Özgür-Der Panelinde Sivil Toplumculuk Tartışıldı

Özgür-Der Panelinde Sivil Toplumculuk Tartışıldı

Özgür-Der’in her ayın son haftasında Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde düzenlediği ve Aşılması Gereken Zaaflarımız ana başlığını taşıyan Aylık Panel’lerin üçüncüsü 26 Aralık Çarşamba akşamı yapıldı.

Özgür-Der'in her ayın son haftasında Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde düzenlediği ve Aşılması Gereken Zaaflarımız ana başlığını taşıyan Aylık Panel'lerin üçüncüsü 26 Aralık Çarşamba akşamı yapıldı. 'Devrimci Perspektif Eksikliği' bağlamında 'Sivil Toplumculuk'un tartışıldığı Panel'in oturum başkanı M. Alagöz, konuşmacılarıysa A.Arslan ve H.Şekerci idi.

Sunumuna 'sivil toplum' ve 'sivil toplumculuk'un nasıl anlaşılması gerektiği sorusuyla başlayan Alagöz, konunun anlaşılmasında 'sivil', 'toplum' ve 'örgüt' kavramlarının anahtar rolünün anlaşılması gerektiğini söyledi. Bunların anlamlarını üzerinde kısaca durduktan sonra Alagöz, Sivil Toplum ve Sivil Toplum Örgütçülük'ün günümüzde neo-liberal paradigma tarafından şekillendirildiğini, bu paradigmanın ideolojik bir zeminde kendisine muhalif gördüğü bütün kimlikleri, özellikle de İslam'ı Sivil Toplum ve Örgütçülüğü üzerinden dönüştürmek istediği tespitini yaptı. Bu durumu belirttikten sonra Alagöz, sivil toplum örgütlerinin yine de bir imkan olarak algılanması ve muhaliflerin de bu imkanı kullanması gerçekliğinden hareketle sivil toplum örgütlerini üçe bölmemiz gerektiğini belirterek bunları şöyle sıraladı: 1) Sistem ile doğrudan ilgisi olmayan veya siyasi bir misyona sahip olmayanlar, 2) Sistemin yedeğinde olup onun tarafından kullanılanlar, 3) ve Muhalif karakter taşıyanlar.

Bunlar üzerinde kısaca duran Alagöz ikincisi bağlamında Türkiye pratiğininden örnekler vererek 'Genç Subaylar'dan 'Genç Siviller'e geçişlerin sağlandığını belirtti ve Sistemin Sivil toplum örgütçülüğünü teşhir etti. Üçüncü bağlamında da Müslümanların durumunu değerlendiren Alagöz, S.T.K' ın kulağa hoş gelen tanımlarının Müslümanları da etkisi altına aldığını, bu konuda vasat bir tutumun geliştirilemediğini, çok çabuk ifrat ve tefrite düşüldüğünü belirterek buna demokrasinin tartışılması yerine 'İslam demokrasisi' vb. kavramların üretilmesi örneğini verdi. Konunun bu boyutta önemini ortaya koyduktan sonra Sivil toplum ve sivil toplum örgütçülüğünün neye tekabül ettiğini ve Müslümanların nasıl bir ilkesel zeminde yaklaşmaları gerektiği hususlarını değerlendirmek üzere sözü konuşmacılara verdi.

Konuşmacıların birincisi A. Arslan tebliğine konunun önemini vurgulayarak başladı. Konuyu bugünden düne doğru tümdengelimci bir yöntemle ele alan Arslan, meselenin köklü bir yapısının bulunduğunu, Batının tarihsel gelişim sürecinin mutlaka göz önünde bulundurulmasının gerektiğini belirterek, gelinen aşamada Sivil toplum ve S.T.K'ı da biçimlendiren neo-liberal bir ideolojinin olduğunu, bunun da arkasında post-modern bir paradigmanın  bulunduğunu söyledi ve bunun paradigmamızı tehdit ettiğini belirtti. Konuyu post-modern paradigma, neo-liberal durum, Müslümanlara etkisi ve kısmen de Batı tarihi ekseninde değerlendiren konuşmacının ilgili bağlamlarda şu tespitleri dikkat çekti:

Batılı Toplumlarda Mahiyet Bakımından Bir Değişim Yaşanmaktadır.

