Özgür-Der panelinde depremin farklı boyutları konuşuldu

Özgür-Der panelinde depremin farklı boyutları konuşuldu

Özgür-Der’in bu seneki aylık paneller serisinin dördüncüsü “Deprem: Afet ve İbret” paneli, Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Rıdvan Kaya, Bekir Berat Özipek ve Ali Bulaç’ın konuşmacı olduğu panelin yöneticiliğini Ümit Kudbay yaptı.

Ümit Kudbay, yaşadığımız deprem hadisesinin pek çok sosyal ve siyasal sonuç doğurduğunu söyledi. Meseleyi farklı boyutlarıyla ele almak üzere bir araya gelindiğini belirten Kudbay sözü Rıdvan Kaya'ya devretti.

Kaya, 5 Şubat gecesi hepimizin ertesi güne dair çeşit hesapları ve planları olsa da bambaşka bir güne uyandığımızı vurgulayarak: "Çok büyük bir musibet yaşadık. Rabbimizin takdiri karşısında ne kadar zayıf ve aciz olduğumuzu görmüş olduk. Çaresizlik ve acziyet biz yaratılmışlar içindir. Rabbimizin takdiri söz konusu olduğunda bunu hissedebilmek bazılarının zannettiği gibi bir zayıflık değil bilakis erdemdir. Yaşananları hakkıyla değerlendirmemiz ve ibret almamız gerekiyor. 'Biz Allah içiniz dönüşümüz de O'nadır' bilinciyle hareket ederek her durumda hamd etmemiz lazım." diyerek sözlerine başladı.

Deprem hadisesinin hayatla ölüm arasındaki dengenin ne kadar hassas ve kırılgan olduğunu gösterdiğinin altını çizen Kaya: " Modern insan hayatı çeşitli şekillerde garanti altına alabileceğini düşünüyor. Tedbirler, sigortalar sonucu oluşturulan güven alanı içerisinde bize artık bir şey olmaz zannediliyor. Bunlar çoğu zaman müstağniliği besleyen ve teslimiyeti azaltan hareketler. Elbette tedbir alınması lazım ama bunu evhama dönüştürmemeli. Binaların sağlam olması gerekiyor ama dünyayı önceleyen bir şuurla hareket edildiğinde yaşanan hayat ruhsuz oluyor ve bu çok daha büyük bir yıkıma yol açıyor. Mutlaka evlerimizin, binalarımızın güçlendirilmesi ve onarılması gerekir ancak imanımızın, akidemizin güçlendirilmesi çok daha önemlidir.” dedi.

“Kemalizm yaşadığımız en büyük depremdir”

Deprem sonrası süreçte medyada boy gösteren kimi yazar ve bilim adamlarının tüm yaşananların kader inancından kaynaklandığını öne sürerek Müslümanları tahkir etmeye çalıştıklarını belirten Kaya, oysa kendilerinin kader inancından çok daha katı bir şekilde doğa kanunlarını akide haline getirdiklerini söyledi. Akıl ve bilim kutsayıcılığı yapanların toplumsal olaylarda hiç de akli davranmadıklarını, özellikle muhacirlere dönük komplo ve iftiralara kolayca kapıldıklarını vurgulayan Kaya bu çarpık zihinsel yaklaşıma yol açan Kemalizm’e işaret ederek şunları söyledi: “Bu ülkenin yaşadığı en büyük deprem Kemalizm’dir ve hala bu enkazın altında yaşıyoruz. Kemalizm’in yansımaları da ırkçı-faşist ve İslam düşmanı tutumlarda kendini gösteriyor. Muhacirlere dönük saldırılar sadece yanlış bilgilerden kaynaklanmıyor. Müslümanlara dönük bilinçli bir düşmanlık söz konusu. Örneğin deprem sürecinde yoğun bir seferberlik gösteren İHH gibi bir kuruluşun bu gayretleri perdelenebiliyor, üstelik yetim çocukları kaçıran bir örgüt gibi iftiraya maruz kalabiliyor.”

Yardım çalışmalarında dinamik bir güç olarak sahada olan İslami çevrelerin muhacirleri tahkir etmeye dönük yaygın zulme karşı aynı hassasiyeti ortaya koymaları gerektiğinin altını çizen Kaya sözlerini şu hadis-i şerifle sonlandırdı: “Her gelecek olan yakındır. Gelecek olan uzak yoktur. Allah hiç kimsenin acelesi için acele etmez. İnsanların işini basite almaz. İnsanların dilediği değil Allah’ın dilediği olur. Allah bir şey diler, insanlar başka bir şey. İnsanlar istemese de Allah’ın dediği olur. Allah’ın yakınlaştırdığını uzaklaştıracak, O'nun uzaklaştırdığını da yakınlaştıracak hiçbir şey yoktur. Allah’ın izni olmadan hiçbir şey olmaz.

67da8b8c-7c8b-44f6-b066-606dc09f10f7.jpg

“Yer kabuğunun ayırmadığını bizim de ayırmamamız gerekiyor”

Sonrasında söz alan Bekir Berat Özipek konuşmasına depremin Suriyeliler için neye tekabül ettiğine değinerek başladı. Halep ve Hatay’daki iki benzer yıkımı kıyaslayan Özipek: “Bunlardan birisi doğal bir afet diğeri ise yapay, biri yer kabuğunda meydana gelirken diğeri rejim tarafından gerçekleştirilmiş bir yıkım. Hangi afet daha kötüdür derseniz herhalde savaşın yol açtığı demek lazım. Çünkü deprem olursa evinizin yakınında bir çadırda yaşamaya devam edebilirsiniz ama felaketin faili devletse çadırda bile güvende değilsiniz demektir. Mültecilerin durumunu anlamak için buradan yola çıkılabilir.” dedi.

Kimi insanların bu tablo karşısında en temel insani mesajları çıkartmaktan bile geri durduklarını belirten Özipek, büyük felaketlerin sorgulamalara yol açması gerektiğini sözlerine ekledi.

Büyük acıların büyük anlamalara sebebiyet verebileceğini söyleyen Özipek sadece mültecilerin değil hepimizin dünya üzerindeki durumunu anlamamız için depremin bir imkân olduğunu belirtti: “Bu tarz felaketler insanın kendisi ve hayatın anlamı üzerine düşünmesine vesile olmalı. Afetten bambaşka bir insan olarak çıkmak mümkün. İnsanın tüm hayatının toz gibi dağılması asli olanı ortaya çıkartmalı. Deprem sadece imar, iskân, yapı denetim gibi meselelerde uyarıcı etki yapmakla kalmayıp bizi insanın hayattaki anlam ve amacına dair de sorgulamalara yöneltmeli.”

Deprem sonrası daha da belirginleşen ırkçı nefrete de değinen Özipek, iyiliğin olduğu kadar kötülüğün de uç örneklerine şahit olduğumuzu söyledi: “Arap olduğumuzu anlarlarsa bizi kurtarmaya gelmezler diye düşünen çocuklar ses çıkartmaktan korktular. Deprem kadar birilerinin bu korkuyu yaşaması da büyük bir yıkımdır. Bu korkunun yaşandığı bir toplumdaki konumumuzu sorgulayarak ahlaki bir bakış ortaya konması için neden bir şey yapmadığımızı düşünmemiz gerekir. Geçmişte de benzer örnekler vardı. Dili suçlaştıran bu zihniyetin aşılabildiğini söyleyebilir miyiz? Bu anlayışı mahkûm etmemiz gerekir.”

Depremin sığınmacılarla ilgili gerçeklerin görünmesine yol açabileceğini belirten Özipek, ahlakın en temel ilkesinin çiğnenerek Suriyelilerin kolektif suçlamalarla yağmacı olarak lanse edildiğini söyledi.

Suriyelilere dönük nefret suçlarına karşı ayrımcılık yasağının işletilmesi gerektiğini hatırlatan Özipek: “ Hukuki yöntemler devreye sokulmalı. Bariz şekilde işlenen, hatta kimi zaman kamu gücünü kullananlarca gerçekleştirilen bu nefret suçlarına karşı işletilmeyecekse ayrımcılık yasağının ne anlamı var? Kurtarma görevlisi, depremzede, kendi ailesini kurtarmaya çalışan mültecilerin bile maruz kaldığı korkunç bir şiddetten bahsediyoruz. Medya fenomenleri ön yargıları duyum gibi, duyumları da gerçekten yaşanmış gibi göstererek nefreti körüklüyorlar.” şeklinde konuştu.

Özipek, Göç İdaresince alınan bazı kararları da eleştirerek Suriyelilerin hareketini kısıtlayarak onları çaresiz bırakan uygulamalara da değindi: “ Seyretme stratejisine son vermek gerekiyor. 60 günlük bir serbestlikten bahsediliyor ama bu sürenin sonunda ne olacağı belirsiz.”

Son olarak sürekli nefret söylemleriyle muhatap olan Suriyelilerin özellikle deprem sonrasında yanlarında olmamızın lüzumunu hatırlatan Özipek: “Mülteciler acılarını çok sessiz yaşıyor. Onların yanında olduğumuzu hissettirmemiz gerekiyor. Ben sizi anlıyorum, burada yalnız değilsiniz demek bile onlar için çok şeyi değiştiriyor. Depremin yalnızca burada olmadığını Suriye’de de olduğunu hatırlamamız, yer kabuğunun ayırmadığını bizim de ayırmamamız gerekiyor.”

whatsapp-image-2023-03-11-at-8-49-32-pm.jpeg

“Tedbir alınmazsa tabiat olayı afete dönüşür”

Sonrasında söz alan Ali Bulaç ise depremin özellikle düşünce ve inanç dünyasındaki karşılıklarına değindiği konuşmasına şu sözlerle başladı: “Deprem hadisesi yaşananlar üzerinde Tanrı’nın ve insanın rolünü gündeme getirdi. Deprem, tabiatın kendisinin meydana getirdiği bir olay değil tabiatta meydana gelen bir olaydır. Söz konusu fiziki hareketler belli yasalara göre işlemektedir.”

Ardından sözü Tanrı-varlık ilişkisine getiren Bulaç; ateist, deist, panteist ve ilahi dinlerin varlığa ilişkin yaklaşımlarını ele aldı. Büyük Lizbon depremini örnek gösteren Bulaç, o tarihte kilisenin yaşananları toplumun günahlarına bağlamasına değinerek benzer yaklaşımları bugün savunan bazı Müslümanların da olduğunu söyledi.

Esasında depreme yaklaşımda iki uç yaklaşıma sahip olunduğunu söyleyen Bulaç, bir kesimin olanları tümüyle kaderci bir anlayışla ele alırken diğerlerinin ise pozitivist izahlarla açıkladıklarını belirterek konuşmasını sürdürdü: “Allah mutlak manada varlığa hakimdir. Tabiat için yasalar vazetmiştir. Bu yasalar çerçevesinde tedbir alınmazsa ortaya çıkan sonuç ilahi yasa gereğidir. Allah bizatihi bu ölüme sebep olmaz. Fay hattı üzerinde çürük malzeme ile ev yapanın ölmesi Allah’ın işleyen yasadır, takdiridir. Öldüren deprem değil depremin de tabi olduğu adetullahtır.”

Tevekkülün tedbirden sonra yapılması gerektiğini söyleyen Bulaç tevekkülün depremdeki karşılığının fay hattına bina yapmamak, malzemeden çalmamak, kat sayısında ölçülü olmak olduğunu belirtti. Depreme günahların sebebiyet verdiğini ama bu günahların sağlam olmayan yapılar inşa etmek, kolon kesmek vb. olduğunu da sözlerine ekledi.

“Tedbir alınmazsa tabiat olayı afete dönüşür.” diyen Bulaç, deprem ceza mı sorusuna ise: “Hukuk kanunlarına uymamak nasıl cezaya tabi ise doğanın varoluşunu sürdürdüğü yasaları ihlal edenler de tabiattan şiddetli bir karşılık görmektedirler.” cevabını verdi.

Sözlerini depremden çıkartılması gereken ibret değinerek sonlandıran Bulaç: “ Modern paradigma matematiksel bir kesinliğe dayanıyor. Deprem bu rasyonel kesinliği yerle bir etti. Gece zengin olarak uyuyanlar sabah bir anda yoksul hale düştüler. Bundan ders çıkartmamız ve acizliğimizin farkına varmamız gerekiyor. Saniyeler içerisinde on binlerce kişinin mülteci konumuna düştüğünü hatırdan çıkartmayalım. Yeryüzü Allah’ındır, mazlum ve muhtaç tüm insanlara kucak açmamız gerekir.” dedi.

whatsapp-image-2023-03-11-at-8-49-47-pm.jpeg

Panel katılımcıların sorularının cevaplandırılmasıyla sona erdi.

0a89d81e-fbbe-4ddf-8a50-dbc9f4bb5a1d.jpg

whatsapp-image-2023-03-11-at-8-50-33-pm.jpeg

whatsapp-image-2023-03-11-at-8-50-45-pm.jpeg

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler