Müslümanların Siyaset Tasavvuru

Müslümanların Siyaset Tasavvuru

Akhisar Özgür-Der temsilciliğinde düzenlenen programda İzmir Özgün-Der'den Kemal Songür, 'Müslümanların Siyaset Tasavvuru' konusunu işledi.

Kemal Songür şu hususlara değindi:

Her düşünce-inanç sahibi insan ve topluluklar ait olduğu inanç-düşüncenin iktidar olmasını ve hayatı-toplumu düzenlemesini arzu eder.Medine'de kurulan oluşum, siyaset etme biçimi son saate kadar örnekliği alınacak-taşınacak bir İslam / Müslim devletidir. Devlet başkanı da alemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah (a.s) idi.

Siyaset tanımı ve tarihsel serüveni

Siyaset tarihine bakıldığında insanın ortaya çıkışı ile birlikte siyaset-yönetim sanatı da sahnede yerini almış ve binlerce yıl yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ile yönetsel gücün elde tutulması davranışlarına yön vermiştir, yani tarihin her döneminde ve insanların bulunduğu her ortamda siyaset var olmuştur.

Yönetici-lider-öncü seçimi/kabulü insanlık tarihi kadar eskidir, bu ister özgür ortam/ihtiyari seçim olsun, ister zora dayalı ya da şeklen ve aldatıcı olsun, isteyerek-sevilerek veya korku temelli kabul edilsin ya da içine doğulan siyasal işleyişe boyun eğilsin, "siyasal yönetimin" oluş(turul)ması, belirlenmesi ve ona uyulmasının istenmesi 'genel olarak' yaşana gelinmiştir.

Siyaset/insan yönetimi ilk çağlarda klan, kabile, aşiret gibi aynı soydan-dilden-kültürden gelenlerin oluşturmuş oldukları yapılarla dizayn edilmiş, zamanla kendisini emirliklere, şehir devletlerine, imparatorluklara ve modern devletlere dönüşmüştür. Hülasa, insanlığın tarih boyunca ve son saate kadar kendince neyi kabul ediyorsa yönetme-yönlendirme-sahiplenme gibi kaçınılamaz zarureti vardır ve bu gerçeklik eşyanın tabiatındandır.

Allah'ı ve gönderdiği vahyi, elçilerini dikkate almayan-almadan, insan ve hayat tasavvuru inşa edenlere yönelik hem tahrif edilmiş kitaplardan yola çıkılarak üretilen dinlerin insan ve hayat tasavvuruna hem de ilahi olan her şeyi reddederek pozitivist-seküler zihinle üretilen insan ve hayat tasavvuru insanlığı uçuruma sürüklemiştir.

Kiliseye kurban edilen Allah'ın kulu ve resulü olan Hz. İsa'nın manevi şahsiyeti, öğretisi, mesajı tersyüz edilerek, tahrif edilerek kurgulanan, üretilen ''Tanrı İsa'' tasavvuru ve yegâne temsilcileri olarak kendilerini gören kilise ve din adamları sınıfının baskılarına, zulümlerine, vahşetlerine tepki olarak Batı, ateizmi üretmiştir ve buradan kalkarak da, faşizmi, kapitalizmi, sosyalizmi, komünizmi, liberalizmi, milliyetçiliği, ulusalcılığı, ve sayılamayacak kadar izm'ler, ideolojiler üretmiştir.

Özetle, Yunan-Batı aklı ''hakikati'' önce gözlemlenebilir olana sonra da salt akla indirgeyerek, İlahi öğretiyi, yaratılış gayesini-gerçeğini göz ardı ederek insan ve hayat tanımı yapmıştır. Bu tanımlama sınırsız, doyumsuz, egoist, hedonist, pervasız, ahlaksız, zalim insan tipi üreterek insanlığa sunmuştur.

Gerçek olan şu ki; hayır ile şer, hak ile batıl, tevhid ile şirk ve bunların müntesiplerinin mücadelesi ve buradan hareketle siyaset etme konumu Sünnetullah'ın yansımasıdır. Dünya hayatının sistemi böyle kurulmuştur. "İşte böyle; biz, her peygambere suçlu-günahkarlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter." (Furkan 25/31)

İslamın kalkış ve varış noktası tevhiddir, güzel ahlaktır, ibadettir, infaktır, adalettir / itidaldir, hayatın bütün saha ve safhalarına müdahil olan bir din'dir / hayatı okuma-yaşama-yansıtma biçimidir, yani İslam siyasetin ta kendisidir.

Siyaset etme biçimini/kabulünü "reel siyaset" "ideal siyaset/Müslümanca siyaset" şeklinde ikiye ayırmak mümkündür:

Hayatı / insanı okuma biçimi, değer yüklemeleri, ideolojik kalkış noktası, aidiyet/teslimiyet olarak dayanılan ve refere edilen düşünsel doktrin baz alınarak siyaset etme biçimi olarak her ideolojik yaklaşımın kendince belirlediği "ideal siyaset" yüklemesi-savunusu ya da iddiası vardır ve bunu baz alan her yaklaşım kendi sınırlarını çizmekte ve bu sınırlara uyulmasını istemektedir.

La'dini/seküler olan insan teki yanılmaya ve önceki tasavvurlarını yanlışlamaya, yanlı davranmaya ve her daim şirkten neşet eden zulmü işlemeye mahkumdur, çünkü şirkten adalet sadır olmayacak ve "ideal siyaset!" kabulü zamana/zemine göre değişecek ve bu değişimi de "ideal siyaset!" avunusuyla hayata taşıyacaklardır. Her düşüncenin adalet-meşruiyet-hukuk tanımı farklıdır ve pek tabi Müslümanın da bu kavramlara yüklediği değer farklı olacaktır.

2-169.jpg

Müslümanın "ideal siyaset" tasavvuru

Sınırlanan/sınırları olan Müslüman'ın siyaset tasavvuru; ilahi değer yüklemesinden neşet ettiği için eskimez/eskitilemez/yanlışlanamaz ve değiştirilemez, (tarihsel şablonizmden uzak vefakat içeriğe/mesaja mutlak sadakat ile) zaman/zemin ve realite buna güç yetiremez, çünkü fıtratı-zamanı yaratan unutkan ve yanlışlanan değildir, insanın hayrına yönelik mutlak hakikate dayanan kuralları koyan O'dur, yaratıcının bariz emir ve nehiyleri hem bu hayatın huzuru/adaleti için hem de ahiretin felahı için hayat bahşetmeye devam ettiğine teslim olmaktır şeklinde özetleyebiliriz.

Toplumun İslami boya ile değişmesi ve sonrasında yönetimin İslamileşmesi gerçeği/mümkünatı zamanlar üstü hakikatin tecellisidir. ''Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirinceye kadar bir toplulukta olanı değiştirmez.'' (13/11).. İnsanlık tarihi kadar eski ve eskimeyen nebevi mücadele gerçekliği işte budur. Nebilerin varisleri olan Müslümanların bu gerçekliği göz ardı etmeleri düşünülemez. Mücadelenin Allah için olması gerektiği gibi, mücadele zemininin de Hududullah'a uygun olması gerekmektedir. Bâtıl olan sahiplenilerek ya da sahipleniliyor gibi gözükerek hakikatin-adaletin inşası mümkün değildir. Sefer ile emrolunan zafer ile yükümlü değildir ve zafer sefere çıkanların payına düşmektedir.

Hayatın bütününü tanımlayan ve müdahil olduğunu beyan eden bu dinin mü'minleri/müslimleri dinlerini parçalamaktan Allah'a sığınanlardır ve hayatın tümüne müdahil olmayı ibadi sorumluluk olarak görenlerdir. Siyaseti her alana teşmil eden ve zirvesini de toplumun tümünü etkileyen devlet yönetimi olarak tanımlayanlardır. Emr-i bil'maruf ve nehy-i ani'l münker sorumluluğunun en geniş/kuşatıcı işlevselliğini siyaset etme yeri olarak yönetimde/yönetmede görenlerdir. Hayat bahşeden ilahi hükümlerin, adaleti inşa eden ilahi beyanların icra edileceği yerin İslami siyasal yönetimde olduğu gerçeğini bilenlerdir.