Batılı toplumlarda bu mahiyet değişiminin niceliksel değil, niteliksel bir yapıda olduğunu belirten konuşmacı, bunun önemsenmesi gerektiğini, çünkü bu durumun kendisiyle birlikte her şeyi yeniden tanımlayıp dönüştürmeye matuf olduğunu söyledi. Müslümanlar açısından bir tehdit olarak saptadığı bu olgunun Batı toplumlarında özellikle de üç alanın işleyişinde söz konusu olduğunu hatırlatarak bunları 1) toplumsal yapı ve işleyişte değişim, 2) siyasi yapı ve işleyişte değişim ve 3) iktisadi yapı ve işleyişte değişim, olarak saptadı. Bunlara ulus-devlet formunun çatırdaması, temsilî demokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş, toplumun sivilleşmesi örneklerini veren Arslan, " Klasik biçimde bir demokrasi, kapitalist iktisat, toplum, ulus-devlet, iktidar vb. artık yok. Karşımızda şuan bütün bunları yeniden ve daha karmaşık biçimlerde inşaya yönelen bir neo-liberalizm bulunmakta", dedi. Sivil toplum ve S.T.K. da bu mahiyet değişimi kapsamında değerlendiren Arslan, süreci anlamamız ve aşmamız için mutlaka klasik kalıplardan zihnimizi özgürleştirmemiz gerektiğini belirterek, bunu başardığımızda Batı hegemonyasının çatırdadığı bu süreci lehimize dönüştürmemizin de mümkün olabileceğini söyledi.

Mahiyete dönük bu değişimin Batı toplumlarını getirdiği noktanın felsefik yapısını da irdeleyen Arslan, post-modern göreliliğe dikkat çekerek "kalkınma/ilerleme hedef ve istikameti üzerinden gelecek belirleme de dahil olmak üzere hiçbir tür belirliliğin post-modern dünyada yeri yok. Çünkü bu paradigma her alanı kuşatan mutlak bir belirsizliği ön görmekte ve bu özelliği sonucu pozitivizm dahil bütün klasik kalıpları anlam değişimine uğratmaktadır".  Bu belirlemeden hareketle post-modern paradigmanın sivil toplum olgusuna yaklaşımını değerlendirmeye geçen Arslan, bunun karşısında Müslümanların tutumunun ne olması gerektiğini saptamaya çalıştı. Bu bağlamda "post-modern dünyada kendimizi nasıl bir sosyal form ile geleceğe taşıyacağız?" sorusunu sormanın önemine değinen konuşmacı " geleceğe dönük nasıl bir insan, nasıl bir toplum sorularını sormak post-modernizm tarafından  totalitarizm olarak karşılanır. Çünkü geleceği kestirmeye, belirlemeye dönük ve temelci-özcü felsefelere dayalı her tür kalkış egemen paradigma tarafından mahkum edilmekte. (…) Geleceğe dönük nasıl bir sosyal form, post-modernizmin kabul edeceği bir önerme değil. Post-modernizmde sivil toplum geçici olanı, an-zaman içindekini ifade eder", dedi. Post-modern paradigmanın yeniden biçimlendirdiği mevcut sivil toplum'a med-cezir örneğini veren Arslan, günümüz sivil toplumculuğunun bu örnekte ifadesini bulduğunu söyledi. Günümüz sivil toplum tasarımında içkin olan bu paradigmayı içselleştirdikleri takdirde Müslümanların azim bir cinayet işleyeceğini belirten Arslan, post-modern sivil toplumun doğasını şu şekilde özetledi:

a). Birlikteliğin nihai amaç barındırmaması ve kalıcılıktan yoksunluğu:

"Sivil toplumun nihai amacı yok. Bunu yüklenmek paradigmasına aykırı. Gönüllülük onun sadece bir yönünü yansıtır. Üyelerinin çıkarlarını korumaya ve onları bir arada tutmaya çalışır. Kalıcılıktan yoksun geçici bir birlikteliği öngörür. Kurallara bağlamaya kalkıştığınızda post-modern tanımı aşınır." Sosyal bağlar/ilişkiler ve birlikteliğe yüklenen anlam perspektifiyle sivil toplumun rasyonel, seküler, salt bu dünyacı olduğunu belirten Arslan, oysa İslam'da bunların salt burada bitmeyeceğini, ahrete dönük belirleyici bir boyut içerdiğini, akibeti etkiler nitelik taşıdığını, birliktelik içinde olanların birbirlerine şahitlik de yapacaklarını ve bunun apayrı bir sosyal eylem biçimi olduğunu söyledi.

