Asıl GDO Vesayet Rejiminin Ta Kendisidir!

Asıl GDO Vesayet Rejiminin Ta Kendisidir!

Özgürder Sakarya Şubesi bu ayla birlikte başlattığını duyurduğu basın açıklamalarının ilkini Adapazarı Gar Meydanında gerçekleştirdi.

Basın Açıklamasını Özgürder Geyve Temsilcisi Mustafa ÖZER'in okuduğu açıklamada gündeme ilişkin konulara değinildi. Hükümetin başlatmış olduğu ve basında Kürt açılımı olarak dillendirilen açılıma ilişkin vurgular ile İrtica Eylem Planı gerçek belgesinde imzası bulunan Albay Dursun ÇİÇEK'in 48 saat dolmadan serbest bırakılması da yargının üzerindeki Ergenekon etkisi olarak değerlendirildi. Hukuksuz bir şekilde devam ettirilen başörtüsü yasağının da gündeme getirildiği açıklamada Mustafa ÖZER ; "Hükümete defalarca uyarı ve ikaz yapılmasına rağmen, toplumun her kesimine açılımlarla cevap veren koca koca Bakanlar ve Başbakan, başörtüsü konusunda suspus kesilmektedir. Peres'e "one minute" diyenler Başbuğ'a gelince dut yemiş bülbüle dönmektedirler. İsrail'le ortak tatbikatları iptal edenler, konu Mardin'li başörtülü Merve Akgül olunca, Muğla'lı başörtülü Cemile Büşra Pirci olunca seslerini çıkartamamaktadırlar." diyerek Hükümetin "açılım"larında başörtüsünün yer almadığını vurguladı. Ayrıca toplumun bütün bunlarla birlikte ekonomik olarak da çok zor bir dönem geçirdiğinin ve tüketmeye alıştırıldığının belirtildiği açıklama ekonomik sömürünün de atlanmaması gerek çok önemli bir sömürü kaynağı olduğu vurgulandı.

"Ergenekon-yargı işbirliğine son", "Tevhid Adalet Özgürlük", "Uyan diren özgürleş", "Genelkurmay Yargıdan elini çek", "Yasak Sürüyor (D)Uyuyor musunuz" yazılı dövizlerin taşındığı ve "Tevhid Adalet Özgürlük", "Direne direne kazanacağız", "Uyan Diren Özgürleş" sloganlarının atıldığı eylem önümüzdeki ay 12 Aralık 2009 Cumartesi günü aynı saatte tekrar buluşmak üzere sona erdi.

Basın açıklamasının tam metni:

ASIL GDO VESAYET REJİMİNİN TA KENDİSİDİR

Türkiye, gündemin çok yoğun olarak yaşandığı günlerden geçiyor. Bilhassa Hükümetin başlatmaya çalıştığı fakat içini bir türlü dolduramadığı Kürt açılımı ya da statükonun ifadesiyle "Demokratik açılım" konusu, Habur'dan yapılan girişlerle birlikte tıkanmış ya da tıkandırılmış durumda. Kurulduğundan bu yana öncelikli tehdit olarak gördüğü Kürtlere yapmadığını bırakmayan vesayet sistemi, Kürt açılımı konusunda açıkça cepheyi almış ve yapılan bu hamleyi geriletmek için tüm imkânlarını seferber etmiştir. Meclis içindeki ulusalcı kanat durumdan vazife çıkartarak kendi tabanına "dağa çıkmayı" özendirecek kadar, hatta daha sonra bu açılıma destek verenleri "tarihi hesaplaşma" ile tehdit edecek kadar gemi azıya almış durumda.

Adaletten ve merhametten nasibini alamamış olanların yılların faşizan alışkanlıkları ve refleksleri ile halkı açıkça tahrik etmeye yönelik bu tür tavırlarının en başta kendilerine zarar verebileceğini unutmamaları gerekir.

Habur'dan yapılan girişlerin hemen ardından kopartılan gürültüyü bastıran ise toplumda AKP ve Gülen'i bitirme planı olarak bilinen belgenin aslının ortaya çıkması oldu. Albay Dursun Çiçek imzalı gerçek belgenin ortaya çıkması ile birlikte Orgeneral Başbuğ'un gardı yerle bir oldu. Belge hakkında daha önce "kağıt parçası" diyen Orgeneral Başbuğ, belgenin aslı ortaya çıktıktan sonra nedense önceki gibi bir gövde gösterisi yapamadı. Ama bizim burada asıl vurgulamak istediğimiz şey Hükümetin darbecilikle ve darbecilerle hesaplaşma iradesinin olup olmadığıdır.

Yoksa askeri kesim daha önce olduğu gibi bundan sonrada aynı zihniyet ve tutumundan vazgeçmeyecektir. Orgeneral Başbuğ'dan veya Hasan Iğsız'dan istifa bekleyenler boşuna bekliyorlar. Daha önceki süreçte lav silahını eline alıp "boru" diyebilen bir zihniyet, Poyrazköy'deki silahlarla ilgili olarak emniyeti hedef gösterip aradan sıyrılmayı hedefleyen kafa yapısı, bir belgenin aslı ortaya çıktı diye istifa mı edecek? Herkes bilsin ki, bunu asla yapmayacaklardır. Bunların organizmaları buna uygun değildir.

Bu arada az önce vurguladığımız gibi yapılması gereken on yıllardır şımardıkça şımarmış bu darbeci zihniyetle hesaplaşma iradesini ortaya koymaktır. Kapalı kapılar ardında halkın hak ve taleplerinden uzak ve halka rağmen kirli pazarlıklara girmek halkın iradesini kullandığını iddia eden Başbakanların yapacağı iş değildir. Böyle davrandıkları takdirde bugün arkalarından estirilen rüzgârın yarın nereden ve nasıl estirileceğini kimse garanti edemez. Haklı olanlara değil de güçlü görünenlere iltifat etmenin adı olsa olsa yağcılık ve dalkavukluktur.

Bu iki gelişmenin yanında başörtüsü üzerinden İslam'a ve Müslümanlara uygulanan terörize tutum ve davranışların da ardı arkası kesilmiyor. Yıllardır mücadelesini sürdürdüğümüz ve onurlu bir direnişin temellerini attığımız eylemlerimizde de sıkça vurguladığımız gibi:

Bilhassa 1925'den bu yana yok sayılan, görmezden gelinen, sadece vergi verirken, askere alınırken ve seçim sandıklarında "lütfen" hatırlanan Müslümanlar, Kemalist zihniyet tarafından sosyal hayattan ve günümüzün moda tabiriyle kamusal alandan tecrit edilmektedirler. İslam'ın sosyal bir göstergesi ve Müslümanların kimliği olan Başörtüsüne karşı yasakçı tutumunu sürdüren Kemalist zihniyet; Kürt açılımı konusunda da, İrtica belgesi konusunda da bu yasakçı tutumundan geri adım atmayacaktır. Ta ki bu rezerve karşı güçlü bir iradenin ortaya koyulmasına kadar. Bugün itibariyle sisteme bu konuda geri adım attırmak ve başörtüsünü özgür kılabilmek, ancak bu iradeyi ortaya koymak ve buna sahip çıkmakla mümkün olacaktır.

Ama görüyoruz ki, birkaç ilde ve ilçede onurlu Müslümanlar tarafından devam ettirilen yasağı duyurmayı ve başörtüsünü özgürlüğüne kavuşturmayı hedeflemiş basın açıklamalarından başkaca bir irade maalesef bulunmamaktadır.

Hükümete defalarca uyarı ve ikaz yapılmasına rağmen, toplumun her kesimine açılımlarla cevap veren koca koca Bakanlar ve Başbakan, başörtüsü konusunda suspus kesilmektedir. Peres'e "one minute" diyenler Başbuğ'a gelince dut yemiş bülbüle dönmektedirler. İsrail'le ortak tatbikatları iptal edenler, konu Mardin'li başörtülü Merve Akgül olunca, Muğla'lı başörtülü Cemile Büşra Pirci olunca seslerini çıkartamamaktadırlar.

Buradan duyarlı Müslüman halkımıza sesleniyoruz ve diyoruz ki; başörtüsü yasağının çözümünü siyasi otoriteden beklemek bir delinin kuyuya taş atması gibidir. Bu yüzden yasağa duyarsız kalmayalım. Bulunduğumuz her yerde ve zamanda bu adaletsizliği ifşa edelim. Yasağa karşı mücadele edenleri destekleyelim. Onların yanında olmaya çalışalım. Çünkü başörtüsü İslam'ın emri, Müslüman kadının kimliği ve onurudur. Kimliğimize ve onurumuza sahip çıkalım.

Son olarak Türkiye'de belli bir mutlu azınlığın refahı için çalışan-çalıştırılan milyonlarca insanın ekonomik sıkıntıları en üst seviyeye çıkmış durumda. Özellikle kriz bahanesiyle binlerce insanımız işlerinden atılmış ve evlerine ekmek götüremez duruma düşürülmüştür. Büyük holdinglere uygulanan serbestiyet ve hoşgörü, söz konusu olan halkın rızkı ve geçimi olunca cezaya ve yaptırıma dönüşmektedir. Tüketmeye iyice alıştırılan toplum her geçen gün borç batağına doğru sürüklenmektedir. Vergi alacağının % 80'nini büyük mükelleflerden toplaması gerekenler; gözünü, halktan toplayacakları %20'ye tekabül eden kısma dikmiş durumda. Müflis iktidarın sacayaklarından olan sermaye kesimine dokunamayan ithal Bakan'lar, "halk daha fazla nasıl sömürülebilir!" bunun hesabını yapmanın derdine düşmektedirler.

Biz Özgür-Der olarak, bundan böyle her ayın ikinci cumartesi aylık olarak yapacağımız basın açıklaması ile bu ülkede yaşanılan tüm haksızlık ve zulümleri sizlerle paylaşmayı ve bunlara karşı ortak bir tavır alabilmeyi öngörüyoruz.

Tevhide dayalı, adaleti önceleyen, onurlu bir özgürlüğün temellerini sarsılmaz bir inanç ve irade ile atmak için çabalamamız, Rabbimiz katında bizlerin ve emeği geçen tüm onurlu insanların da değerini artıracaktır inşallah.

12 Aralık Cumartesi günü saat 15.00'de yine burada buluşabilmek umuduyla.

Önceki ve Sonraki Haberler