Özgür-Der Çorum Seminerleri sona erdi

Özgür-Der Çorum Seminerleri sona erdi

Özgür-Der Çorum Şubesi, alternatif eğitim seminerlerinin 2007-2008 dönemine ait son programını gerçekleştirdi. Bu hafta "Hadise Yaklaşımda Usül" başlıklı seminer Bülent Gökgöz tarafından sunuldu.

Gökgöz sunumunda bu gün İslam dünyasının içinde bulunduğu atalet ve acziyet durumunun oluşmasında İslam dışı bir takım telakkilerin etkisiyle de oluştuğuna dair vurgu yaptı. Özellikle Hz. Peygamberin vefatıyla ve fetih hareketlerinin hız kazanmasıyla genişleyen İslam topraklarının Kur'an dışı farklı inanç şekilleriyle tanışması ve yeterince İslami bilince erişmemiş kitleler içerisinde kabul görmesi ciddi kırılmalara sebep vermiştir. Sunumunun devamında Gökgöz şunları belirtti:" H.II yüzyıla gelindiğinde gerek siyasi-ideolojik tartışmaların gerekse de kitlelerin karşılaştıkları sorunlarla ilgili çözüm arayışları neticesinde rivayet kültürüne yönelik eğilimler hız kazandı. Bu yüzyılda mevcut rivayetlerin derlenmeye başladığı yıllardı. Özellikle Ehl-i Hadis uleması nasslarla hayat arasındaki bağlantıyı, aklı ikinci plana iterek rivayetler üzerinden sağlamaya yönelik tutucu bir çizgi seyretti. Bu çizgilerinden ötürü de Ehl-i Rey ile ciddi tartışmalar ve çekişmeler yaşandı. Süreç içerisinde kısmen şekillenmeye başlayan klasik hadis usulünün de temelleri bu yıllarda oluşmaya başladı. Ancak günümüze kadar uzanan mevcut klasik hadis usulü hem Şafii çizgisi hem de isnad ağırlıklı bir çizgi üzerine oturdu. Metin tenkidinin çok cılız hatta yok denecek kadar arka planda kaldığı ve senet tenkidinin teorik olarak ön planda olduğu bir usül oluştu. Uygulama itibariyle Ehl-i hadisin tanımladığı Sahabe, Adalet, Zapt, Mütevatirin Şartları, Sahih Hadis vb. kavramlar bu usulün temel terimlerini ve ilkelerini oluşturmakla beraber, bu terimler üzerinde çoğunlukla ulema arasında ittifak oluşmadığı da görülmektedir. Üstelik terimlerin uygulamaya yönelik bazı istismara açık yönleri de son derece keyfi uygulamalara sahne olmuştur. Daha çok hadisle iştigal edenlerin kendi içtihadi ve birikimleri zaviyesinden oluşturulan eserlerde de ciddi farklılıklar ve abartılar olduğu da bir gerçek. Ehl-i Hadis ulemasının salt hadis disipliniyle (nakille) uğraşması, kelam, fıkıh, edebiyat, astronomi, matematik, fen, coğrafya, felsefe gibi disiplinlere soğuk hatta dışlayıcı bir tavır takınmaları, onların eşya, hayat ile nasslar arasında irtibat kurma noktasında yetersiz bırakmış kimi İsrailiyat-Mesihiyat gibi İslam dışı telakkilerin de bu yetersizlikten dolayı hadis, siyer, tarih vs. kaynaklarına sirayet etmesine sebep olmuştur.

Bugün, gelinen nokta itibariyle sanki mevcut hadis usulünün en son nokta olduğu, kusursuz olduğu, geçmişteki ulemanın hadislerle ilgili her şeyi hallettiği gibi bir yanlış kanaat de bulunmaktadır.Oysa Gerek hadis usulünün gerekse de hadis kaynaklarında ciddi oranda yeniden gözden geçirilmesi ve bu doğrultuda tenkitçi-eleştirel bakış açısıyla rivayetlerin ele alınması gerekmektedir.Ankara'da yapılan bir yüksek lisans tezinde Ankara Merkez Vaizlerinin %16 oranında Mevzu hadis kullandıkları ve sahih ile mevzu hadisi, ayet ile hadisi karıştırdıkları göz önünde bulundurulursa durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır.Mevcut hadis kaynakları incelendiğinde tek bir adet dahi mütevatir hadis olmadığı ve tamamının ahad kategorisinde olduğu, hatta Kütüb-i Sitte içerisinde Mütevatir olarak adlandırılan ancak sıhhati tartışmalı veya uydurma bir çok rivayetin de maalesef yer aldığı görülecektir.

Bununla birlikte kaynaklardaki rivayetler, ilk dönem Kur'an neslinin oluşması esnasında onların mücadeleleri hakkında bizlere ışık tutacak nitelikte bilgiler de içermesi açısından önemlidir.Kur'anın anlaşılmasında yardımcı unsur olan nüzul ortamı,Hz.Peygamberin içtihatlarında gözettiği usüle dair ipuçları ve onların geliştirdikleri mücadele fıkhıyla ilgili de ciddi veriler bulunmaktadır.Bu açıdan rivayetleri ne taklit mantığıyla tetkik etmeden körü körüne kabul etmeli, ne de basite indirgeyen bir yaklaşımla onları yok saymayan ,bununla beraber mutedil ve tenkitçi usulü benimsemek daha doğru olacaktır.