b). Ontolojik bütünlükten yoksunluk:

"Sivil toplum tasarımında bütünlüklü bir ontolojik alanı yok. Parçalanmış ontolojik alanın küçük unsurlarına dayanır. Post-modern paradigma ve düzen de bu parçalanma düşünceden toplum yapısına değin her alanı kuşatmış."

c). Rölativist olması:

Pozitivizme karşı tepki zemininden hareket eden rölativizmin post-modern paradigmada sivil toplum tasarımını da içerecek bir yapı ve kuşatıcılıkta olduğunu söyleyen Arslan şunları belirtti: "izafiyet teori/ görelilik temeline oturuyor.. Ezelî-ebedî doğrudan söz etmeyi totalitarizm olarak karşılıyor. 'Üç dakikadan fazla süren hiç bir şey gerçek değildir' diyor."

Post-modern sivil toplum tasarımının doğasını böylece tespit ettikten sonra Arslan, onun bir toplum tasarımını öngördüğünün belirterek bu konuda 'din yerine salt insan haklarına dayalı bir toplumsal ve siyasal bütünleşme sağlanabilir mi?'  sorusunun tartışma konusu olduğunu, seküler tasarımın dine alternatiflik iddiasında olduğunu ve bunu olumlayanların liberal diye tanımlandığını söyledi. Klasik sosyal teorinin yıkıldığını da hatırlatan  ve sivil topluma yaklaşımda onda içkin olan bu neo-liberal post-modern paradigmanın dikkate alınması gerektiğini söyleyen Arslan, Sivil toplumun bu yönüyle her şeyi izafî ve anlık kılmaya matuf olduğunu ve dolayısıyla sosyal ilişkilerimizi, cemaat yapımızı ve siyaset anlayışımızı dönüştürür nitelikte olduğunu belirttikten sonra "Sivil toplum nasıl bir birliktelik biçimi? Müslümanlar için adalet, modernistler için eşitlik içeriyor mu? Eşitlik ideolojisi bu perspektifte aşınmıştır. Artık liberal değil, neo-liberal bir ideolojiyle karşı karşıyayız", dedi.

Son olarak Sivil toplumun kavram ve olgu olarak tarihsel gelişim sürecine de kısaca değindi ve siyasal-sosyal, kamusal-özel alanların ayrımına dikkat çekerek, özel ve kamusal alanlar için ayrı iki ahlak biçiminin de öngörüldüğü ve bunun şizofrenik ve ikiyüzlü bir kimlik ve kişiliğin gelişimine sebep olduğunu, Batılı teorinin bizi de aslında sivil toplum aracılığıyla bu forma çekmek/dönüştürmek istediğini ve dolayısıyla sivil toplum ve S.T.K. yaklaşım da bunları dikkate almamız gerektiği belirterek teyakküz çağrısı yaptı. Ve mücadelede vakıf-dernek gibi sivil toplum formlarının olmazsa olmaz mesabesine getirilmesinin asıl sorun olduğunu, olması gerekenin ise bunların ilkelerimiz ekseninde araç konumuna oturtmak olduğunu söyleyerek konuşmasını tamamladı.

 İkinci konuşmacı olarak sözü alan H. Şekerci sunumuna Sivil toplum konusunun Batının oluşum, gelişim süreci ve küresel sistemin mevcut işleyiş biçimini kavrama konusunda da temel bir kod olduğu tespitiyle başladı. Sivilleşmenin veya sivil toplum olmanın toplum sözleşmesi temelinde geliştiğini ve bunun süreç medenileşmenin temel ölçütü olarak dayatıldığı söyleyen Şekerci konunun reel olarak işlevini tespit etmek üzere Batıda mevcut durum, Ortadoğu ve Türkiye'ye yansıma biçimi, muhaliflerin yaklaşımı ve Müslümanların durumu ekseninde değerlendirdi.

