“Konfor Tutkusu ve Kurtuluş Çabası”

“Konfor Tutkusu ve Kurtuluş Çabası”

Antalya Özgür-Der’de “Konfor Tutkusu Ve Kurtuluş Çabası” Semineri Yapıldı.

Çarşamba Derslerinde bu hafta "Konfor Tutkusu ve Kurtuluş Çabası" semineri yapıldı. Her hafta farklı bir konuyla işlenen derslerde bu haftanın sunumu Nazik Hoyraz tarafından yapıldı.

Nazik Hoyraz sunumuna "Konfor/Konformist" kavramının tanımını yaparak başladı: "Konformizm, uymacılık, yürürlükteki kurum ölçüt veya şartlara kesin olmayan katı kalıplara eleştirici bir değerlendirme yapmaksızın uymaktır."

Buna göre konformizm, mevcut düzenle herhangi bir çatışması olmayan hatta ona bağlı ve onunla uyuşma içinde olan demektir. Fransızca olarak ise boyun eğen, intibak eden, uyum sağlamış anlamına gelir.

Comfort (rahatlık) ise, konforunu seven, rahatına düşkün anlamına gelen bir sıfatmış gibi değerlendirilmekte ve gündelik hayatta bu yanlış tanımıyla kullanılmaktadır. Bu noktada bizlerin "Konfor ve konformist tanımına baktığımızda Müslümanın durması gereken yer neresidir?" sorusu karşımıza çıkmaktadır.

Hoyraz daha sonra konuşmasına şu şekilde devam etti:

Bütün peygamberler toplumu yeniden inşa etmekle görevlendirilmişlerdir. Var olan cahili toplum değerlerini yıkıp, asıl olması gerekeni "vahiy" vasıtasıyla getirmişlerdir. Hz. Muhammed'e (sav) ilk vahyin gelişiyle birlikte cahili Arap toplumu doğru kabul ettiği değerleri sorgulamak zorunda kalmıştır. Bu noktada cahili toplum üyeleri kimliklerini kaybetmeme, rahatını bozmama (konforunu) adına toplumun tüm değerlerine (yanlışlarına) sahip çıktılar. İşte mümin ve müşrik arasındaki ayrım, genel geçeri olduğu gibi kabul etmemek, sorgulamak, doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü vahye göre belirlemek ve belirleyen olmakla ortaya çıkmıştır.

Şimdi şu soruyu kendimize soralım: "Toplumda zengin olan, kabul gören, her şeyi alabilecek bir güce sahip olan Hz. Hatice'yi karnına taş bağlayacak kadar açlığa mahkum eden, parasını ihtiyacı olan insanlar için harcamaya sevk eden nedir?" Bu soruya cevap verebildiğimizde, bir de Hz. Hatice'yi anlayabildiğimizde, Allah'ın istediği gibi kul olma vasfının ne demek olduğunu kavrayabiliriz. Elbetteki hepimiz Kur'an'ı yaşayarak, anlamaya çalışarak iyi bir mümin olabileceğimizi biliyoruz. Bu noktada söylemek istediğim, bizler Kur'an'ı yaşamaya çalışırken, toplumun genel kurallarıyla aramız nasıl? Bir anlamda toplumun değerlerinden vazgeçebiliyor, rahatımızı bozabiliyor muyuz? Toplumun değerleriyle çatıştığımız halde onları terk edebiliyor muyuz? Sorular çoğaltılabilir. Ben bu noktada (konfor) yaşadığımız mekanların bizim üzerimizdeki etkisinden bahsetmek istiyorum. Çünkü yaşadığımız mekanı sorgulamak, bizim düşünce biçimimizi de ortaya çıkaracaktır. Bizler mekanın mı ürünüyüz? Yoksa mekan mı bizim ürünümüz olmalı? Yine bu soru da Müslüman olduğunu iddia eden bizler için önemli bir sorudur. Bizler su gibi içine girdiğimiz kabın şeklini mi alıyoruz? Yoksa içine girdiğimiz kabı mı şekillendiriyoruz? Kabın şeklini almak bir anlamda konformist bir kimliği inşa ederken, içine girdiğimiz kaba şekil vermek de mümin kimliğini inşa edecektir. Bizler var olduğumuz toplumu kendimizde şekillendirmeden, mümin kimliğini inşa edemeden, değiştiremeyiz. Şu ayet bu noktada önemlidir: "Siz başkalarına iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz?" (2 Bakara 44 )

