Antalya: Susmak Onaylamaktır, Susmayacağız!

Antalya: Susmak Onaylamaktır, Susmayacağız!

Özgür-Der Antalya Temsilciliği tarafından düzenlenen "Başörtüsüne Özgürlük" eylemi Antalya kapalı yolda gerçekleştirildi. 2 Ağustos 2009 Pazar günü saat 13:30'da gerçekleştirilen eyleme çok sayıda duyarlı insan katıldı.

Sunumunu Fahriye Hacıoğlu'nun yaptığı açıklamada, dünyada ve Türkiye'de meydana gelen zulümler vurgulandı ve özellikle katsayı adaletsizliğinin giderilmesine yönelik çalışmanın toplumda meydana getirdiği olumlu havaya rağmen yasakçıların yürütmenin durdurulması talebiyle Danıştay'a müracaat etmeleri kınandı. Hukuk ve özgürlüklerin genişlemesi yönünde atılan her olumlu adımı bastırmayı varlık nedeni bellemiş statükocu kafa, kendi kararlarını yemek pahasına gözü dönmüş bir tutum içinde hukuku saymadığı gibi kendi kanun ve içtihatlarını da görmezden gelip, söz konusu Müslümanlar olduğunda hiçbir ilkeyi tanımayacağını bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Sık sık sloganlarla (Uyan Diren Özgürleş, Cuntaya Hayır Başörtüye Özgürlük, Zulme Karşı Direneceğiz, İnsanlık Susma Zulüm Her Yerde) kesilen açıklamada Çin'de "Uygur Müslümanlarına" yapılan zulüm kınandı. Almanya'dan gelen acı haber Merve Şirbini kardeşimizin katledilmesi lanetlendi.

Yasakçıların tüm çabalarına rağmen dirençlerimizin kırılamayacağı vurgulandıktan sonra açıklama son buldu. Basın açıklamasının ardından "La İlahe İllallah ve Kurşun Yarası" isimli ezgiler basın açıklamasına katılanlarca söylendi. Tekbirler getirilerek grup dağıldı.

 

Basın açıklamanın tam metni:

Susmak Onaylamaktır, Zulme Karşı Susmayacağız!

Yine zulüm ve haksızlıklarla dolu, tahammülsüzlük ve azgınlıklarla yoğrulan günlerden geçiyoruz. Yaşadığımız ülkede ve yeryüzü genelinde inancından, kimliğinden dolayı Müslümanlar acı çekmekte, türlü saldırılara maruz kalmakta. Dünya ise sanki mağdurların, mazlumların, müstezafların seslerine kulak tıkamış durumda. Zalimlerin, gasıpların pervasızlığını artıran, daha fazla zulüm ve haksızlık yapmalarını teşvik eden bu tutum bir tür suç ortaklığı işlevi görmekte.

Geçtiğimiz ay Çin'de, Müslüman Uygur halkına yönelik on yıllardır uygulanan baskı ve şiddet politikasının yeni bir örneğine tüm dünya şahit oldu. Sokaklarda Müslümanlara yönelik linç görüntüleri bir insanlıktan çıkmışlık halinin göstergesi olarak dünyanın yüzünü kızartmaya yetmeliydi!

Ya sözümona çok medeni, insan haklarına gayet saygılı Avrupa'da yaşanan ve Müslümanlara karşı sistematik biçimde sürdürülen ırkçı-ayrımcı politikaların etkisini yansıtan Merve Şirbini cinayetine ne demeli?

Almanya'da yaşayan Mısırlı genç bir Müslüman hanım olan Merve Şirbini başörtülü olması sebebiyle rahatsız edilmesinden dolayı mahkemeye başvurdu. Fakat 32 yaşındaki bu eczacı bayan hakkını aradığı ve güvenceye alınmasını istediği Dresden Mahkemesi'nde gerçekleştirilen duruşma esnasında, sanık tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

Alex W. adlı 28 yaşındaki Alman genç, başörtülü olmasından dolayı "terörist" olduğunu iddia ettiği Mısırlı bayanı, tam 18 yerinden bıçaklayarak feci bir şekilde katletti. Kadın hamileydi ve saldırgan Almanın hançeri henüz annesinin karnında olan cenine de isabet etti.

Eczacı bayanın eşi Dr. Ulvi Ukazi de hanımını kurtarmaya çalışırken, saldırgan Alman genç tarafından birkaç yerinden bıçaklandı. Dr. Ulvi Ukazi' ye eşini kurtarmaya çalıştığı esnada, mahkeme salonundaki polis tarafından da kurşun sıkıldı. Daha sonra yapılan açıklamada, polisin attığı kurşunun yanlışlıkla isabet ettiği ileri sürüldü. Fakat ne kadar ilginçtir ki, genç bayanı 18 yerinden, bu arada onu kurtarmaya çalışan eşini de birkaç yerinden bıçaklamaya yetecek kadar vakit bulabilen saldırgana, yanlışlıkla da olsa isabet etmeyen kurşun hayat kurtarmaya çalışan şahsa isabet ediyordu.

Türkiye semalarında da değişmeyen standart zulüm, başörtüsüne ve İslami kimliğimize yönelik baskılar olarak devam etti. Kelimeler tükendi ama bu zulmü mümkün kılan zihniyet kendini ve zulmünü üretmekte zorluk çekmedi. Bir ülke, işlenen zulümlere kulaklarını tıkamış, gözlerini kapamış üç maymunu oynayarak ürettiği sorunları görmezden gelerek çözebileceğini sandı yine.

Geçtiğimiz ayın ilginç gelişmelerinden biri YÖK'ün katsayı adaletsizliğini gidermeye yönelik aldığı karara verilen tepkilerdi. Katsayı adıyla tam on yıldan fazla bir süredir uygulanan eşitsizliğin, adaletsizliğin kaldırılması bekleneceği üzere haksızlık ve adaletsizlik düzeninin muhafızlarını tedirgin etti. Görevi hukuk devleti ilkelerine uygun biçimde hak ihlallerine karşı çıkmak olması gereken İstanbul Barosu YÖK'ün aldığı kararın iptal edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması talebiyle Danıştay'da dava açtı. Daha önce katsayı düzenlemesinde yetkinin YÖK'te olduğuna hükmeden Danıştay'ın şimdi nasıl karar vereceğini, açıkça tutarsızlık anlamına gelen bir tutumla eski kararına aykırı bir tutum mu sergileyeceğini yoksa tutarlı davranarak İstanbul Barosunun talebini geri mi çevireceğini yakında göreceğiz.

Burada bu vesileyle bir kere daha hatırlatırız: Danıştay bugün dek sayısız kararıyla hukuka değil, resmi ideolojik bağnazlığa uygun hareket ettiğini ortaya koydu. Ama burada kısa bir süre önce verilmiş bir karar mevcut. Ve eğer şimdi bu kararın yok sayılması anlamında bir karar verilecek olursa bu katsayı uygulamasının meşruluğuna değil, Danıştay'ın tükenmişliğinin, çürümüşlüğünün delili olacaktır!

Türkiye'de İslami hassasiyet sahibi insanlara yönelik dayatmalar ciddi bir toplumsal huzursuzluk kaynağı olmayı sürdürüyor. Bu baskıcı uygulamalar her kesimden insana hayatı dar etmekte. İşte Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın eşlerini de hedef alan ve adeta kendilerine karşı tedbir alınması gereken tehlikeli yaratıklar konumuna oturtan yeni bir belge gündemde. Böylece Milli Güvenlik Siyaset belgesinden sonra, Mili Güvenlik Başörtüsü belgesi adıyla anılmayı hak eden bir eylem planının da mevcut olduğunu öğrenebildik.

Buna göre Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesinden iki ay sonra Genelkurmay'ın resepsiyon ve törenler için yeni bir protokol kuralı hazırladığı ortaya çıktı.

Tüm birliklere gönderilen protokol kuralında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrunnisa Gül ima edilerek, türbanlıların askerî hastane ve tesislere alınmaması isteniyor. Protokolde, türbanlı eşlerin ve DTP'lilerin de bulunabilecekleri hatırlatılarak 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıs resepsiyonlarına gidilmemesi emrediliyor.

Devleti en üst düzeyde temsil etme konumundaki zevatın dahi yeri geldiğinde başörtüsünü hedef alan bu düşmanlık ve saldırganlıktan yakasını kurtaramadığı; saçmalığın zirve yaptığı ve hukuksuzluğun adeta sıradanlaştığı, normalleştiği bu ortamın toplumun ruh sağlığını ifsad ettiğini kim inkar edebilir? Ne var ki, tüm bu abes uygulamaların failleri hiçbir şey olmamış gibi icraatlarını sürdürebiliyor, insan hakları konusunda duyarlı olduğu iddiasıyla ortaklıkta dolaşan basın yayın organları ise bu ifşaatları görmezden gelebiliyor.

Statüko yanlısı çevreler görmezden geliyorlar. Zaman zaman daha ileri gidip zulme doğrudan taraf olma yönünde tavırlarla sahnedeki yerlerini alıyorlar. Toplumu susturmayı, gidişata karşı tepkileri bastırmayı hedefliyorlar. Ama yanılıyorlar! Adaletten, haktan ve özgürlükten yana talepler asla bastırılamaz, bu taleplerin sahipleri asla susturulamaz. Baskı ve tehditle, gayrı insani, gayrı hukuki, gayrı ahlaki dayatmalarla belki kısa sürelerle zalimler amaçlarına ulaştıklarını düşünebilirler. Ama uzun dönemde yanıldıklarını mutlaka anlayacaklardır. İslami inancımızın yüklediği sorumluluk ve kimliğimizin sağladığı kararlılıkla mücadele etmeyi sürdüreceğiz ve yasakçıların, dayatmaların saçmalıklarını tarihin çöp tenekesine yollayacağız.

ÖZGÜRDER ANTALYA TEMSİLCİLİĞİ

 

Önceki ve Sonraki Haberler