Konuya dair literatürün neo-liberal bir çerçevede oluşup şekillendiğini belirten Şekerci, bunun da devletin ideolojiye göre düzenlenmemesi, muhaliflerin kendisini ifade ve örgütleme hakkı, çokkültürlülük vb. içerdiğini söyledi. Bunun batılı tarihi gelişim sürecinde ayrıca temsili demokrasinin tıkamasına karşı alternatif arayışları da barındırdığını belirten konuşmacı, konunun Batının tarihsel gelişim süreci içerisinde insan hakları, demokratikleşme gibi bir bağlamının da olduğu tespitini yaptı. Sivil toplumun bu bağlamda devlet ile araya mesafe koyma arayışını, finansal ve daha bir çok alanda ondan kopmayı, iktidarın dışlanmasını ve bu şekilde muhalif bir tutumu da içerisinde barındırdığını belirterek, sivil toplumun doğasında ayrıca bireyin mutlak özgürlüğünü sağlama arayışının da bulunduğunu ve ne toplumun, ne devletin, ne de sivil toplum örgütü/veya grubun birey üzerinde hiçbir şekilde baskı kurmaması ölçütünün de bulunduğunu belirtti.

Ortadoğu ve Türkiye'de köklü Batılı gelişim sürecine karşıt olarak bu sürecin devlet tarafından dikte edildiğini belirten Şekerci, bu hususta Türkiye'de insan hakları alanında ilk sivil toplum örgütünün M.C.'nin baskısıyla 1946 yılında kurulduğunu ve bunun başına da Asker bürokrasiden M. Fevzi Çakmak'ın getirilmesi örneğini verdi. Bu örnekten hareketle Sivil toplum kuruluşlarının ve insan hakları gibi liberal değerlerin sistem tarafından bir manipülasyon aracı olarak görüldüğü tespitini yapan konuşmacı, buna Türkiye pratiğinden örnekler vererek bu durum sonucunda 'Majestelerinin STK.ları' kavramsallaştırmasının oluştuğunu söyledi.

Muhalifler açısından Türkiye'deki gelişimin yeni olduğunu söyleyen Şekerci, bu konuda da Türkiye'deki Sol ve İslami gelişim süreçlerini değerlendirdi. 1990'dan itibaren Müslüman mahallede S.T.K.yönünde yönelimlerin hızlandığını belirten konuşmacı, bu süreçte 1793 S.T.K.'un oluştuğunu ve bunların 1147'sinin 1980 sonrasına denk geldiğini söyledi. Bununla birlikte 28 Şubat sürecindeyse bu Kuruluşların büyük bir çoğunluğunun üzerinden tankların geçirtilerek işlevsiz kılındığını belirtti.

Sivil toplum örgütlerinin mücadelenin bir aracı olarak kullanılması konusunda muhalifler arasında ciddi kaygıların da bulunduğunu belirten Şekerci, SOROS'un finansesiyle gerçekleştirilen devrimlerin şüphelerin oluşum zeminini sağladığını ve Avrupa'dan gelen fonların da Sivil toplum örgütlerine karşı olan kuşkuları arttırdığı söyledi. Emperyalizmin kaba kuvvetle giremediği yerlere, S.T.K.ı yedeğine alarak girdiğini de belirten konuşmacı, bunun 'insan hakları emperyalizmi' olarak kavramsallaştırıldığı söyledi. Muhalifler tarafından öne sürülen diğer bazı itirazların da sivil toplum örgütünün Batılı formuna girildiğinde bunun bizi değiştirip dönüştüreceği ve liberalizme eklemleyeceği olarak belirten konuşmacı, ABD ve Avrupa finansmanları ve AK-Parti üzerinden iktidara eklemlenme örneklerinin özellikle bu endişeleri arttığını ve çoğu muhalif kesim nezdinde Sivil toplum örgütü formuyla Hükümet dışı ve muhalif kalma ihtimalini şüpheli hale getirdiğini, iktidar oyunun bir parçası olma endişesini derinleştirdiğini belirterek bu endişe ve kaygıların büyük bir çoğunluğunu haklı olarak değerlendirdi ancak bunun varılacak mutlak ve zorunlu bir nokta olarak sunulmasını da bir yanlış olarak saptadı.