Bugün İslam dışındaki tüm yaklaşım ve görüşleri cahili olarak tanımlamak mümkünse de, bunların yaşadığımız hayatla iç içe olması da kaçınılmazdır. Biz bugünün değerlerini belirlerken, dünden bağımsız olamadığımız gibi, bugünden de bağımsız olamayız. Ancak yaşadığımız çevrenin bize dayattıklarını, kabul ettirmeye çalıştıklarını fark ettiğimizde Allah'ın olmamızı emrettiği şahsiyetler olabiliriz. İçinde yaşadığımız evler, giysilerimiz, kullandığımız eşyalar bizim düşüncelerimizin, yaşam tarzımızın, inancımızın dışa yansıyan bölümüdür.

Üniversitede "Şehir Tarihi" dersinde Osmanlı şehri, mahallesi ve evlerini görmüştük. Bu evler yapılırken insanların ihtiyaçları ve yaşam tarzı dikkate alınarak yapılmıştı. Bahçeli 2-3 katlı evler ve sokakla arasında yüksek duvarlar olan evler vardı. Bu duvarların yapılış amacı yabancı gözleri mahrem olandan uzak tutmaktı. O zamanlar insanların yaşam tarzı için uygun gördükleri evler bunlardı. Osmanlı döneminde mahalle aynı mescitte ibadet eden cemaatin aileleriyle birlikte ikamet ettikleri şehir kesimiydi. Bu mahallede birleştirici olan mescitti. Bu noktada mahalle birbirini tanıyan, birbirinden sorumlu ve sosyal dayanışma içinde olan insanların yaşadığı bir yerdi. Günümüze baktığımızda ise mahallenin sınıfsal özelliğinin ön plana çıktığını görüyoruz. Mahallede mekan paranın sağladığı güçle alınır ve mekanın teşhir edilmesiyle hayat bulur. Bir nevi geçmişin her sınıfını barındıran Osmanlı Mahallesi gitmiş, yerini teşhirciliğe bırakan yeni bir mahalle tipi doğmuştur. Bunlar güvenlikli, otoparklı, havuzlu belli bir gelir düzeyinden insanların oturduğu, dilenci ve yoksul insanların girmesinin yasak olduğu özel alanlardır. İslam dünyasında her ne hikmetse zenginlik "rahat yaşama düşüncesi"ne dönüşmüş, zengin ve yoksul ayrımı belirginleşmiştir.

Bizim hayatımızı, yaşantımızı, dünya görüşümüzü, yaşayacağımız evleri, nasıl giyineceğimizi belirleyen şey nedir? Bu soruya hepimizin vereceği cevap "Vahiy" olacaktır. Ancak gerçekten yaptığımız şeyleri, Allah'ın rızasını gözeterek mi yapıyoruz yoksa konformizmin tuzağına mı düşüyoruz? Bugünkü medeniyet anlayışının bize dayattığı "israf, hırs ve aşırı tüketimin" farkında mıyız? Rahat yaşayacağız diye kapı komşumuzun aç uyumasına razı mı olacağız? Savaşta, işgalde ve sürgünde olan insanları unutacak mıyız? Görmezden mi geleceğiz?

"Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar." (25 Furkan 67)

Sunumdan sonra katkı sağlamak isteyenler konuştular ve soruların ardından ders sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler