.

İMANLI GENÇLERİN DEVRİMİ

Başımdan geçen son olaylar şu kanaatimi daha da bir pekiştirmiştir ki çok açık ve net olarak söylüyorum: Suriye direnişi şerefli Suriyeli gençlerin kanları ile sulanan ve öylece filizlenen bir direniş hareketidir. Onlar Şehiddirler ve yaşadığımız dünyanın görüp görebileceği en destansı ve onurlu bir başkaldırının temsilcisidirler. Suriye'de sokaktaki direnişi örgütleyenler Amerikan ajanları değil, babası, Hama’da veyahut Baas zindanlarında yitip giden bir neslin bizatihi kendisidir. Buradan bakınca anlaşılması zor gelebilir ama o gençlerin gözlerindeki parıltı onların içlerinde yıllardır taşıdıklarını ele verir bir alamettir. Bunu okumasını bilmeyenler ancak komplo teorisi okuyarak kendilerini zehirlerler. Direniş başlamadan önce ilişki içinde olduğum bir çok arkadaşımla direniş zamanında irtibat kurduğumda vasiyetlerinde ortak olarak gördüğüm bir şey vardı ki o da her birinin kendisini feda etmeye dünden razı olduğudur. Dikkat edin bugün Suriyeliler bir nesli feda etmeye hazırlar. Bunu bilerek sokağa çıkıyorlar. Onun için diyorum ki bu direniş tüm hesapları bozmaya ve nihayete ermeye muktedirdir. Bunun önünde hiçbir mezhebi veyahut bölgesel hesap duramaz. Kendi içimizde yapılan bayağı karalama propagandaları bunu önlemeye güç yetiremez. Ben bunu bizzat gözlerimle görmüş biri olarak söylüyorum. Bakın, ben direnişin sonuca muhakkak erişeceğine inancımı ne zaman yaşadım biliyor musunuz? Emevi Camiinde henüz çocuk denilebilecek gencecik bir çocuğa 15-20 tane muhaberat elemanı ellerinde beyzbol sopaları ile dövdükleri zaman gözlerimin gördüğü ve kulağımın işittikleri ile eriştim. O zalimler acımasızca çocuğa öylesine vurup tart ettiler ki çocuğun yüzü-gözü her tarafı parçalandı ama onun ağzından dökülen tek şey “HURRİYE…HURRİYE” cümleleriydi. İşte ben o zaman gerçekten bu direnişin önünde hiçbir gücün duramayacağına tam olarak inandım.

Bakın kardeşler! Bu gençler size içerden kara propagandacıların sunduğu gibi insanlar değiller. Bunların hemen bir çoğunun çok derinlerde yaraları var ve artık buna bir isyan niteliğinde başkaldırıları mevcut. Babası/amcası/ağabeyi öldürülen gençler bunlar. Nerdeyse her bir gencin Baas zindanlarında yok olup giden bir yakını veyahut duyduğunuzda inanmanıza imkanı zor olan bir trajik hayat hikayesi mevcut. Ve hepsi de müslüman/dindar gençlerdir. Amerikan ajanı olsalardı ele geçirdikleri Hz. Ömer Cami'ne Baas'ın tayin ettiği saray ulemasını indirtip, yerine rejimin radikal dinci yaftası vurduğu “Kör Alim”i geçirtip ona hutbe okutmazlardı. Yapılan protesto gösterilerinde Allah'tan başka hiçbir yardımcılarının olmadığını ve Peygamberin tek önderlerini olduğunu haykıran sloganları bile tek başına yeter sebep değil midir? Bugün Suriye'deki gençlerin sergiledikleri bu cesur tavır Latin Amerika yada bilmem başka bir Avrupa ülkesinde olsaydı en az 50 tane efsanevi kahramanımız olmuştu. Bu gençlerin gözlerindeki parıltı ve sinelerindeki iman hiçbir pazarlığın ve hesabın kurbanı olamayacak kadar sahih ve sarihtir. Bundan şüphesi olanlar ya cahildirler yada başka emeller peşindedirler.

SURİYE'YE GİDİŞ VE BAAS ZİNDANLARI

Suriye'de olaylar ilk patlak verdiğinde ailemle orada bulunuyordum. Gördüklerimi Türkiye'deki kardeşlerimle paylaşmak için mümkün olduğu kadar haber geçmeye çalıştım. Hatta direniş başladıktan bir süre sonra Türkiye'de Müslümanların akıllarını karıştıracak propagandalar fazlalaşınca Haksöz sitesine farklı isimle video görüntüleri gönderdim. O görüntüler olan biteni oldukça net anlatan videolardı. Daha sonra orada hareket alanım kalmayınca Türkiye'ye gelerek konferans-yazı eylem benzeri faaliyetlerle yaşananları duyurma gayreti içine girdik. Ancak tüm çabamıza rağmen birileri ısrarla yaşananları karalamaya veya yokmuş gibi gösterme çabasına girişince bende bir kez daha ve son gelişmeleri içine alan bir belgesel çalışması ile bu kafa karışıklığının önüne geçme niyetine girdim. Kafamda bölgede yaşananları tıpkı 'Jenin Jenin' isimli bir belgeselde olduğu gibi “çocukların diliyle anlatan” bir belgesel çekmek vardı. Çünkü bir savaşı en güzel çocuklar anlatırlar. Onlar hem kirlenmedikleri için hem de yalan söylemedikleri için önlerine konan fotoğraf karesini size olduğu gibi okuyabilecek en önemli kişilerdir. Açıkçası gittiğimde başıma böylesi bir şey gelebileceğine çokta ihtimal vermiyordum. Çünkü daha önce bir çok savaş bölgesinde bulunmuş ve az çok işleyiş gereği bize böyle bir müdahalenin olmayacağı düşüncesindeydim. Ama sonu her ne olursa olsun asıl gidiş gayem orada yaşanan zulmü ve buna mukabil sergilenen destansı direnişi, tüm karalama çalışmalarına rağmen Türkiyeli Müslümanlara göstermek içindi. Bu sebeple Hamit kardeşimle birlikte yola çıktık. Suriye içlerine doğru seyr ederken arabamızı bir takım silahlı kişiler durdurdu ve bizi gözlerimiz bağlı bir şekilde bilmediğimiz bir yere kaçırdılar. Bizi Fua adında Caferilerin olduğu bir köye getirdiler. Gözümüm açtığımda karşıma gördüğüm manzara büyük bir Hasan Nasrallah posteri ve diğer Şii imamların resmi oldu. İnsanın ve nihayetinde savaş bölgesinde kaçırılan biriyseniz ölüm korkusu sizi her an sarabiliyor. Bu resimleri görünce biraz rahatladığımı ve nasılsa müslümanlar diyerek ölüm korkusundan kısmen uzaklaştığımı hatırlıyorum. Daha sonra konuşmalarımda bunların merci olarak Hizbullaha, ancak siyasi olarak Baasa bağlı olduklarını öğrendim. Ve "bizi niçin kaçırdınız, ne istiyorsunuz?" dediğimizde ise direnişçilerin elinde olan bir esire karşılık takas için kaçırdıklarını söylediler. O köyde toplam 11 gün kaldık. Üç ev değiştirdik. İlk iki evde rahattık ancak son kaldığımız yer için aynısını söylemeyeceğim. Öyle ki lavaboya bile doğrultulmuş silah eşliğinde gidiyorduk. Daha sonra bizim Türkiye'den geldiğimizi öğrendikleri ve takas için onlara uygun olmadığımızı fark ettiklerinde Baas güçlerine teslim etme kararı aldılar. Bizi teslim almaya gelen askerler gözlerimizi bağlayarak zindana götürmek üzere yola çıkarttılar. Yol boyunca bizi dövdüler. Şu resimlerde Amerikan askerlerinin esirlerin üzerine çıkarak tepinişlerini görmüşsünüzdür.. Bize de yol boyunca aynısını yaptılar. İndiğimiz vakit gözlerimiz halen kapalı fakat yer altına indiğimizi biliyordum. Bu arada Suriye'nin yer altı, zindanlar/işkencehaneler ile doludur. Uzaktan bakınca hiç ihtimal vermeyeceğiniz bir çok resmi binanın altı zindandır. Bizi de muhtemelen öyle bir yere götürdüler. Götürüldüğümüz hücrede hiçbir şey yok ve iki adım büyüklüğünde bir yer. Beton üzerinde yatırıldık. Ayakkabılarımı yastık yaparak yatıyordum. Hamit'le bizi birbirimizden ayırdılar ve 53 gün boyunca birbirimizi hiç göremedik. Bizi yakaladıkları ilk günden beri hep “kaybettirmek” istediler. Hamit Arapça bilmediği için askerlerin kendi aralarındaki konuşmalarını anlamıyordu ama ben daha ilk yakalandığımızdan beri konuşulanlar içinde "bunları bir yerlerde öldürelim/yok edelim" türünden konuşmaları duyuyordum. Diğer taraftan zindana atıldığımız ilk 15 gün boyunca sürekli olarak “seni döverek öldüreceğiz” ve “hiç kimse senin nerede olduğunu bilemeyecek” diye tehdit ediyorlardı. Ama Rabbime Hamd olsun ki O'nun inayeti ve lûtfu sayesinde, siz kardeşlerimin oluşturduğu kamuoyu ve dualarla bunu yapmaya cesaret edemediler ve biz bu vesile ile özgürlüğümüze kavuşmuş olduk. Kardeşler! Suriye'nin sokaklarında olanı anlamanın en gerçekçi yolunun zindanda olan biteni görmekten geçtiğini fark ettim. Yakalanmadan önceki tecrübelerim ve gözlemlerim bende zaten bir kanaat oluşturmuştu ancak zindanda gördüklerim beni çok daha derinden hem inandırdı hem de üzdü diyebilirim. Hemen her gün 50-60 kişilik üniversite öğrencisi getirilir, sadece alt iç çamaşırları kalacak şekilde soyularak işkence edilirdi. Benim tek kişi olarak kalamadığım, iki adım mesafelik hücreye o gençlerden altı tanesini sıkıştırırlar ve bir hafta ayakta bekletirlerdi. Hiç hareket etmeksizin kaldıkları için yorulma alâmeti gösterenleri de bunu yaptıkları için acımasızca cezalandırıyorlardı.

Şunu net söylüyorum ki İsrail, o lanetlediğimiz ve zulmünü işlediği sürece lanetlemekten geri durmayacağımız o zalim ve katil İsrail'in zindanları, Baasçılarınınki yanında beş yıldızlı otel gibi kalır! Hiçbir ölçü ve merhameti gözetmeyen katiller sürüsünün gözetiminde bir yer Baas zindanları. Direnişi örgütlediği için içeriye alınan bir Alimi, sırf onurunu kırmak ve gençlerin direnişini ortadan kaldırmak için dört ayak üzerinde tuvalete götürüp getirtiyorlardı! Uyuyamıyordum.. Ne zaman uyur gibi olsam beş-on dakika arayla işkence sesleri, bağrışlar ile uyanmak zorunda kalıyordum. Orada günlerimi hep Kur'an okuyarak geçirdim. Zindandayken yeniden fark ettim ki siz kendinizi Kur'an'a ne kadar açarsanız O'da size kendini o kadar açıyor. Allah'a hamdolsun ki Kur'an'ın o Rahmetini içerde çok yakından bana yeniden tattırdı.

İran ile görüşmeler yapılıp ta bizi serbest bırakacakları haberini verdiklerinde müdürün odasına çıkartılmıştık. Orada, daha önce "Allah'ım bana bu zindanın hepsini göster, burada neler olduğunu bilmek istiyorum" diye yaptığım duaya karşılık verildi ve bir ara müdür odasından dışarı çıktığında ben büyük bir monitörden tüm cezaevi hücrelerinin görüntülerini gördüm. Meğer hiç kimsenin haberi olmaksızın bütün hücreler gizli kamera ile izleniyormuş! Gördüğü işkencelerden yaralı ve bi’tap düşmüş bir sürü insan vardı.. Hele ki bir hücrenin tümü ile çıplak, ağzına kadar doldurulmuş olduğunu gördüm.. Yine kadınların tutulduğu hücrede görünüyordu. Muhtemelen bir çoğu mücahid eşi olan bu kadınlar izlendiklerini bilmeksizin, sıcaktan dolayı girdikleri rahat haller, oradaki görevlilerce an be an izleniyordu! Baas zindanlarında gördüğüm ve duyduğum şeyler, insanı derinden yaralayan türdendi.. Öyle ki bize serbest kalıyorsunuz dediklerin de- ki Baas zindanları için böylesi bir kelime nerdeyse yok gibidir. Girenin çıkma şansı da çok çok düşüktür. Belki de yok diyebilirim.- Buna rağmen ben gördüklerimden dolayı bana ulaşan habere sevinemedim bile.. Evet çocuklarıma kavuşup, kardeşlerime olan biteni anlatacaktım ama aklım oradaki çocuklarda, gençlerde, kadınlarda ve olan bitende olduğu için sevinemedim ve haya ettim.

Kardeşlerim şunu unutmayın ki Suriye'nin altında yaşananlar, üzerinde olan bitenin neden meydana geldiğini çok açık ve net resm etmektedir. Bunu anlamak için lazım olan tek şey doğru gören bir göz ve biraz vicdandan başkası değil!

İSLAMİ DİRENİŞİ KARALAYAN MÜSLÜMANLAR BAASÇILARDAN DAHA AZ MASUM DEĞİLLER !

Bugün beni mazlum Suriye'li kardeşlerimizin başına gelenlerden daha çok üzen şey buna duyarsız kalan Müslümanlar ve direnişi ucuz hesaplar için karalayanların varlığıdır. Şunun altını iyice çizmem gerekiyor: Suriye direnişi şehidlerin kanı gibi temiz ve katışıksızdır! Beni az ya da çok tanıyan kardeşlerim İslam coğrafyasındaki olayları içerden bir gözle değerlendirmeye çalıştıklarımı da bilirler. İlayı Kelimatullah için mücadele verilen bir çok cihadi hareketi yakından gözlemleme fırsatım oldu ve bunlar hakkında Türkiye'li kardeşlerimin sağlıklı bilgiler alabilmesi için Rabbimin izni ile gayret sarf ettim. Hizbullahın 33 gün savaşında cepheden haberleri Vakit Gazetesi aracılığı ile an be an ulaştırmaya beni sevk eden şey ne ise bugün Suriye'de yaşananları olduğu gibi aktarmaya sevk eden şeyle aynıdırlar. İslami kimliğimin gereği neyi icap ettiriyorsa ben onu yapıyorum. Bundan dolayı benim bugün Suriye'de gördüğüm tertemiz bir direniş olduğudur. Birilerinin bahs ettiği gibi ne küresel güç dengelerinin yönlendirmesi ne de Filistin davasının sakıt olması gibi bir şey söz konusu değildir. Evet dış güçlerin mutlaka bir hesapları olacaktır ve biz Türkiyeli Müslümanlar olarak bunu konuşalım ve değerlendirelim. Ama bunu olması gereken zemin üzerinden yapalım. Değerlendirmelerimizi komplo teorilerine vardırarak veyahut bugün birilerinin hiçte müslümana yakışmayacak şekilde yaptığı gibi herhangi bir mezhebi yada bölgesel güce beyatlı bir şartlanmışlıkla yaptığımızda, Suriyeli kardeşlerimize Baasçılardan önce ilk darbeyi biz indirmiş oluruz. Filistin konusunda söylenenler tek kelime ile duygu istismarıdır. Filistin davasının selametini Suriye'nin varlığına mutlak suretle bağlayanlara sormak istiyorum. Siz Filistin'i ve O'nun geleceğini Şeyh Raid Salah'tan daha mı iyi biliyor dunuz? Siz mazeret olarak sunduğunuz Devletin Başkanı İsmail Heniyye kadar mı o ülkenin stratejik politikalarını biliyorsunuz? Siz, Halid Meşal'in Şam'dan ayrılış sebebini hiç dinlemediniz mi? Ve yine siz, Filistin söz konusu olduğunda önemli bu üç ismin defaatla zikrettikleri “KUDÜS'ÜN YOLU ŞAM'DAN GEÇER” sözünü hiç mi işitmediniz!?