İkinci konuşmacı Lokman Örskaya (Müstezaf –Müstekbir Çatışması ve Musa(as) Örneği" başlıklı konuyu sundu. Örskaya dünyada ki gelir adaletsizliği ve bunun sebep olduğu sefaleti istatistik bilgileri vererek gözler önüne serdiği konuşmasında şu tespitlerde bulundu " Yeryüzünden zulmü kaldırmak isteyen mü'min birey, öncelikle kendi nefsine zulmetmemeli ve nefsini, iman ettiği Kur'ani esaslara teslim edip belirlenen vahyi ölçüler içerisinde diğer mü'minlerle birliktelik oluşturmalıdır. Birliktelik oluşturulduktan sonra zulme ve zalimlere karşı daha etkili tavır takınılacak ve zulmü insanlara reva gören zalimlere gereken ders daha iyi bir şekilde verilecektir. Mü'minler şu Kur'ani gerçeği çok iyi bilmelidirler ki, zulme karşı mücadele etmemek, umursamaz bir tavır takınıp sessiz kalmak, zulme ortak olmak, zalimlere destek olmak ve azmalarına neden olmaktır. Bu nedenle mü'minler, küfre karşı hiçbir şekilde sessiz kalamazlar ve her vesile ile zalimleri ve onların destekçilerini iman etmeye davet ederler.

Yeryüzünde kendi egemenliğini mü'minlerin eliyle tesis etmek isteyen ve insanı (iman etmiş insanı) yeryüzünün halifesi kılan yüce Allah(cc),iman edenlerden topluca kendi ipine sarılmalarını (3/103), aralarında sırdaşlık(9/16) ve velayet hukukunu oluşturmalarını (9/71) bölünüp parçalanmamalarını istemiştir. Çünkü bölünüp parçalanmaları halinde zayıflayıp güçlerinin gideceğini ve böylece korkuya kapılacaklarını(8/46), mü'minlerin sorunlarını kendi aralarında halletmelerini ve sorunlarını Kur'an ve peygamberi örnekliğe/ sünnete götürüp çözmelerini (4/59) böylece topluca hareket edip yeryüzünde din tamamen Allah'a ait olup fitneden eser kalmayıncaya kadar mücadele etmelerini(2/193) istemiştir.

Vahye uygun davranma şartı, Peygamberler için bağlayıcılığı esas olduğu gibi bu bağlayıcılık aynı zamanda Müslüman şahsiyetleri de kapsar. Bu nedenle Müslümanlar, Peygamberleri model alarak,  onlar gibi hareket etmek zorundadırlar. Bu hareket, Müslüman şahsiyetlerin dünya hayatını kurtardığı gibi ahiret hayatını da kurtarmaktadır

Müslüman şahsiyetler hedefe ulaşmak için her yol mubahtır anlayışıyla hareket edemezler yani takiyye yapamazlar. Çünkü emrolundukları gibi dosdoğru hareket etmek zorundadırlar. Müslümanlar, çağımızdaki zulüm ve diktatörlüğe karşı bu İbrahim'i tavrı kuşanmalı, Musa vari mücadelesini sürdürmelidir. Aksi halde hem zulme karşı bir başarı elde edemezler, hem zulüm altında hayatları boyunca inlerler, hem de yüce Allah(cc) indinde hesaplarını veremezler.

Bugün bize düşen Hz Musa'nın kim olduğundan, hayatından, mucizelerinin neler olduğundan, mucizelerinin gerçek olup olmadığından daha çok, onun kişiliğinden misyonundan ve mücadelesinden haberdar olmaktır. Mucizelerden ve mücadelesinden ne anladığımızı sorgulamaktır. Sadece Hz Musa için değil tüm elçileri böyle ele almak ve onların bu yönlerini örnek almaktır. Zira ne bize bir elçi nede mucize gelecektir. Ne yapacağız o zaman? O elçilerin yaşadıkları durum başımıza geldiğinde neler yapacağız? İşte bunların cevabı için o mucizelerden ve mücadelelerinden bir sonuç çıkarıp uygulamaya koyabilmeliyiz. Ne yapıyordu Firavun? Büyücülerine büyüler sihirbazlıklar yaptırarak halkını korku ile baskı altına alıyor onları kendine kul köle yapıyordu. Bu gün bizler nice sihirbazların iliz yon gösterilerine şaşırıp kalmıyor muyuz?

Bütün sorunların çözümü için tek bir adresi vardır.  Bu adres, her şeyi en iyi programlayan ve her şeye en mükemmel yol haritası hazırlayan, Âlemlerin Rabb'i olan Yüce Allah ve O'nun katından onaylı İslam dinidir ve bunun kaynağı ise tartışmasız Kur'anı Mubin'dir." " diyerek sözlerini tamamladı.

Program, konuşmacılardan gelen soruların cevaplanması ve yeni dönemde yapılacak seminerler dizisinde buluşmak ümidiyle program sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler