"İslam’ın şûrâ emri demokrasi ile bağdaştırılabilir mi?"

"İslam’ın şûrâ emri demokrasi ile bağdaştırılabilir mi?"

Diyarbakır Özgür-Der Şubesi’nde Hamza Türkmen “İslam’ın Şûrâ Emri Demokrasi ile Bağdaştırılabilir mi?” başlıklı bir konuşma yaptı.

Hamza Türkmen'in sunumuyla Özgür-Der Diyarbakır Külliyesinde “İslam’ın Şûrâ Emri Demokrasi ile Bağdaştırılabilir mi?” başlıklı bir seminer gerçekleştirildi.

Programa Nureddin Yargıcı’nın Şûrâ Süresi’nden okuduğu ilgili ayetlerle başlandı ve programın sunuculuğunu yapan Mehmet Deniz’in çağrısı ile Türkmen konuyu özetle şöyle aktardı:

19. yy’dan itibaren İttihad-ı İslam, İslami uyanış veya “İslamcılık” gayretleri ciddi bir dinamizm taşıyordu ama gerekli kitleleşmeyi sağlayamadı. İttihad-ı İslam tezinin takipçileri arasında özellikle Urvetu’l Vuska ve Menar ekolünün taşıyıcıları salat gibi zekât gibi Allah’ın ortak işlerimizle ilgili bir emri olan şûrâ mevzuunu da sürekli gündeme getirdiler ama kapsayıcı şekilde şûrâ işleyişini modelleştirme imkânına ulaşamadılar.

Sonra seküler ulus toplumlara bölündük. İçinde yaşanan toplumların ileri gelenlerinin önemli bir kısmı ulusçuluk veya Garpçılılık yaptılar. Bu iki olumsuz özne sürekli İslam’ı feodallik, gelenekçilik ile itham ettiler; Batı’nın özgürlükçü, demokrat ilerlemeci olduğunu söylediler.

Oysa ABD’de Demokrasinin Sonu” başlıklı tezler yayınlanıyor. AB’nin ise sömürgecilik tarihinden Siyonizmin eleştirilmezliğine, LGBT türü sapkınlıkları savunmaktan İslamofobik eğilimleri köpürtmesi vemültecilere karşı olan tutumuna kadar insan hakları karnesinde çok kırıklar olmasına rağmen; AB, Batı dışı toplumlara insan hakları emperyalizmi uyguluyor.

Müslümanların alameti farikası olan zaruret-i hamsa telakkisi ve şûrâ mükellefiyetleri, büyük Hanefi usul alimi Cessas’ın dediği gibi İslam’a icabet etmek gibi, salat ve infak gibi uymamız gereken temel dini kuralları arasında bulunmasına rağmen şûrâ konusu hem mefhum hem uygulama anlamında fulûlaşmıştır. Dilimizde  Şûrâ, istişâre, meşveret eş anlamlı hale gelmiştir.

Kur’an’da ş–v–r köklü hükümler “şûrâ” (42/38), “teşâvur” (2/233), “şavir” (3/159)dir. Ve bu hükümlerin bir açılımı olarak değerlendirebileceğimiz “ulu’l-emr” (4/59, 83) hükmü ise sürekli tartışmalara neden olmuştur.

İnsanlığın yaratılışı Rabbimize aittir. Batılı paradigmadaki cogito veya fenomen anlayışı ile sınırlı değildir. Dolayısıyla fıtratımızı da en iyi Yaratıcımız bilir. Bu yüzden vahyin kitabındaki “tearuf” (49/13), “talim” (3/79)  ve “şûrâ” zinciri önemlidir. Çünkü bu zincir sosyal ve medeni bir hayatın olmazsa olmazlarıdır. Ama 1970’lerden sonra Türkçeye çevrilen hareket metodu veya ilmihali ile ilgili kitaplarda krallık eleştirisi atlanıp sürekli demokrasi eleştirisi yapılmış, “şûrâ” konusu da Mahmut Babilli’nin “İslam’da Şûrâ” kitabında işlediği gibi liderin müşavirlerine danışması keyfiyetine indirgenmiştir.

Bu konu, öncelikle İslami sabiteler ve değişkenlerin ölçü ve sınırını bilen insanlar arasında müzakere edilmelidir. Özel, ihtisas veya genel şura, ancak İslami sabitelerin olmadığı konularla, alanlarla ilgilidir.

İslami sabitesi olmayan insanların sosyal ve siyasi işlerini şûrâ formu yolu ile yapmaları fıtri kanunları yakalayabilmeleri ya da ilk resullerin uygulamalarından etkilenmeleriyle açıklanabilir.

