Diyarbakır’da "Ulusçuluk" Semineri

Diyarbakır’da "Ulusçuluk" Semineri

Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin "Alternatif Eğitim Dersleri" kapsamında dernek binasında düzenlediği eğitim dizisinde bu hafta "Ulusçuluk ve Ulusal Devletler” konusu işlendi.

Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin "Alternatif Eğitim Dersleri" kapsamında düzenlediği programların beşincisi dün akşam dernek binasında yapıldı. Programda, Süleyman Nazlıcan "Ulusçuluk ve Ulusal Devletler" konulu bir seminer sundu.

Seminerde, ulus-milliyetçilik ve etnisite kavramlarının ortaya çıkışı, birbiriyle olan ilişkileri, temel yaklaşımları, ulus devlet ve ulusal inşa sürecinin araçları, ulus devlet ve etnisite sorunsalı ve Türkiye'deki ulusçuluk düşüncesini yansıtan belirli anekdotlar ile konu irdelendi.

Etnisiteden Öte Dini Bir Söyleme Dayanan Görüş

Ulus-millet-etnisite kavramlarını irdeleyerek konuşmasına başlayan Süleyman Nazlıcan,  Günümüzde Fransızca "nation" sözcüğünün karşılığı olarak aynı kökten, aynı soydan gelme anlamında kullanılan "ulus" kavramını, "ortak bağları olan bir insan topluluğu" olarak özetledi. Ulus'la aynı anlamda kullanılan "millet" kavramının ise arapça kaynaklı olduğunu,  "imla" sözcüğü ile ilişkilendirildiğini ve "yazdırılan bir metni" ifade ettiğini söyledi. Millet kelimesinin etimolojisi hakkında değişik görüşler olduğunu hatırlatarak, Bernard Levis'in görüşüne gönderme yaptı.  Levis'in sözcüğü "bir kutsal kitabi kabul eden insan topluluğu" şeklinde açıkladığını ifade etti. Eski Yunancada "halk" anlamına gelen "ethnos" sözcüğünden türetilen etnisite kavramı ile ilgili olarak da, etnisitenin, "atalara ait ortak mirasla karakterize edilen bir topluluktan geldiğine inanan kimseleri ifade etmek" için kullanıldığını, cümlenin bu haliyle, "ethnos" ortak kökenden, akrabalıktan kaynaklanan kültürel birliğe uygun düştüğünü belirti. 

Nazlıcan, Antony D. Smith'in ulusu "tarihten gelen bir toprak parçasını, topluluğun ortak mitlerini ve tarihsel belleğin, kitlesel bir kamusal kültürü, ortak bir iktisadi düzeni, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan bir insan topluluğunun adı" olarak nitelendirdiğine dikkat çekti. Etimolojisindeki dinsel anlam doğrultusunda millet sözcüğünün daha çok aynı dine inanan insan topluluklarını ifade etmede kullanılırken, Moğolca kökenden gelen ve "nation" sözcüğü karşılığında kullanılan "ulus" sözcüğünün ise daha çok, farklı bir etnik topluluğu ifade etmekte kullanıldığını dile getirdi. Kavramın günümüzde dinsel bir niteliğe bürünerek varlığını devam ettirdiğini belirtti.

"Ulusçuluk, Kendini Çağlara Göre Uyarlayabilen Kavramdır"

Ulusçuluğun-milliyetçiliğin, Avrupa'da feodalizmin yıkılışı ile sonuçlanan, yeni siyasal ekonomik ve toplumsal ilişkiler ortamında insanların ortak aidiyetler etrafında birleşmesi ile alevlendiğine dikkat çeken Nazlıcan, kavramın ortaya çıkmasında duygusal bağlılıkların, ekonomik ilişkilerin ve "territory" devletin kapsayıcılığının önemli etkisi olduğunu vurguladı.  Kendini çağlara, siyasal rejimlere, ekonomik ve toplumsal yapılara uyarlayabilen ve bu nedenle yer ve zamana göre farklılaşabilen oldukça dayanıklı bir ideolojidir.

Ulus Devlet ve İnşası…

Devleti, insanoğlunun icat ettiği en ilginç aygıt olarak nitelendiren Nazlıcan, icat edilen bu aygıt karşısında insanın çoğu zaman kendisinin bir aygıta dönüştüğünü ifade ederek, milli devletlerin ortaya çıkışının devlet kavramı ve oluşumundan sonraya denk geldiğine dikkat çekti. Nazlıcan, 11.yy.dan itibaren feodal yapının çözülmesiyle ulus devletlerin ortaya çıktığını, 17.yy.ın ortalarına doğru tamamlanmaya başlandığını ve Otuz Yıl Savaşlarının ardından imzalanan 1648 Westphalia Antlaşması ile birlikte Avrupa'daki milletlerarası düzenin siyasi birimi haline geldiğini söyledi. Kavramın, felsefi altyapısının 19.yy.da "bir milletin duygu ve bilincinin ancak devlet şuurunda birleşmesiyle bir anlam kazanacağını ve sadece devletle oluşabileceği" görüşünü dile getiren Hegel sayesinde kurulduğunu kaydetti.

Ulus Devlet, Totem Bir Kutsala Dayanır

Nazlıcan, 20.yy. modern dünyada olduğu gibi TC'de de ulus toplumun ve ulus bireyin yaratılması projesi bağlamında ulus devlet inşasının Ziya Gökalp ile başladığını, otuzların Kemalist devrimleriyle kristalize edildiğini, ellilerden itibaren sağ popülist maskelere büründüğünü ve yetmişlerden itibaren ise yarı faşist renkler kazanmaya başladığını söyledi.  Türk uluslaşması; devletin, toplumun ve bireyin uydurulan mitolojilerle topyekûn dönüştürülmesi esasında şekillendiğini ifade eden Nazlıcan sözlerini şöyle sürdürdü;  "öncelikle kendine ait mitoloji yaratılıyor.  Bu mitoloji, çokça işlenerek, ulusçuluk ideolojisinin boyun eğdirme ve tabi kılma işleviyle beraber sistematik bir inanç haline gelmesi sağlanıyor. Bireyler için inanç haline getirilen bu ideoloji, şahsiyet kazanmanın aracı olarak ulusal kültüre ve yasalara uygun duruma ve yurttaşlık kimliğini kazanmanın şartı olarak işleniyor. Okullar, aile, dinsel kuruluşlar, partiler, sendikalar, basın yayın gibi araçlar kullanılarak kitleler, ulusu özne haline getirmek üzere itaatkar bedenler ve vicdanlar haline getirilir."

Ulus Devlet, Vicdanların Gardiyanlığına Soyunur

Yaratılan ulusal projenin, ilkel toplulukların totemleriyle ve kabile sembolleriyle özdeşleşmesine benzer biçimde; kitleleri devletleriyle, törenleriyle, tarihleriyle, liderleriyle, özdeşleşir hale getirilmesinin hedeflendiğini kaydeden konuşmacı,  oluşturulan bu projenin, kutsal zırhlara büründürülerek dokunulmaz kılındığını söyledi. Yeni kutsallık referanslarına saygısızlık gösterenlerin "devletin manevi şahsiyetine ve vatanın kutsal bedenine girişilmiş bir cürümle" suçlandıklarını bu durumun beraberinde ihanet damgası yemeyi ve ayıplanıp aşağılanmayı getirdiğini, bunu yapan bireyin ya en şiddetli bedensel cezaya çarptırıldığını ya da yurttaşlıktan çıkarıldığını ifade etti.

 

Emin Altun / Haksöz-Haber

Önceki ve Sonraki Haberler