Özgür-Der Seminerlerinde 18. Hafta

Özgür-Der Seminerlerinde 18. Hafta

İmtihan Kavramı ve Hira-Sebat Dergileri Seminerleri... Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği Özgür-Der’in haftalık Alternatif Eğitim Seminerleri devam ediyor.

Özgür-Der Genel Merkezi tarafından her hafta Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde iki ders halinde düzenlenen seminerlerin bu haftaki konukları Ali Rıza Gökçe ve Musa Üzer idi. "Ayetler Işığında Hayat Dersleri" konulu birinci ders bağlamında Ali Rıza Gökçe "İmtihan Aracı Olarak Yakınlar ve Mallar" konulu bir sunum yaparken "1980-2000 Arası Türkiye'de İslami Dergiler ve Etkileri" konulu ikinci ders başlığı altında da Musa Üzer bu hafta "Hira" ve "Sebat" dergileri konulu bir sunum gerçekleştirdi.

İmtihan Aracı Olarak Yakınlar ve Mallar

İlk olarak söz alan Ali Rıza Gökçe Tevbe Sûresi'nin 24. Ayetinden hareketle mü'minlerin imtihan olgusunu ve bunun birer enstrümanı olarak mala ve yakınlara karşı yaklaşım ölçülerini irdeledi. Konuyu öncelikle ilgili ayetin sibak-siyakı ile irtibatlandıran Gökçe, müteakiben Tevbe Sûresi'nin nüzul ortamı hakkında bilgiler verdikten sonra ayetteki anahtar terimler olan fısk, mal ve yakınlara yaklaşım ölçüsü, Allah yolunda cihad ve Rasul'e itaat kavramlarını imtihanla irtibatlandırarak Kur'an bütünlüğündeki kullanım alanlarını saptamaya çalıştı.

*Fısk/Fasık kavramları: Fısk ve fasık kavramlarının lügat karşılıklarını irdeledikten sonra terimlerin ıstılahi anlamlarını aktaran Gökçe özet olarak şunları söyledi: "Hem iman edip hem de imandan oluşması gereken amellerin önüne zaaflı, erteleyici eylemler  koymak insanı   fasıklığa götürür… Allah'ın emir ve yasaklarını uygulamada gevşek davranan insanların  süreç içerisinde fıska sürüklenme riski oluşacaktır. Küçük zafiyetler birleşerek büyüyüp bütünü bozacak kıvama ulaşabilir. Fasıklık insanı din dairesinin dışına taşır."

* İmtihan aracı olarak Akraba/Yakınlar olgusu: "Kur'anda akraba olgusu ile ilgili ayetleri incelediğimizde, belirgin bir biçimde, Rabbimizin akrabalık ilişkilerini önemsediğini ve akrabaları birbirine karşı sorumlu tuttuğunu görüyoruz." diyen Gökçe, müteakiben akrabalık olgusunu "Anne-babaya karşı sorumluluk" ve "Genel akrabalık sorumluluğu" şeklinde ikiye ayırarak açılımlarda bulundu. Yakın-uzak akrabayla ilişkilerin ölçüsünü de irdeleyen Gökçe özet olarak şunları söyledi: "Rabbimiz anne ve babaya karşı bizleri sorumlu tutmaktadır. Öf bile demeden ve Rabbimize şükrettiğimiz gibi onlara da teşekkür etmemizi tavsiye ediyor. Yüce yaratıcımız, Rablık sıfatının bazı özelliklerini  anne-baba olma fıtratının gereği kılmıştır. Fıtratı gereği anne-babalar bebeklik döneminde zayıf ve bakıma ihtiyacı olduğunda çocuklarına nasıl sevgi ve şevkat gösterdiyse evlatlar da  zayıflık döneminde aynı şekilde onlara teveccüh göstermelidir. Gönüllerini hoşnut etmelidir. Rabbimiz kendisine karşı savaş açmadığı sürece anne-babaya itaat etmeyi kesintisiz olarak tavsiye ediyor.

