Özgür-Der Üniversite Gençliği kitap forumlarına devam ediyor!

Özgür-Der Üniversite Gençliği kitap forumlarına devam ediyor!

Özgür-Der Üniversite Gençliği’nin programında Rüveyda Mekeç ve Zeynep İrem Emen’in değerlendirmeleri ile Rıdvan Kaya’nın İfsada Karşı Islah Çağrısı kitabı konuşuldu.

Sözlerine Hz. Musa’nın “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar.” duasıyla başlayan Rüveyda Mekeç; kitabın, toplumsal küreselleşme ile ortaya çıkan hayat tarzının ifsada uğrattığı düşünce yapısına değindiğini ve ifsada karşı ıslaha çağrı yaptığını ifade ederek giriş yaptı.

İlk bölüm olan cahili kuşatmanın tehdidi başlığı altında, ifsadın başta siyasal-sosyal alanlarda olmak üzere hayatın her alanında dayatıldığından bahseden Mekeç, ifsada karşı Müslümanların şahitliğinin ön plana çıktığını aktardı ve devamında “İfsad siyasette cahili milliyetçilik ve devletçilik, içerde de bireyselleşme ve yozlaşma olarak kendini gösteriyor.” dedi.

Hayata dair hikmetli bir anlayışın, dinin şer’i hükümler, Resulallah’ın sünneti ve ayetler ışığında inşa ettiği hayatın inceliklerinin kavranmasıyla yakalanabileceğini ifade eden Mekeç, ifsada karşı umut ve rahmetin çözüm kaynağı olarak öne çıkarılmasıyla ıslahın gerçekleştirilebileceğinin altını çizdi.

Rabbimizin Müslümanlara yüklediği sorumluluklardan bahseden Mekeç, İslami ilkeler, ibadet bilinci, Müslüman’ın iman ve ameli arasında düzenli bir irtibatın olması gerektiği gibi hususlara atıf yaparak, kitapta şahsiyet kavramı ve Müslüman ahlakının vurgulandığını aktardı.

Vahyin devre dışı bırakılmasıyla toplum vicdanı ifsada uğruyor

Ahlaksızlığın bir görünümü olan LGBT dayatmasıyla aile kavramının içinin boşaltılmaya çalışıldığını ve fıtrata aykırı eylemlerle ifsadın her yönüyle İslam’a karşı savaş açtığını aktaran Mekeç, “Vahyin devre dışı bırakılmasıyla toplum vicdanı da ifsada uğruyor. Ulusçu, devletçi, milliyetçi tezler en çok dindarlar arasında dolaşıyor, Müslümanlar muhacir kardeşlerini ötekileştirebiliyor. Tüm bu bozulmalara karşı Müslümanların İslam’ın emir ve yasaklarını gözetmesi, emr-i bil maruf ve nehyi anil münker görevini ifadan çekinmemesi şarttır. Allah-u Teala vasat ümmet olmayı emretmiş ve bizleri sorumlu kılmıştır.” dedi.

İfsada karşı teyakkuzda olmanın samimi bir sorumluluk bilinciyle ve salih amellerle ortaya konan bir örneklikle mümkün olabileceğini aktaran Mekeç, kimi zaman bu salih amellerin aşırılık olarak nitelendirildiğini, Hududullahın hiçe sayılmasına karşı net ve kararlı bir tutum sergilenmesi gerektiğini belirtti. Devamında ise alkol, uyuşturucu gibi toplumda şiddetin kaynağı olan ifsadların göz ardı edildiğini ve sonuç odaklı bir tavır takınılmasının sorunların sebeplerinin görmezden gelindiğini vurgulandı.

Toplumsal sorunların kaynağı olan düşünce yapılarıyla İslami kimliğin devre dışı bırakılarak çözüm aranamayacağı ancak takvadan uzaklaşmadan, hakka ve sabra davet ederek ve en temelde iki hususu gözetilerek çözüm aranabileceğinden bahsedildi. Bunlardan ilkinin cemaat bilincini terk etmemek ikincisinin ise hakkı ve sabrı tavsiye etmek ve yanlış olana tavır almak olduğunu vurgulandı.