Nasıl yaklaşılması gerektiğini de gündemleştiren Şekerci, vakıf-dernek gibi Sivil toplum örgütü formlarının aynı zamanda bir nefes alma işlevini gördüklerini, mücadelenin ilkelerine bağlı kalındığı sürece araç olarak kullanılması gerektiğini belirterek; Türkiye ve Ortadoğu konjonktüründe Müslümanların durumlarından örnekler verdi. Bu bağlamda sivil toplum örgütü ile sivil toplum örgütçülüğü birbirinden ayırmamız gerektiğinin öneminin altını çizen Şekerci, "aslolan güç odaklarına biat etmeden oluşacak bir yapılaşma modelini ortaya koymamızdır" dedi. Mevcut durumuna ilişkin yanlışları da irdeleyen Şekerci bu meyanda gönüllü birliktelik modeline karşı profesyonelleşme arayışları, sivil toplum örgütlerini vazgeçilmez bir araç olarak algılama, mücadeleyi sivil toplum modeli formu üzerinden tek bir alana sığdırma gibi örnekleri verdi ve bunları temel sapma unsurları olarak zikr etti. 28 Şubat sürecinin bu konuda bir kırılma noktası olduğunu belirten Şekerci, gelinen süreçte İslami camia içerisinde birçok kesimin ideal ve ilkelerinden vazgeçerek dernekçilik, vakıfçılık, sivil toplum örgütçülüğü yapar duruma geldiklerini ve bunların büyük bir çoğunluğunun Ak-Parti üzerinden sisteme eklemlendiğini belirtti. Geleneksel cemaat kesimlerinin de aslında bütün iddiaların aksine siyaset dışı kalamayacaklarını, çünkü bunların da birer oy deposu işlevini gördüklerini belirten Şekerci, ancak ideallerimize, ilkelerimize bağlı kaldığımız oranda sivil toplum örgütü gibi araçların mücadelemizde fonksiyonel olabileceğini söyledi.

Son olarak yardım, eğitim gibi olgulara kilitlenerek İslami mücadeleyi dar alanlar ile sınırlayan kesimleri de değerlendiren Şekerci, sadece yardım faaliyetinin ve sistemin bıraktığı bazı boşlukları kapama yönündeki çabaların aslında depolitizasyon sürecini derinleştirdiğini belirterek salt yardım, eğitim ve hatta başörtüsünün her an sivil toplum örgütçülüğü noktasına vardırmaya teşne olduğunu söyledi. Bu konuda 'bir araç olarak sivil toplum belirleyici bir amaca dönüştüğünde sivil toplum örgütçülüğe dönüşür' belirlemesini yapan Şekerci, "yoksulların karınlarını doyururken onları açlığa sürükleyen sistemlere tavır almayan bir örgütlenme biçimi sivil toplum örgütçülüğüdür" dedi. Bu pozisyona sürükleyen bir faktör olarak iktidardan ve emperyalizmden uzak alan yaratma eğiliminin başat bir sebep oluşturduğu tespitini yapan Şekerci, bunun mümkün olmayacağının altını çizdi. Sorunun hayır kurumları ya da yardımın kendisi olmadığını, bunun etrafında oluşan aktivitenin bir çok açıdan hayırlara matuf olduğunu da belirten Şekerci, bu tarz çabaların kuşatılması ve teşvik edilmesi gerektiğini ancak bununla birlikte mücadelenin bütünselliğini gözetmenin de sürekliği hatırlatılması gerektiğini belirtti.

         Konuşmasının sonunda 'nasıl bir hareket metodu' sorusunun aslında merkezi önemde olduğunu ve dolayısıyla bütün sorunların da bu noktaya dayandığını belirten Şekerci, bu çerçevede fıkıh algısının darlığı, vakıayı bir bütün kavrayamama sorunlarına dikkat çekerek temel sorunun bu zihinsel yetersizlikten kaynaklandığını ve dolayısıyla bunun aşılması için Rasülullah'ın  siyerinin iyi fıkh edilmesi ve buradan elde edilecek birikimin vakıayla irtibatlandırılarak tutarlı içtihatlara dönüştürülmesi gerektiğini söyledi. Bu donanımla sorunları aşabileceğimizin altını çizen Şekerci, sivil toplum örgütü gibi sistem içi araçlara da bu alt yapıdan hareketle bakmamız gerektiğini belirterek onun içerdiği bütün risklere karşın yine de bir araç olduğu ve ilkelerimize hizmet ettiği oranda işlevsel olacağını söyledi. Şekerci konuşmasını şu vurguyla bitirdi: "sivil toplum kuruluşları gibi sistem içi araçlar mücadele zeminimizi güçlendirme, taleplerimizi yükseltmenin araçlarıdır. Bunun ötesine çıktığındaysa hiçbir fonksiyonu kalmaz!".