"İnsanların hem neşeli hem de kederli günleri olmaktadır. Rahat veya  dar  sıkıntılı günleri olmaktadır. Doğumu, düğünü, bayramı olduğu gibi, hastalıklı, borçlu ve cenazesi olduğu günler de olmaktadır. Böyle kritik günlerde insan çevresinde kendisine el uzatacak birilerine ihtiyaç hisseder. Teamüller gereği onun bu ihtiyacına da çevresindeki yakın akrabaları cevap vermeye çalışır... Akrabaya karşı sorumluluk sınırı, Allah'a karşı gelene kadardır. Dinine  karşı mücadele veren cehennem ehli olduğu belli olan akrabalara iyi temennilerde bulunmak dahi hoş karşılanmamıştır.  Mü'minlerin bu konuda duygularını kontrol altına alması, zaaf  göstermemesi gerekmektedir. İslam tarihinde bu konuda yaşanmış Hz Osman örneği ibret alınacak bir durumdur."

*İmtihan aracı olarak Malın Saptırıcılığı olgusu:  Mala düşkünlüğün fıtri bir özellik olduğunu kaydeden Gökçe, bunun ölçüsü doğru tayin edilmediğinde ve aslında bir emanet ve imtihan aracı olan malın doğru harcanmadığında insanı sürükleyeceği ebedi hüsrana dikkat çekerek şunları kaydetti: "İnsan yaşamını dünya ve ahiret  hayatı diye ayırmak seküler bir yaklaşımdır. Seküler dünya görüşününde ahiret kaygısı yoktur. Bütün sistemini dünyadaki varlığının devamı üzerine kurar. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışır ve dünya için yaşar. Kapitalist yaşam biçimi ve dünya görüşü insanı tüketim kültürünün objesi haline getirmeye çalışmaktadır. Birinci sınıf dünyalar oluşturmak ve yaşamak gibi hedeflerle insanın bilinçaltını iğdiş etmektedir. Bir Müslüman için hayatı dünya ve ahiret diye bölmek söz konusu olamaz. Dünya ve ahret kavramları insan yaşamının iki ayrı boyutunu ifade etmektedir... Bir Müslüman hem dünyada hem ahirette iyiliği aramakla mükelleftir. Ne kapitalistler gibi sadece dünya için ne de mistikler gibi  ahiret için yaşamak anlayışı Müslümanlar için uygun değildir. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da ölçülü ve dengeli olmak zorundayız... Yaratılışta insanoğlunun doğasına iyi ve kötü birlikte verilmiştir. İnsanlar bu sınav dünyasında kötü eğilimleri bastırıp terbiye etmeyi başardığı ve iyi eğilimleri ön plana çıkarıp yaşamlaştırdığı ölçüde sınavı başarabilecektir...  Bugün kapitalist dünya insanoğlunun mal edinme, mesken edinme, finans biriktirme ve şehevi arzulara karşı zafiyeti olduğunu tespit etmiş ve bütün politikalarını bunlar üzerinden kurgulamaktadır. Modern hayatın günlük yaşantıda hazırladığı tuzaklar şeytana bile taş çıkartacak türdendir."

Sonuç olarak kurtuluşun ancak Allah ve Rasulü'ne tam bir bağlılık ve itaatten geçtiğinin altını çizen Gökçe, bunun da İslam uğruna cihadı her şeyden evla tutmak, vahye tutunarak Rasul'ün örnekliğini tanıklaştırmayı gerektirdiğini söyledi.

Gökçe sunumunu şu vurguyla tamamladı: "İnananların sorumluluğu bütün tuzakları aşıp Allah'ın emrettiği şekilde kazandığı malı Allah yolunda harcayıp arınarak kurtuluşa ermektir."    

Hira ve Sebat Dergileri

İkinci ders bağlamında Musa Üzer, Hira ve Sebat dergilerini konu alan bir sunum gerçekleştirdi.

"Türkiye'de İslami çalışmalara katılım noktasında duyarlılığın en üst noktalarda olduğu bölge Doğu ve Güneydoğu olmasına rağmen yayıncılık alanında ise bu durumun tam tersi yaşandı." diyerek sözlerine başlayan Üzer, bunun nedenlerini kısaca analiz etmeye müteakip Hira Dergisi'nin öyküsü ve yayın misyonu konusunda dinleyicileri bilgilendirdi.

*Hira Dergisi: Derginin 1992-1994 yılları arasında Diyarbakır'da çıkartıldığını belirten Üzer, dergi çıkaranlarının Menzil Kitabevi etrafında toplandıkları için Menzilciler olarak tanımlandıklarını ve kamuoyunda da böyle tanındıklarını söyledi.  