İslam akidesinin reddettiğini Müslümanlar da reddetmelidir!

Mahremiyet bahsinde ise Mekeç, utanma-haya gibi duyguların körelmeye mahkûm edilmesine karşılık bu duyguların fıtri olduğunu vurguladı ve İsmail Lütfi Çakan’ın “şer’i sınırların süratle yıkıldığı bir ortamda ribat: kafalara, gönüllere, ailelere, sokaklara yayılmalıdır” yorumunu aktardı.

Sorumluluk Bilincinin Tahkimi bölümünde ise ıslah sorumluluğuna değinen Mekeç, Müslüman bir toplum oluşturmanın; Müslüman bilince sahip olmak, Allah’ın rızasını her alanda gözetmek, takvalı olmak, iman ve ahlak ilkelerine bağlı olmak, tevhidi bütünlüğü korumak ve teslimiyetçi bir tutumdan kaçınmakla mümkün olabileceğini “İslam akidesinin reddettiğini Müslümanlar da reddetmelidir!” sözleriyle ifade etti.

Son olarak adalet bahsini irdeleyen Mekeç, adaletin yalnızca yakınlarımızdan birinin uğradığı haksızlığa karşı çıkmak değil, zulmün kimden geldiğine bakılmaksızın her türlü haksızlığa karşı duruş olduğunu vurguladı. Bu noktada ikircikli ve taraflı tutumların İslam’ın emrettiği adalet ile bağdaşmayacağını ifade etti ve “Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” ayetini aktararak sözlerini sonlandırdı.

Cesaret ve fedakârlık eksikliğiyle iman bir arada olamaz!

Kitabın Müminlerin özelliklerinden bahsettiğini ifade ederek sözlerine başlayan Zeynep İrem Emen, Müslümanların izzetli olduklarının bilincinde olmaları ve buna uygun olarak benimsedikleri yaşam tarzlarıyla ifsada karşı ıslah çağrısında daima üstün geleceklerini vurguladı.

Sıradanlığa razı olmamalıyız başlığı altında kişinin sürekli olarak kendini yenilemesi ve geliştirmesi gerektiğini, bunun kişinin var olan sirkülasyonda ayakta kalabilmesi için gerekli olduğunu söyleyen Emen, sıradanlığın ölçütünü belirlerken kim ve ne sorularına özellikle dikkat edilmesi gerektiğini, yapılacak yanlış bir kıyasın yazarın sahte bir güven duygusuna yol açacağını ifade etti.

Konuşmasının devamında “Sıradan olmamalıysak ne olmalıyız?” sorusunun cevabını irdeleyen Emen, Rabbimizin dostlukta ve inançta samimi olan kullarından olmamız gerektiğini tavsiye ettiğini vurguladı ve aynı başlık altında fazilet kavramına da değindi. Fazileti ihsanla bağdaştıran Emen, “Muhsin olan insan aynı zamanda fazilet sahibi bir kulun niteliklerini de barındırmaktadır” dedi. Akabinde samimiyet kavramını ele alan Emen, ‘Allah’a karşı samimi olan kul, aynı zamanda samimi ve fedakardır’ sözüne ek olarak yazarın kitabında “cesaret ve fedakârlık eksikliğiyle iman bir arada olamaz!” sözlerini aktardı.  Samimi kulun Rabbine karşı sorumluluklarından birinin de hayrı yaymak olduğunu ifade ederek birçok konuda olduğu gibi bu konuda da en güzel örnek olan Peygamberimiz (sav)’in örnekliğinden bahsetti.

Bizler tebliğde bulunurken karşımızdaki insana ne sunabiliyoruz?

