Dergilerimizde cihanşumul İslamcılığın ilk izleri

Dergilerimizde cihanşumul İslamcılığın ilk izleri

Üsküdar Özgür-Der’de, Hamza Türkmen 1970’e gelirken “Türkiye’de Dergilerimizde Tevhidi Uyanışın veya Cihanşumul İslamcılığın İlk İzleri” başlıklı konuyu anlattı.

1970’lı yılların ortalarına gelirken sağcı, devletçi, milliyetçi, mezhepçi ve batıni anlayıştan yani “milli dindarlık”tan kopma ve tevhidi kimliğe yönelme konusunda bazı doğru tespitlere, dünyadaki ıslah öncülerimizin görüşlerine zaman zaman yer verme çabaları gösteren “İslamın İlk Emri OKU, Tohum, İslam Medeniyeti” gibi dergilerimizden bahseden Türkmen bu tür süreli yayınların öneminin örnekleriyle ikincil derecede olduğunu anlattı.  Bu hususta birincil derecede önemi ön plana çıkan ve tevhidi uyanışın ilk izlerine rastlanan iki dergimizin ise “Hilal” ve “Diriliş” dergileri olduğunu belirtti ve şu açıklamalarda bulundu:

Bir: 1958’de çıkmaya başlayan “Hilal Mecmuası”nı Said Nursi’nin teşviki ile Salih Özcan, Ankara’da çıkartmaya başlamıştır. 1956 yılında da Hilal Yayınları’nı kurmuştur. Said Nursi, halkı müslüman ülkelerde ticaret yapan Salih Özcan’ı irtibatlı olduğu bölgelerdeki İslami hareket ve şahsiyetlerin birikim ve tecrübelerini Türkçeye aktarması için yönlendirmiştir. Türkmen, bu konuyu Yeni Asya gazetesi başyazarı Kazım Güleçyüz ile aralarında geçen polemik üzerinden aktardı ve şu açıklamaları yaptı: Suudi Arabistan merkezli Rabıtatu’l Âlem-i İslami’nin üyesi olan Özcan, bu müessesenin diğer dillere çevirerek yaymaya çalıştığı Mevdudi, Seyyid Kutup, Malik bin Nebi gibi ıslah öncülerinin kitaplarını basıp yaygınlaştırmak için Kuveyt’te kurulan İFSO’nun 16 kurucusundan birisi idi.

Demokrat Partisi’ne yakınlığı, ABD’yi Ehl-i Kitab olarak algılaması, ilk başlarda sağcılığı savunması, kapakta sık sık türbe resimleri basması ile milli dindar dergilerin zaaflarını taşıyan Hilal’in, daha nitelikli ve tevhidi söylemi içselleştirmeye başlayan yayını, 1960’lı yılların ortalarında Nihat Armağan ve İsmail Kazdal’ın yayın yönetmenliği yapmasıyla etkinleşmiştir. Salih Özcan ise ilk andan itibaren “İslam Aleminden Haberler” başlığı altında çeviri aktarımları, röportaj aktarımları, İslami oluşumlarla ilgili uzun ve detaylı haberleri sürekli sunumu ile dönemin dergilerine nispetle daha öncelikli hale gelmiştir.

İFSO’dan önce Mevdudi’nin, S. Kutup’un, M. Hamidullah’ın kitaplarının çevirilerini yayınevinde basıp dergide ilan eden ve tanıtan Hilal organizasyonu 1966 yılının 29 Ağustos’unda Seyyid Kutup idam edilince bunu Türkiye kamuoyuna “Modern Firavun’un Son Cinayeti” kapak başlığı ile duyurmuş ve 2 ay içinde rahmetli Kutup’un idamına neden olarak gösterilen “Yoldaki İşaretler” kitabını çevirttirip yayınlamıştır ki; Mevdudi’nin “İslam’da İhya Hareketleri”, “Hilafet ve Saltanat”, “İslam’da Hükümet” kitaplarını, Şahveliyullah Dehlevi’nin “Hüccetu’l Baliğa” ve benzeri kitapları da aynı organizasyon çıkarmış ve 1970’lerde belirgin hale gelen tevhidi uyanış sürecine büyük ölçüde zemin oluşturmuştur.

İki: İlk iki sayası 1960 da çıktıktan sonra 1966 yılında yeniden yayınlanan “Diriliş Dergisi” ikinci yeni şiir akımı içinde dikkat çeken ama Batıcılık karşıtı, İslami aidiyetten, İslam medeniyetinden yana olan ve bu doğrultuda bir hakikat arayışı içinde olan Sezai Karakoç tarafından yayınlanmıştır. Özellikle 1966’da yayınlanan 2. Dönem Diriliş, yayın programıyla bir ekol dergisi olduğunu, bir medeniyet projesi doğrultusunda, yeniden bir İslami Diriliş nesli oluşturmak amacı taşıdığını sürekli olarak hissettirmiştir. Öncü bir oluşumun mektebi olmak ideali peşinde olmuştur. Daha sonraki dönemlerde Diriliş kendisini 2. Dönem için ”çiçeklenme” ifadesiyle vasfetmiştir. Bu dönemde programını gereği kadarıyla sistematik hale getiremese de sürekli İslami diriliş ve uyanış akımlarını, diriliş için Kur’an ile irtibatı ve Kur’an’la oluşturulacak aksiyon arzusunu, “İslam Medeniyeti” kaynaklarından yararlanma isteğini ve toplumsal kurtuluşa öncülük yapacak bir “İslam aydını” kadrosu oluşturma amacını, “İslam Birliği” idealini hep gündemde tutmuştur. Okuyucusunu Seyyid Kutub’la, Mevdudi ile, Muhammed Abduh ile, Malik bin Nebi ve Muhammed Hamidullah gibi isimlerle tanıştırmıştır. O dönemde yazıları Türkçeye çevrilen Toynbee’nin “medeniyetlerin ölümü” tezi “İslam Medeniyeti”ni yeniden diriltme arzusunu zora sokarken, Sorokin’in “medeniyetlerin özünü korudukları sürece düşünce, ideal ve duyarlılık bağlamında son bulmayacağı” tezinden yardım almak için bu Karakoç, bu tezin yazılarını Erol Güngör’e çevirttirerek yayınlamıştır.

Karakoç, dergi yazılarında, Kur'an'daki hakikatlerin, teorik bir anlatışla değil, aksiyonla birlikte inzal olan vahiyler olduğunu belirterek, Diriliş erlerini İslam'ın kültür ve bağımsızlık savaşına davet etmiştir. Bu konuda en beliğ örnek olarak Şehid Seyyid Kutub'u göstermiştir.

Ancak 1993 yılında Yedi İklim dergisinin “Sezai Karakoç’un Dergiciliği” dosyasında “Dirilişin çocukları” veya “küçük kardeşleri” olarak görülen “Edebiyat, Mavera, Yönelişler, Yedi İklim, Kayıtlar” gibi daha sonraki dergi yazarları “yerlilik-millilik” takıntılarından da kurtulamadıkları gibi, Diriliş’teki hakikat arayışına ayak uyduracak ve “Diriliş Neslini” hem teorik tutarlılık hem amelleşme ruhu olarak gerçekleştirme konusunda taşıyıcı ve geliştirici olamamışlardır. Bu konudaki Sezai karakoç’un eleştirilerinin 1979 yılında dergi yazılarından derlenerek yayınlanan “Gündönümü” adlı kitapta yer almıştır. Şu vurgusu önemlidir: "Kimileri görünüşe aldanarak, Diriliş Akımını bir edebiyat gelişimi gibi görmekte veya almaktadır. Bu yüzdendir ki, nice az veya çok yetili genç, Diriliş Akımına girdiler, fakat ufak bir edebiyat ünü yapar yapmaz da bırakıp gittiler. Çünkü, onlar bir nevi edebiyat türü sanısıyla özdeşleştirmiştiler Dirilişi. Fakat yeten süre içinde Diriliş edebiyat çığırıyla birlikte düşünce ve inanç, davranış ve durum alış yanını da belli belirsiz sezince, ya da onların bu sınırlı Diriliş anlayışına, Yaşayan ve Oluşup Gelişen Diriliş sığmayınca, bir bocalama dönemi oldu. Doğmamızı istemeyenlerin de yardımıyla bu bocalama bir şaşırtmaya ve küçümsemeye dönüştü." Ayrıca bu insanları “Diriliş'i bir ‘Hakikat akımı’ olarak değil, bir ‘edebiyat akımı’ olarak kavrama yanlışı” içinde olmakla tasniflemektedir.