Birinci sayıda yayınlanan Başlarken yazısından hareketle derginin yayın amacı ve misyonunu kendi dilinden aktaran Üzer, Menzil ekibinin dergiyi yaşanan kültürel boşluğu doldurmanın ilahi bir görev olduğu bilinciyle çıkarttıklarını kaydetti. Derginin büyük oranda üniversite öğrencilerinin yazınsal katkılarıyla çıkarıldığını belirten Üzer, merkezinin Diyarbakır olduğunu ancak derginin başta bölgesel şartlar olmak üzere imkân kıtlığı vb. nedenlerle düzenli periyotlarda çıkamadığını ifade etti.

Hira Dergisi, Doğudaki Teorik Birikim ile Pratik Tecrübeyi Birlikte Paylaşıma Açmayı Amaçladı

Derginin misyonunu ve gelişim seyrini irdeleyen Üzer özetle şunları kaydetti: "Yazar kadrosunun tamamı Diyarbakır ve bölgede yaşayan Müslümanlardan oluşuyordu. M. Güzelsoy ve F. Güngör, birikime sahip olmalarına rağmen Hira Dergisi çıkana kadar sadece Tevhid Dergisi'nde bir iki yazı yazmışlar. Ama Hira ile birlikte sürekli yazmaya başlıyorlar... Hira Dergisi siyasi ve kültürel bir dergi. Doğudaki teorik birikimle pratik tecrübeyi birlikte paylaşıma açmayı hedefliyor. Ancak derginin çıkışından yaklaşık bir yıl sonra bölgedeki var olan gerginliklerin fiziki ve fiili bir çatışma sürecine girmesi, Hira'nın misyonunda değişikliğe yol açıyor. Gelişmelerin merkezinde yer alan Hira, yaşananlara ilgisiz kalamazdı. Tavrını ve duruşunu göstermek zorunda kalıyor. Bu da kaçınılmaz olarak dergiyi taraf kılacaktı. Sıcak gelişmeler, Hira dergisini haklı ama riskli bir tarafın yayın organı durumuna getirdiği için o günün koşullarında herkese ulaşmasını zorlaştırıyor. Öte yandan güvenlik sorunları baş gösteriyor. Hem devlet açısından hem de bölgesel güçler bakımından Hira dergisi sakıncalı bir misyonu taşır hale geliyor."

Hira, Dönemin Tarihî Vesikası Hükmündedir

Hira Dergisi'nin oldukça kaotik bir ortamda çıktığını kaydeden Üzer derginin temel özelliklerine dikkat çekerek şunları söyledi: "Hira dergisinin sanırım en önemli özelliği, ifade edilen döneme içeriden bakan, yazarları ateş hattında yaşayan, yazarlarından şehit veren (Ahmet Aydın ve Fidan Güngör) okuyucularından şehit veren, kaos döneminin canlı tanıkları ve mağdurları tarafından çıkan bir dergi olmasıdır. Bu özelliğiyle Hira, bir dönemin tarih vesikası hükmündedir. O günün koşulları gereği Hira dergisindeki yazarların çoğu müstear isimle yazıyor."

*Genel Muhteva: Derginin genel muhtevasını manşetler ve muhtelif yazılar üzerinden irdeleyen Üzer, Hira'nın ilk sayısını "İnkılap Güneşi" spotuyla Mayıs 1992'de yayınladığını, M. Said İpek'in sahibi ve yazıişleri müdürü, Ali Silvan'ın yayın yönetmeni ve Ahmet Altunç'un da müessese müdürü olarak öne çıktıklarını söyledi. Dergideki "İnkılap Güneşi" spotunun ise dördüncü sayıdan itibaren "Müslüman Halkın Sesi" spotuyla değiştirildiğini kaydetti.

Dergide öne çıkan konuların başında Kürt sorununun geldiğini kaydeden Üzer, bunun ise hem bölgede yaşanan sorunlardan ve hem de bu sorunların merkezinde yer almaktan kaynaklandığını ifade etti. Soruna dair derginin tutumunu da irdeleyerek muhtelif yazılar üzerinden örneklendiren Üzer, derginin başından beri gerek düzen politikaları ve gerekse de PKK'nin ideolojik yapısı ve Müslümanlara yönelik baskılarına karşı net tutum takındığını söyledi. Üzer, derginin başyazarlarından Zeki Amedi müstearıyla yazan Zeki Savaş'ın konuya dair yazılarından pasajlar aktararak derginin sorunun çözümü konusunda özet olarak Kürt halkının kurtuluşunun ancak İslami mücadele ile olacağı tezinin altını çizdiğini kaydetti.