“Tebliğ ve Davet Çabası İhlasla ve Tevazuyla Bereketlenir” başlığında Rabbin kula yaptığı arın, yenilen, davet et çağrısını aktaran Emen, tebliğ çalışmasının kulun başlıca sorumluluklarından biri olduğuna, tebliğ yaparken taşınan emanetin değerinin hissedilmesi gerektiğine değindi.

Yazar Rıdvan Kaya’nın tebliğ ve davet çabasında kişinin tüm benliğinin, kimliğinin, şahsiyetinin, sözünün ve eyleminin birbirini destekler nitelikte ve tüm bunların da Rabbin rızası doğrultusunda olması gerektiğini ısrarla vurguladığını aktaran Emen, “Peygamberin güzel ve yumuşak üslubu, sözünde doğruluğu tebliğde bulunurken insanların kalplerinin yumuşamasında etkili olurken peki ya bizler tebliğde bulunurken karşımızdaki insana ne sunabiliyoruz?” sorusunu sordu.

Çözüm önerisi olarak tevhid bilincini anlayıp bu bilinçle tek otorite olan Rabbimizin koyduğu sınırlar dahilinde hakkımızı ve haddimizi bilerek fikir ve amellerimizin İslam’la olan kesişimini baz almamız gerektiğini vurgulayan Emen, sınırlı oluşumuzun farkında olup “Rabbimizin Kadir-i mutlak olduğu bilinciyle davranırsak düşüncelerimizin, fikriyatlarımızın ayrıştırıcılığına karşı teyakkuzda kalabiliriz.” dedi.

Birbirimizi gerektiği gibi dinliyor muyuz? bölümü ile değerlendirmelerine devam eden ve doğru değerlendirme yapmak, doğru karar vermenin sağlıklı bir iletişimle mümkün olabileceğine bunun kulluk vazifesi için önemli bir araç olduğunu vurgulayan Emen, “Rahman’ın kulları muttaki çizgiye daha güzel ilişkiler kurarak ulaşabilir ve bu güzel ilişkilerin temel yapı taşını sabır oluşturur.” dedi.

İnsandan ümit kesmek Allah’tan ümit kesmek olmaz mı?

Yusuf el-Kardavi’den “Hak benim ağzımdan da düşmanımın ağzından da çıksa bunu önemsemeden kabul ederim!” sözünü aktaran Emen, İnsandan ümit kesilmez bahsinden bahsederken “İnsan yaratıcısının nurunun yansıması ise insandan ümit kesmek Allah’tan ümit kesmek olmaz mı?” sorusunu sordu. 

Son olarak asıl hayat ahiret hayatıdır başlığı kapsamını inceleyen Emen, Tevbe suresi 72. Ayet doğrultusunda başarmayı ve başarmanın yolunu ararken başvurabileceğimiz en yegâne kaynağın Kur’an-ı Kerim, en güzel örneğin Peygamber Efendimiz olduğunu aktardı ve “Mü’min olarak Rabbimize kavuşmamız için farkında ve bilinçli Müslümanlar olmalıyız. Bunu gaflete düşmeyerek ve teyakkuzda kalarak sağlayabiliriz.” dedi.

“Süreci yönetirken süreçle birlikte yönlenirsek sıfatlarımızı tek tek yitirir kimliğimizi kaybederiz ve bu süreç vasıfsız kalmamızla sonuçlanır. Mümin kişi teyakkuz halindeyken daima rabbini anar ve tefekkür eder, her tefekkürü bir teşekkür olarak algılarsak eğer nimetleri karşısında rabbine şükrünü göstermek isterken imanı da tazelenmiş olur, bu tazelenme arınmanın yolunu açar. Arınmışlık ise tefekkürde bulunarak yaşadığımız dünyada yerimizi bilmemizdir. İnsan yerini bilip aidiyetinin farkında olursa var olabilir bu varlık kulluğun ta kendisidir.”

img-9279.jpg

img-9273.jpg

Forum konuşmacıların soru ve katkıları ardından sona erdi.

 

Önceki ve Sonraki Haberler