Reel siyasetin verili realiteye mahkum olduğunu, makyavelist, pragmatist ve tek ölçütünün başarı/kazanç olduğu gerçeğini dile getirmiştik. Reel siyasetin meşruiyet ya da hukukilik tanımı kendinden menkul olacağı ve kendi elleri ürünü olan pozitif hukuktan neşet etmesi gereğidir ve bu gerekliliğe uymayan her ne varsa gayrimeşru! olduğu kodlamasıdır-kabulüdür.

Oysa; Müslümanın düşünsel/eylemsel hayatı ise hududullah ile sınırlıdır ve hayatın özü olan siyaset etme biçimide bu sınırlara tâbidir. Müslüman yalan söyleyemez, kandıramaz, zulmedemez, makyavelist olamaz, bilerek haksızlık yapamaz, münkeri araç olarak kullanamaz. Firavunun koltuğunda oturarak ve kurallarına sadakat göstererek siyaset yapamaz, hedefe ulaşmak için reddettiği bâtıl yaklaşımları görmezden gelerek ve dahası olumlayarak hakikati erteleyemez/gizleyemez/sündüremez, kimliğini gizleyerek kimlik inşasına giremez.

Biz müslümanların var olan reel/verili siyasete karşı olmamızın nedeni seküler temelli oluşu, seçeneklerin batıllığı ve batıl olan seçeneklerin yüzdeler üzerinden iktidara ge(tiri)lişi, işleyişi, en önemlisi Müslümanların hakikatten başka bir seçeneğe/seçime ya da alternatife geçici de olsa asla razı ol(a)mayacağıdır. Çünkü Müslüman için (33/36) ilahi beyanı gereği hükmü belirlenmiş öğretiler dışında ve ona rağmen seçim/tercih hakkı yoktur.

Sözün özü; Müslümanların seç(il)meye/siyaset etmeye yönelik yaklaşımı ve sınırları şudur; ilahi öğretinin vaaz ettiği toplumsal hayatın düzenlenmesindeki temel kurallara, emir ve yasaklara, adalet, ahlak, insan onuru vb. kıstaslara uyulması kaydıyla Müslümanların kendi aralarından şura ile seçecekleri (yani seçimlerle) bir yönetimle hayatı düzenlemelerini ve aralarında istişareyle hareket etmeleridir. Vahye göre Müslümanların kendi aralarında her türlü problemin hallinde ve yönetim mekanizmasının teşkilinde şura ile haraket etmeleri gerektiği ve bundaki kıstasın da vahyi dikkate alan ehil mü'minlerin seçilmesidir.

Sözün sonu; İslamın siyaset/yönetme/devlet tasavvuru yoktur demek ya cehaletin ya da dalaletin-ihanetin dibidir. Her düşünce-inanç sahibi insan ve topluluklar ait olduğu inanç-düşüncenin iktidar olmasını ve hayatı-toplumu düzenlemesini arzu eder/ister.
Gerçek olan şu ki; hayır ile şer, hak ile batıl, tevhid ile şirk ve bunların müntesiplerinin mücadelesi ve buradan hareketle siyaset etme konumu Sünnetullah'ın yansımasıdır. Dünya hayatının sistemi böyle kurulmuştur. "İşte böyle; biz, her peygambere suçlu-günahkarlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter." (Furkan 25/31)

Rabbimiz biz mü'min kullarına olmamız-durmamız/ayaklarımızı sabitlememiz gereken duruşu ve mü'mince ölebilmemiz için kuşanmamız gereken kimliği bildirmektedir. ''Ey iman edenler, siz kendi nefislerinize (kendi durumunuza, kendi kulluğunuza) bakın. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O size yaptıklarınızı haber verecektir.'' (5-Mâide 105)

Önceki ve Sonraki Haberler