Muhtevada öne çıkan bir diğer konunun ise bölgedeki olaylar-gelişmeler olduğunu kaydeden Üzer, 90'lı yıların bölge açısından zor bir dönemi ifade ettiğini, bir yandan devlet terörü, faili meçhuller, katliamlar ve diğer yandan da PKK'nin rakiplerine hayat hakkı tanımayan baskı ve zulümlerinin yoğunlaştığını ve derginin de PKK tarafından Mayıs 1992'de şehit edilen Orhan Korkmaz'ı manşete taşıyarak gündmeleştirdiğini kaydetti. Korkmaz'ın şehadetinin PKK'nin Müslümanlara yönelik saldırılarının başlangıcı olması açısından sembolik bir önem taşıdığına dikkat çeken Üzer, müteakip sayılarda da kaçırma ve katletme olaylarına yer verilmeye devam edildiğini söyledi.

Dergide önemli bir yer işgal eden diğer bir konunun da İslami mücadelede yöntem sorunu olarak saptayan Üzer, "İslamcılığın yükselişte olduğu dönemlerde bile bu konuyla ilgili yazılan yazıların azlığı göz önünde bulundurulduğunda Hira'daki bu yoğunluk önemli bir olumluluğu ifade ediyor." dedi. Yöntemle ilgili yazıların daha çok Muhammed Fida müstearıyla Fidan Güngör tarafından kaleme alındığını kaydeden Üzer, bunlardan "İslami Harekette Merhalecilik", "İslami Harekette Sınıfsızlık", "İslami Hareketin Fıkhı", "İslami Harekette Tez ve Anti-tez" vb. yazıların daha sonraları "Teoriden Pratiğe İslami Hareket" adıyla kitaplaştırıldığını söyledi. Üzer, yöntem konusunda yazılarıyla öne çıkan diğer bazı isimleri de A. İnan, Zeki Amedi (Savaş), M. Said İpek vb. olarak belirledi.

Sisteme karşı mücadelede önemli bir örneklik teşkil eden Şeyh Said Kıyamının tarihsel süreci ve TC'nin yaptığı katliamlar, kıyamın Müslümanlar için taşıdığı anlama ilişkin değerlendirmelere de dergide geniş yer verildiğini belirten Musa Üzer; İbrahim Sediyani'nin daha sonra haksozhaber'de yayınlanan Şeyh Said Kıyamının Kökleri başlıklı makalesinin ilk defa Hira'da birkaç sayı olarak yayınlandığını ifade etti.

Son olarak dergide önemli yer işgal eden bir diğer konunun da kamuoyunda İlim-Menzil Çatışmaları olarak bilinen olaylarla ilgili haberler, bildiriler ve yazılar olduğunu belirten Üzer bölgenin İslami gelişim tarihinde önemli bir kırılmayı ifade eden bu olaylarla ilgili olarak özetle şu saptamalarda bulundu: "İlim-Menzil arasındaki ihtilafın köklerine inildiğinde 80'lerin sonlarından itibaren sorunların yaşanması söz konusu. Bütün Türkiye'de o dönemlerde gruplarda görülen rekabet, adam kazanma, kendini merkezde görme tutumu değişik yerlerde küçük çaplı tartışmalara, itiş kakışlara yol açmıştı. Ama bütün Müslümanların gündemini işgal edecek düzeyde değildi. Aynı şekilde bölgede de İlim-Menzil arasında cami, medrese, adam kazanma kavgaları yaşanıyor. Bu bağlamda iki grup ta benzer tavırlar sergiliyor. Ama 90'ların başından itibaren PKK'nın bölge Müslümanlarına yönelik şiddet politikaları, hayat tanımayan tutumları yeni bir evreye girilmesine yol açtı. Bazı Müslümanların PKK tarafından şehit edilmesinden sonra İlim grubu örgütle silahlı mücadeleye girerken aynı zamanda bölgedeki diğer Müslümanların da bu mücadeleye katılmalarını istedi. Bu talep bir süreçten sonra dayatmaya dönüştü. Bu bağlamda hareketin uyguladığı yöntemin 80 öncesi PKK hareketinin bölgedeki diğer sol-ulusalcı fraksiyonlara yaklaşımıyla benzerlik gösteriyor. Açıkça söylemek gerekirse yalnızca kendilerini İslami hareket görme, herkesi kendilerine tabi olma, karşı olanları her ne olursa olsun tasfiye etme tutumudur. Müslümanlar üzerinde hakimiyet tesis etme tutumu." Üzer, dergide bu olaylardan sonar şiddet, güç konularını tarihsel, sosyal, fıkhi, psikolojik açıdan inceleyen yazılara yer verildiğini, derginin bu olaylarla ilgili kullandığı dilin genel olarak mutedil olduğunu kaydetti.

Dergide ayrıca İran yanlısı bir yayının da takip edildiğine dikkat çeken Üzer, vahdet meselesinin de bu bağlamda gündemleştirildiğini ve Müslümanlar arası vahdetin mezhebi değil, siyasi olması gerektiğinin altının çizildiğini söyledi. Musa Üzer; "Her anlamda bir sahiplenme ve İran'a ilişkin her eleştiriye cevap verme kaygısı söz konusu. Aynı şekilde İran ile ilişkide "siyasi biat"ı savunan bir yaklaşımı yazılarda göze çarpıyor. Tabii yazılarda çoğu zaman resmi görüşü savunan yaklaşım belirgin." Zaman zaman Şiiliği öne çıkarma olaylarıyla ilgili olarak dergide eleştirel yazıların da yayınlandığını ifade etti. Diğer yandan başta Ortadoğu olmak üzere İslam dünyasında İslami hareketler ekseninde meydana gelen gelişmelerin de dergiye sürekli aktarılmaya çalışıldığını belirten Üzer, Hira'nın ümmetçi bir perspektifle yayın yaptığını kaydetti. Dergiyi çıkaran kadronun diğer bazı faaliyetleri hakkında da dinleyicileri bilgilendiren konuşmacı, şehidleri anma geceleri, Bosna, Kudüs konulu eylem-etkinlikler vb. başta üniversiteler olmak üzere hareketin etkin olduğu birçok bölgede yapıldığını söyledi.

Musa Üzer son olarak usulî konularla ilgili olarak; "Hira Dergisinin İran devrimiyle kurduğu yakın ilgi İran düşünce yapısı, kavramları vb kullanılmasını da beraberinde getiriyor. İkinci olarak bölgede güçlü olan medrese geleneğine de yaslanma usul noktasında farklılıklara yol açıyor. Örneğin irfana ilişkin eleştirel bir bakış olmadığı gibi tersine olumlu ve olması gereken değerlendirmeleri yer alıyor dergide. Dolayısıyla kavramlar konusunda farklılık söz konusu, örneğin bir yazı başlığı "Bir İnsan-ı Kamil Örneği: İmam Humeyni" hakeza yazıda İmam'ın "yakın" mertebesine ulaştığı, Allah'ın aşkını yakından hisseden bir zat olduğu ifadeleri yer alıyor. (2. Sayı) Burada siyasal yaklaşımların usuli konuları nasıl belirlediğine ilişkin bir örnek var. Yani İran İslam Devrimini meydana getiren koşullar, düşünsel temeller aranmaya başlandığında genel anlamda iki kabul öne çıkıyor: Birincisi ulemanın rehberliği, ikincisi irfan. Dolayısıyla aynı devrimi Türkiye'de de yapmak için bu iki kulba sarılmak düşüncesi ister istemez dini anlama, usul anlayışını da etkiliyor ve belirliyor."

Derginin 1994 yılında bölgede tansiyonun kısmen düşmesi üzerine yayına son verdiğini ve müteakiben Sebat ismiyle yeni bir yayın çıkarmaya başladığını söyledi. Sebat'ın da aynı kadro tarafından çıkartıldığını kaydeden Üzer, teknik açıdan biraz daha nitelikli, muhteva açısından ise daha kapsamlı bir yayın çizgisinin örneklendirildiğini belirtti. Üzer, konuşmasını Hira ve Sebat dergilerinin katkılarını özetleyerek noktaladı.

Üzer'in sunumunun ardından dinleyicilerin soru ve katkılarının cevaplanmasına müteakip program son buldu.

HAŞİM AY / HAKSÖZ-HABER

Önceki ve Sonraki Haberler