Kardeşlerim eğer Suriye'de bir devrim olurda ve bugün dillendirilen komplo teorilerinden biri karşılık bulacak olursa, bunda haklı olan taraf asla o teorileri bugünden dillendirenler olmayacaktır. Eğer böylesi bir durum siyaseten meydana gelirse bunun ilk suçlusu bugün direnişe destek vermeyen müslümanlar olacaktır. Suriye konusunda kafaları karıştıranların ve manipülatif haberlerle direnişe kara çalmaya çalışanların ucuz ve müslümana yakışmayan hesapları söz konusu. Merhameti ve adaleti henüz elden bırakmamışların bu tür oyunlara gelmemesi gerekir. Suriye olayı bir strateji değil, ilk elden bir vicdan işidir. Biz Suriye'ye nasıl olurda bu kadar duyarsız kalabiliriz anlaşılması çok güç. Daha dün Bosna'da yaşanan katliama tek yürek, tek bilek destek veren bizlere ne oldu Allah aşkına? Oysa elinizi vicdanınıza koyun ve Suriye'yi bir düşünün? Göreceksiniz ki Suriye her yönü ile Bosna'dan daha vahim durumdadır. Müslümanlıksa çok daha ileri düzeydeler… Zulümse bugün Suriye'nin her tarafı bir Srebrenista'ya çevrilmiş durumda.. Bizi Suriye'ye bağlayacak ve harekete geçirecek daha nasıl bir faktör arıyoruz ki? Üzülerek söylüyorum ki bugün bizler ilk olarak Müslümanca hislerimizi kaybettik. Dünkü dinamizm bugün maalesef yok. Eskiden Müslümanlar böylesi bir hal ile karşılaştıklarında "mekarallahu” ayetini yaşarlardı ve "zalimlerin bir oyunu varsa Rabbimizin de mutlaka bir planı vardır" derlerdi. Ama bugün öyle midir? Bugün herkes Müslüman olmaktan vazgeçmişçesine Ortadoğu uzmanı kesilmiş durumdalar. Eskiden imanları ile konuştukları mevzuları bugün stratejist ağzı ile konuşmaya başladılar! Kardeşlerim; bugün içine girdiğimiz rehavet hali gözlerimize tehlikeli bir perde çekmiş durumdadır. Böyle olduğu için birilerinin kirli oyunlarına hemen kanabiliyor ve aklımızın karışmasına izin verebiliyoruz! Çok kesin ve net olarak şunu söyleyebilirim ki bugün Suriye'de yaşanan olaylar karşısında iki saf var. Biri zalimlerin yanında olan Müslümanlar, diğeri de mazlumun yanında olan Müslümanlar.. Muhasebemizi iyi yapıp öncelediğimiz ve önemsediklerimizi tekrardan gözden geçirerek saflarımızı belirlemek gibi bir mükellefiyetimiz olduğunu hatırlamalıyız.

Haber: Abdurrahman YILDIRIM

bursa-20120615-5.jpg

bursa-20120615-2.jpg

bursa-20120615-3.jpg

bursa-20120615-4.jpg 

Önceki ve Sonraki Haberler