‘Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunda Siyasi İdeoloji’

‘Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunda Siyasi İdeoloji’

Yazar D. Mehmet Doğan Ankara Özgür-Der'de “Yakın Tarih Okumaları Grubu”nun üniversite öğrencileri ile bir araya geldi,  "Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunda Siyasi İdeoloji" başlığını işledi.

Program Özgür-Der Ankara Şubesinin konferans salonunda gerçekleştirildi.

D.Mehmet Doğan'ın konuşmasında öne çıkan anlatılar şunlardı:

1919/1923 yani Milli Mücadele'nin başlangıcı ki şimdi 100. Yılı itibari olarak öyle diyoruz. 100. yılındayız.  Bu kısa dönemle ilgili 1930'lardan sonra çok sayıda yayın yapılmış, içeride ve dışarıda kitaplar belgeler yayınlanmış ama bu temel çerçevede ciddi bir değişiklik meydana gelmiştir kabul etmemiz gerekiyor çünkü Mondros Mütarekesi 9 Ekim 1918…

Değerli arkadaşlar; 100. yılında olduğumuz milli mücadele, 1919 yılında başladığını kabul ettiğimiz milli mücadele, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra olması gerekirdi fakat genelde 1919 alınıyor çünkü Mustafa Kemal'in Samsuna çıkışı bir milat gibi görünüyor. Halbuki 1919'dan öncede Anadolunun bir çok yerinde bir takım mukavemet unsuları ortaya çıkmıştı. Müdafa-i Hukuk , Redd-i İlhak gibi cemiyetler kuruluyor. Dolayısıyla adeta kendiliğinden gibi görünse de bu kendiliğindenin arkasında bir İttihatçı aklın olduğu açık...

 Milli Mücadele'ye başlarken nasıl bir fikir zemini üzerine hareket edildi? Yani şunu demek istiyorum şimdi Mustafa Kemal paşa klasik anlatıma göre ne yaptı Samsun'a çıktı Hatta takip ediliyordu o takibi haber vermeden Samsun'a çıktı ve Milli Mücadele'yi başlattı ve bu Cumhuriyet kurma mücadelesiydi. yani saltanatı yıkma, hilafeti kaldırılma ve cumhuriyeti kurma mücadelesiydi.  Mustafa Kemal paşa bunu  ise çeşitli aşamalardan geçerek başardı. Böyle bir anlatım var. Halbuki Milli mücadelenin başlangıcından neredeyse  Lozan konusunda kesin mutabakat sağlanıncaya kadar arka planda çok güçlü dini bir takım kavramlarla halkın büyük kesiminin  desteklediği bir savaş. Başından sonuna kadar zafer kazanıldıktan sonra ...

27 Aralık Mustafa Kemal'in Ankara'ya gelişinin 100. yılı. Aralık 1919'da geldi. Herhalde bunun ile ilgili bazı kutlamalar yapılacak. Ankara'ya geldi. Gelir gelmez Ocak ayının başında Hakimiyeti Milliye diye bir gazete yayınlamaya başladı. Haftalık bir gazeteydi. Bu gazetenin her şeyi ile  Mustafa Kemal Paşa ilgilenmiştir. Sonra 3 Günlük 4 günlük 6 günlük falan olmuştur. Yazı işleri ile hatta abone işleri ile ilgilenmiştir. Çünkü böyle bir araca ihtiyacı var . Çünkü fikirlerinin ancak bu şekilde yayılabileceğini düşünüyor. Şimdiki gibi iletişim araçları yok. Dolayısıyla haftalık dahi olsa fikirlerinin yayılması için önemli. Böyle bir gazete çıkardı ve bu gazetenin bazı yazılarını kendisi yazdı. Bazı yazılara imza da attı ama çoğuna imza atmamıştır. Yahut müstear imzalar attı. Fakat fikir cephesini tamamen kendisi belirledi. İşte bu gazetede 5. sayısı olacak Hilafet ve Alem-i İslam diye bir başyazı yayınladı. Bu başyazı aslında Milli Mücadelenin fikri arka planını açıklayan bir yazıdır. Özeti Şudur:  Biz bu mücadeleyi Hilafete ve Saltanata dayanarak ve dünya Müslümanlarının desteği ile başarabiliriz. Ve öncelikle de Hindistan Müslümanlarının. O zaman Hindistan büyük bir İngiliz sömürgesiydi, diğer dünya müslümanlarının sömürge olması gibi... Ve Hindistan'da sömürgecilere karşı güçlü bir muhalefet oluşmuştu Bu muhalefetin başını Hint Hilafet  Komitesi denilen komite çekiyordu. Hinduların dahi destek verdiği bir organizasyondu bu. Gandi mesela Hint Hilafet komitesinin mitinglerine katılıp konuşma yapmıştı. Orada müslümanlar hem güçlü idiler hem etkiliydiler. Alem-i İslam ve Hilafet başyazısında da bütün bunlara atıf vardır.

İçerideki  kendini  işte bu işi bilir zannedenlerin farketmediğini Hindistan'daki Müslümanlar farkettiler ve bu konuda dünya siyasetini etkileyecek hareketler içinde oldular. Bana göre Milli Mücadele'nin başından sonuna kadar fikir örgüsünü ve arka planını veren önemli yazılardan biridir. Mesela Milli Mücadele'nin başlangıç döneminde daha Büyük Millet Meclisi açılmadan Mehmet Akif'in Ankara'ya davet edilmesi, yani o zaman birçok önemli yazarı-şairi var.  Bunlardan birisi değil. Mehmet Akif'in Ankara'ya davet edilmesinin sebebi de Mücadele'nin bu İslam zemini üzerinde yürütülmek istenmesinden kaynaklanıyor. 

Ankara'ya davet edilen Mehmet Akif o zaman İslam şairidir. Hem Osmanlı dünyasında hem İslam dünyasının tanınan bir şahsiyettir. Güçlü bir yayın organına sahiptir. Dolayısıyla bu mücadelenin sivil ayağında önemli bir rol oynayacaktır. Oraya davet edilmiştir ve onun Ankara'ya gelişi biraz önce söylediğimiz Hakimiyet-i Milliye gazetesinde haber olarak yer almıştır. İslam Şairi Akif Bey şeklinde haberleştirilmiştir. O günlerde Ankara'ya gelen çok sayıda şahsiyet var. İstanbul'daki Meclis kapatılmış. İstanbul Meclis-i Mebusan'ın milletvekilleri geliyor; komutanler, eski yöneticiler geliyor. Bunlarla ilgili bu gazetelerde listeler yayınlandı. Işte falan milletvekilleri geldi.  Ama iki kişi hakkında özel haber vardır. Birisi Ahmet Fevzi paşa diğeri de Mehmet Akif'dir.  Ahmet Fevzi Paşa, Fevzi Çakmaktır. Resmi olarak Milli Mücadele'nin Üç büyük komutanından biridir.

Milli Mücadele böyle dini bir muhteva üzerinden yürütüldü. Bunu her aşamada görüyoruz. Savaş bittikten sonrada Lozan mütabakatına kadar da Mustafa Kemal paşa yine dini üslubu, dini söylemi kullanmaya devam etmiştir. Lozan mutabakatı sağlanıyor. Ondan sonra bunun terk edildiğini görüyoruz. İşte bu dönüm noktası . Yani 1923 yılı Temmuz ayı ...

Aslında bize bir resim veriyor ki bu resimde Türkiye'nin bundan sonraki temayüllerini, gideceği yolu okuyabiliriz. Nedir bu resim? Lozan Antlaşması'nın imzalandığı büyük bir masa var. Bir otelde yapılıyor bu anlaşma. Lozan oteli... O otelin merdivenlerinde Türk delegasyonu İsmet paşa ondan sonra Doktor Rıza Nur ve diğerleri hepsi silindir şapkalarını giymişler,  merdivenleri çıkıyorlar ve anlaşmaya varıp geliyorlar. Bu açıkça ne üzerinde mutabık kalındığını gösteren bir resim. Halbuki bizim heyet Lozan'a kalpaklar ve feslerle gitmişti. Biz onları öyle uğurlamıştık fakat dönüşleri şapka ile oldu. Burada okunacak Çok mesaj var.

Cumhuriyete gidiş bir süreç biliyorsunuz. Bu süreç 1922, 30 Ağustos Zaferi, 9 Eylül'de İzmir'in istirdadı ve  kasım ayında da Meclisin bir karar vermesi gerekiyor. Daha doğrusu Mustafa Kemal İzmir kurtarıldıktan sonra kuzeye doğru çıkacak, Manisa, Balıkesir, Uşak ve Marmaraya gelecek boğazı geçecek ve İstanbulu kurtaracak. Böyle bir yola girilmemiştir. Girilseydi ne olurdu? İki uçlu bir şey yani Mustafa Kemal Paşa'nın padişahla hesaplaşması gerekirdi. Ya ona bağlılıklarını arz edecek işte kurtardık Anadoluyu kurtardık diyecek, ya da ihanet etmiştir onu ortadan kaldıracak.

Ayrıca da tabii Mustafa Kemal paşa gitmedi ama o Kuzeybatı bölgesine belirli askeri birlikler gitti. Mesela Çanakkale'ye askeri birlikler vardıklarında İngilizler ile karşı karşıya kaldılar. İngilizler zaten I. Dünya Savaşı sırasında boğazları ele geçirmek istedi. Savaş kaybedilince geldi işgal etti. Orada güçlü bir İngiliz birliği var. Bizim asker geldi. İngilizlerin karşısında. Burada bir çatışma olabilir miydi?  Bir çatışma olmadı yani. Mustafa Kemal Paşa'nın İngilizlere karşı nerede duracağını hesapladığı anlaşılıyor.

2. seçenek nedir? İstanbul'u tasfiye edecek. Eskiden Osmanlı Devleti'nin bir iktidar merkezi vardı oda İstanbul. Ama mücadelenin belli bir aşamasından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi kuruldu. Yeni bir siyasi Merkez teşekkül etmeye başladı. Yeni bir siyasi Merkez... Bu siyasi merkez gittikçe de güçlendi. Çünkü bu siyasi merkezi yönetenler Yunan kuvvetleri ile savaş halindedir. Sakarya Savaşı dönemini hatırlayalım. Sakarya'ya kadar gelmiş olan Yunan kuvvetlerini birinci aşamada Sakarya'da mağlup ettiler. 1 yıl sonra aşağı yukarı da ikinci bir savaş... Afyon bölgesinde bu savaş cereyan etti malum, bütün Yunan kuvvetlerini mağlup ettiler ve Yunanlılarla olan Anadolu'daki Savaşı'ı zaferle sonuçlandı. Bu zaferi Büyük Millet Meclisi komutanı kazandı. Onu büyük bir siyasi güç kazandırmış oldu. Mustafa kemal paşa sonra büyük prestije sahip ve dolayısıyla İstanbul'un otoritesi tam olarak tasfiye edilmeden Anadolu otoritesi de tam olarak sağlanamazdı.

Mustafa Kemal Paşa'nın Erzurum Kongresi'nde uzun bir konuşması var.  Bu konuşmada işte neden böyle bir işe giriştik? Bundan sonra ne yapılacağını filan bir takım konuları işliyor tabii her safhada halifeye hürmetlerini bağlılığını arz ediyor. Hatta bağlılıklarını Sadrazama da arz ediyor konuşmasının sonunda diyor ki: "Bizim padişahla aramızda bir sır var fakat şimdi bu sırrı burada açıklamak olmaz. Zafer'i kazanınca ne olduğunu açıklayacağım." Fakat Nutuk'da bulunmaz.

Osmanlı Devleti'ni tasfiye edilmesi ve Hilafetin ortadan kaldırılması ve yeni bir yapının desteklenmesi İngilizlerin asıl hedefiydi. Bunun ile ilgili 1919'da Erzurum'a gelen Wilson, İngiliz hükümeti İle bağlantılı birisi özel bir temsilci olduğu anlaşılıyor. Kazım Karabekir'e artık monarşinin zamanının geçtiğini söylüyor. Saltanat, krallık, imparatorluk bunlar bitti. Siz bunları bırakın. Cumhuriyet ilan edin. Biz sizi güçlü  olarak destekleyelim. Kazım paşa bunu duyunca çok telaşlanır. Hemen Kemal Paşa'ya telgraf çekiyor.   Kemal paşa da "Tamam sen onu dinleme bizim öyle bir niyetimiz yok. Padişaha, halifeye karşı değiliz. Böyle bir şey yapacak değiliz" diyor. Bunu maslahat icabı da söylemiş olabilir. Ama savaşın seyri belli bir safhadan sonra İngilizlerin İstanbul'u destekliyor gibi görünüp Ankara'yı desteklemesine dönüşmüştür. Lozan Anlaşması ile ilgili başlangıç noktası da Saltanatın kaldırılmasıdır. Saltanat kaldırıldıktan sonra  Lozan müzakerelerinin başlamasına İngilizler cevaz vermiştir.. O zaman anlaşılmıştır ki Padişahın İstanbul'u terk etmesi gerekiyor. Yani saltanatı kaldırmıştır. Ama Vahdettin de hala İstanbul'da yani Son Osmanlı padişahı...Ne zaman ki İngilizler onu aldı götürdü ertesi günü. Lozan görüşmeleri başladı.  Tabii Lozan müzakereleri sırasında Ankara hükümetinin hala Hilafete ihtiyacı var. İslam Dünyasının desteğine ihtiyacı var.  O yüzden Hilafet konusu Lozan'da resmi olarak gündeme getirilmemiştir. Ama biraz önce söylediğimiz bir nokta var resmi olarak gündeme getirilmemiştir ama bu konunun mutlaka bir mutabakat sağladığı kanaatindeyim. Yani Lozan temmuz ayında imzalandı. Hilafet de ertesi yıl Mart ayında kaldırıldı. Yani 6 aylık bir geçiş dönemi. Bu arada ne oldu? Bu arada Cumhuriyet ilan edildi. Tabi Cumhuriyetin ilanı çok şaşaalı heyecan verici milletin büyük bir iştiyakla kabul ettiği şeklinde anlatılır. Aslında darbe şeklinde olmuştur. Ankara dışındakilerin gelmesi için bir gayret sarf edilmemiştir. Ankara'daki bazı farklı görüş taşıyan milletvekillerinin önüne de polis dikilmiştir. 158 kişinin katılımıyla Cumhuriyet hava karardıktan sonra ilan edilmiştir. Dolayısıyla da öyle kutlamaya da o saatte vakit kalmamıştır. Top atışları yapıldığı söyleniyor. O sırada Kazım Karabekir Paşa da ordu müfettişi olarak Trabzon'da bulunuyor. Orada da to atıyorlar. Onlar da biz de milletvekiliyiz, mücadeleyi az çok sırtladık bizim bile haberimiz yok. Zaten Mustafa Kemal Nutuk'ta diyor ki işte birkaç arkadaşımla isimlerini sayıyor.  Çankaya'da oturduk onlara dedim ki yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz. Dikkat ederseniz bir başka arkadaşlara haber vermeye gerek görmedim demek istiyor. Yani sen bir Cumhuriyeti ilan edeceksin. Bu halk idaresi olacak. Ama arkadaşlarına bile haber vermeye gerek görmeyeceksin. Bu Lozan Mutabakati ile ilgilidir diye düşünüyorum. Hani biz Cumhuriyeti ilan etmeye mecburduk. Birincisi bu. Biz bunu istiyor olabiliriz. Bizim böyle ihtimalimiz olabilir ama bizden çok isteyen kimdir? İngiltere'dir. Adeta bir ev ödevidir. Bizim cumhuriyetin ilanı böyle olmuştur. Cumhuriyetten sonra olup bitenlerde bunun parçasıdır.

1924'ten itibaren dini kurumları ve medreseleri kapattık. Medreseler şöyle oldu böyle oldu . O ayrı bir bahis . Medreseler öyle oldu ama yani Medreselerin ıslahı diye bir şey vardı ve medreseler belli düzenlemelerle o zaman şartlarına uyarlanabilirdi. Ama ortadan kaldırılması gerekiyordu çünkü Milli Mücadeleyi kazandıran fikir terkedilmek zorundaydı. O terk edilince o fikrin arka planının bırakılması gerekiyordu. Hilafet kaldırıldı. Şeriye vekaleti kaldırıldı. Yerine Diyanet İşleri kuruldu. Tekkeler kapatıldı..

Tekkeler Anadolu'ya geçiş için üs olarak kullanmıştı. Bunlardan en meşhuru Üsküdar'daki Özbekler Tekkesidir. Yani camiler milli mücadeleyi desteklemiştir. Tekkeler desteklemiştir. Medreseler desteklemiştir. Bunların hepsi de ortadan kaldırılmıştır. Diyeceksiniz ki devam ediyor ama camilere gitmek de güçleştirilmiştir.

Tabii Şapka İnkılabı yine aynı seviyede bir şeydir. Yani Milli Mücadele başlarken deseydiniz düşmanı yeneceğiz size hekes gülerdi ama milli mücadele için herkes çalıştı. Şehitler Gaziler ve yiğit kadınlar var. Bunun için bütün bu değerler için hatta kıyafet için bile savaşmıştır. Tuhaf ama böyle bir şey olmuştur. Daha önemli daha sarsıcı olan da harf inkılabıdır. Yani Harf inkılabının bir medeniyet değiştirme devrimi olduğundan hiç şüphe yoktur. Yani İslami kaynakların okunamaz hale getirilmesi, İslami Dönemde yazılmış metinlerin okunamaz hale getirilmesi tarih ve medeniyet bilgisinin ulaşılamaz olmasına da yol açmıştır. 1928'de biliyorsunuz Harf İnkılabı yapıldı. 1933'te hem dil devrimi hem de İnkılap derslerinin başlaması var.

Cumhuriyet kurulduğunda mecburen Türkiye devletinin dini İslam'dır yazıyordu. 1928'de bu madde iptal edilmiştir. Altı ok ilkeleri yerleştirilmiştir. Yani dinin yerine ideoloji ikame edilmiştir. Yani Türkiye Devletinin dini İslam'dır yerine altı ok ideolojisi anayasaya konulmuştur. 1938'de ise laiklik ilan edilmiştir.

Bu sunumdan sonra öğrencilerin dönemle ilgili sorularını D. Mehmet Doğan cevapladı ve katılımcı öğrencilerin okuduğu Derin Tarih dergisinin büyük oranda Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu kitabından derlediği İstiklal Savaşının Örtülen Tarihi adlı kitabını imzaladı.

6350-002.jpg

6352-002.jpg

Haber-Foto: Enes Küçükyıldız

Önceki ve Sonraki Haberler