Ama Karakoç da özellikle 1970’li yıllarda ıslah ve ihya ekolünün görüş ve eserleri gündem tutmaya başlamasına rağmen, bu çizgide “İslam’ın Ekonomik Strüktürü” gibi çalışmalarına rağmen, ilerlediği yol tevhidi dünya görüşünün güçlenen yoluyla bütünleşeceğine, muallak ve tartışmalı olan İslam Medeniyeti tasavvurunu hem savunması hem sistematik bir izaha kavuşturamaması gittikçe kendisini de milli dindarlık çizgisine geriletmeye başlamış, İslam ülkeleri birliği fikrinde liderliği Türkiye’ye has kılma, başşehri olarak da İstanbul’u önerme teklifini Türk ırkının yönetimde seçkin mizacına bağlaması üzücü olmuştur. Hele nesil yetiştirme yerine isim olarak Sezai Karakoç imajının öne sürülmesi, 1988-1992 yıllarında son ve 7. Dönemde yeniden çıkan Diriliş’i takipçileri Diriliş Neslinin belirginleşmesi ve hareket olarak değil, derginin çıkışı veya yeniden dirilişi için sevinmişlerdir. Yani Sezai Karakoç artık üstad olarak kabul edilen ve sürekli alkışlanan bir imaj haline getirilmiştir. Maalesef ki onun imaji parlatıldıkça misyonu unutulmaya veya kararmaya başlamıştır.

Daha sonraları farklı periyodlarda çıkan Diriliş’in edebiyat dünyasında tanıttığı genç kalemler “Gündönümü” adlı kitapta vurgulandığı gibi Dirilişin misyonuna veya dergide işlenen yazıların derlemesi olan “Diriliş Neslinin Amentüsü”ne bağlılıkları zayıfladıkça veya koptukça Sezayi Karakoç yalnız kalmıştır. 28 Subat’tan sonra gençliğinde amatörce yazdığı ve uzun dönem yayınlamadığı plotanik aşk şiiri olan “Monna Rosa”sı resmi parti çalışmalarına paralel zamanlarda gündeme gelmiştir. Diriliş Nesli’nin hakikat arayışına derin saygı duyan sevenleri “Biz sizi şair ve mütefekkir olarak seviyoruz ve öyle kalmanızı istiyoruz. Siyaseti başkalarına bırakın” gibi yazılar da yazmışlardır.

Türkmen, “Hilal” dergisinin de “Diriliş” dergisinin de milli dindar dergiler gibi zaafları olduğunu, ama tevhidi uyanışa katkı sağlayan parça doğrularla 1970’li yılların sorgulayan, tahkik eden ve İslami asıllarla, tarihi sürekliliği olan ıslah mücadelesi süreciyle bütünleşmeye çalışan insanlarımıza veya İslami potansiyele önemli hizmetler de sunduğunu belirtti ve bu katkıları dolayısıyla emeği geçen tüm büyüklerimize dua ederek konuşmasını bitirdi.

Önceki ve Sonraki Haberler