Şekerci'nin sunumunun ardından dinleyicilerden gelen soruların her iki konuşmacı tarafından cevaplanmasından sonra Panel sona erdi.

Diğer Haberler
Resmi Törenleri BOYKOT ÇAĞRISI
Tevhidi Uyanış ve Arınma Süreci Paneli Yapıldı
Alternatif Eğitim Dersleri'nde Önemli Bilgiler
AYM'nin Gerekçeli Kararına Beyazıt'ta Protesto
İstanbul'da Alternatif Eğitim Dersleri Başladı
Beyazıt'ta Ergenekon ve Genelkurmay'a Protesto
Özgür-Der, 19 Ekim'de Beyazıt Meydanı'na Çağırıyor
Özgür-Der, Ergenekon Davasına Dikkat Çekiyor!
Alternatif Eğitim Dersleri Başlıyor
Hamaset ve Tehditle Gerçekleri Örtemezsiniz!
Cezaevindeki Cinayetin Sorumluları Yargılansın!
Kan Siyasetine ve Şiddet Çağrılarına Son!
Özgür-Der 'de Bayramlaşma Sevinci
Bayramlarımız Gibi Hayatlarımız da Mübarek Olsun!
"Başörtüsü Mücadelesinden Vazgeçmeyeceğiz!"
Kudüs Günü'nde Kudüs'e Ahdimizi Yineledik!
Kemalist İdeoloji ve TSK'nın Kapıkulu Olmayacağız!
Genelkurmay "Yazılacak" Dedi: "Yaz!"
"Eğitimde Atatürkçülük Dayatmasına Son!"
Akreditasyon Saçmalığına Tümden Son Verilmeli!
Özgür-Der: Ortak Askeri Tatbikatı Lanetliyoruz!
Fatih'te Eylem: "Militarizme Boyun Eğmeyeceğiz!"
Özgür-Der: Çete Ziyareti Darbeciliğin Teşvikidir!
Özgür-Der'den Ramazan'da Direniş Çağrısı
Özgür-Der: "Keyfi Gözaltılara Son Verilsin!"
Özgür-Der: "Ergenekoncular Hapiste Ama..."
Özgür-Der: "Osman Paksüt İstifa Etmeli!"
"ABD Söz Konusu Olunca Montrö Teferruat mı?"
Cami Derneklerinin Gelirleri Gasp Ediliyor!
"Yitirilen Sadece Canlar Değil; İnsanlıktır!"
Rektör Atamalarında Özgürlükçüler Tercih Edilmeli!
Özgür-Der'den Başsağlığı ve Fırsatçılara Kınama
AYM Kararı: Laiklik Sopası Siyasetin Tepesinde!
"Güngören Saldırısı Kirli Savaşın Gerçek Yüzüdür!"
Özgür-Der'den Hayat TV Sansürüne Kınama
Özgür-Der: Hizbullah'ı Tebrik Ediyoruz!
Özgür-Der: Eylem Birlikteliklerinde Ölçümüz!
"Darbecilerin Avukatları Artık Susacaklar mı?"
Özgür-Der: İşbirlikçiler de Hesap Vermelidir
Yalova Termal'daki Özgür-Der Kampı
"Genelkurmay Cumhuriyeti"nin İfşası!
ÖZGÜR-DER NEDİR?
Özgür-Der: "Vakit'i Susturma Çabasını Kınıyoruz!"
Özgür-Der'in Aylık Panellerin Sonuncusu Yapıldı
SORUŞTURMA: Medya lincine yasal kılıf!
Resmi ideoloji ve medya lincine hayır!
Özgür Çocuk Kulübü Yıl Sonu Etkinliği
Başörtüsü Düşmanları Protesto Edildi (İST.)
Kararı Protestoya Davet
Fıtratı, hukuku, İslam'ı ezip geçmeyin!

Önceki ve Sonraki Haberler