Grek site devletleri, Roma senatosu, Türkmenlerin Kurultayları ve benzeri uygulamalar demokrasinin ilk örnekleri olarak gösterilir. Ama o günlerden bu yana bu tarz meclisler veya demokrasi denilen uygulamalar muhteva olarak İslami şûrâ muhtevasına göre değil formuna benzer şekilde yapılır. Çünkü bu tür meclislerde veya demokrasi uygulamalarından Rabbimizin belirlediği İslami sabiteler esas alınmaz.

Sebe Melikesi’nin önde gelenleri hüküm vermeden hüküm vermeyeceği uygulaması şura formuna uygun bir durumdur (27/29-32).  Kureyşlilerin Nadiyesi de ( 96/17) bu durumu hatırlatır. Daru’n-Nedve. Resulullah’ın 5. Kuşak dedesi Kusay’ın öncülüğü ile kurumlaştırılmıştır.

Ancak Muhammed İbn Aşur’un, Ahmed Raysuni’nin ve Muhammed Sallabi’nin ontolojik temel bulmak için Bakara Sûresinde “insanın yeryüzünün halifesi” olarak yaratılmasına gaybi varlıkların sorular sormasını şûrâ’ya örnek olarak göstermeleri Kelâmi olarak aşırı yorumdur. Halife kavramı, sultanların kullandığı gibi Halefetullah olarak da kullanılmaz. Zira ancak kayıp olan veya ölen birinin halifesi olunabilir. Doğmamış ve doğrulmamış, ölümsüz olan Allah’ın halifesi olmaz.

Ş-V-R kökünden gelenler “İstişare, müşavere, meşure, meşvere”. Ama konunun nüanslarını ayrıştırma konusunda ya sessizlik ya laf kalabalığı/demagoji söz konusu olmuştur. Asırlardan bu yana şûrâ algısının sınırlı ve daraltılmış tanımlarıyla bu uygulamanın canlılığı kaybetmiş bulunuyoruz. Şûrâ, teşâvur, şâvir ve istişare kavramları üzerinde Türkiye’de en çok Said Nursinin durduğunu ve bu kavramlar arasındaki nüansları inceleyen Tevfik eş-Şavi’nin “Fıkhu’ş-Şûrâ ve’l İstişâre” kitabından örnekler veren Türkmen konuşmasını şöyle tamamladı:

Hem fikri beraberliklerimizde, aile ve sosyal ilişkilerimizde konunu tutarlı şekilde açıklanmasına ihtiyacımız var; hem dar ve geniş yönetim tarzlarımızda salatanat ve vasayet rejimleri ile yarı-ütopik demokrasi arasındaki sarkaçtan çıkış için vahiy ile gösterilen şûrâ uygulamasının ya da modelinin çağımız şartlarında işlevsel kılınmasına acil ihtiyacımız var. Bunun için de ilk olarak istişare ile şûrâ arasındaki farklılığın altını çizmeliyiz.

İslami Sabite Olarak Şûrâ

“Şûrâ ve benzeri ifadeler Kur’an’da hangi anlamda kullanılmıştır? Şûrâ’nın bağlayıcılığı ne idi, ne olmalıdır? Şûrâ’nın uygulaması nasıldı, şûrâ’ya ehliyet şartları neydi?” gibi başlıkları açan Türkmen; şûrâ, teşâvur ve şavir emrinin ne olduğunu açtı; bunların ikiden çok kişiyle yapılan meşveret boyutuna ve bağlayıcı hüküm çıkartma boyutuna işaret etti.

İstişâre’nin ise, müşavere ve istişara kökünden geldiğini, ama bir kimsenin bir konuya dair görüşünü istemek/almak anlamına geldiğini belirtti. İstişare fetva istemek gibi tekil bir işlem; müşavere de şûra veya şâvir hükmü ise ortak karara yönelik ilgililerin ortak karar süreçleriyle ilgili bir işlem olduğunu belirten Türkmen, şûrâ ile demokrasinin muhteva olarak farklılıklarına işaret etti. Demokrasinin sadece yalın bir yönetmem olarak değerlendirilemeyeceğini Batılı feylesoflardan aktardığı alıntılarla açıkladı.

Program karşılıklı soru-cevap ve müzakerelerle devam edip geç vakitlerde son buldu.

diyarbakir-panel4.jpg

diyarbakir-panel3.jpg

diyarbakir-panel2.jpg

diyarbakir-panel1.jpg

 

Önceki ve Sonraki Haberler