“Mekke Pratiği ve Günümüz Sorunları” Semineri

“Mekke Pratiği ve Günümüz Sorunları” Semineri

Özgür-Der Antalya Temsilciliğinin düzenlemiş olduğu aylık konferansların bu ay ki konusu “Mekke Pratiği ve Günümüz Sorunları” idi. Konferansı Hüseyin ALAN sundu.

"Mekke Pratiği ve Günümüz Sorunları" konusu üzerine sunumunu yapan Hüseyin Alan özetle şunları söyledi:

 "Mekke Dönemi" olarak değerlendirdiğimiz İslamın tebliğ ve yayılış döneminin ilk safhasıdır bu dönem. Resulullah'ın doğduğu buyüdüğü ve hayatının büyük bir kısımını geçirdiği Mekke aynı zamanda Vahy'in merkezidir. Resulullah kırk yaşına varana dek o toplumun en önemli kabilelerinden biri olan Kureyşin bir bireyi olarak hayatını sürdürmüştür. Kendisine Vahiy gelmeden önce de toplum tarafından güvenilir ve dürüst bir Kureyşli olarak bilinirdi. Vahiy geldikten sonra da o'nun yalan söylemediği insanları kandırmadığı açık bir şekilde bilindiği halde; iktidar, makam, kariyer ve güçlerini kaybetme endişelerinden dolayı Mekke Kabileleri Hz.Peygamberin Peygamberliğini kabul etmemek için bütün güçlerini kullanmışlardır.

Mekke, öteden beri biline geldiği ve sürekli üretilerek yaygınlaştırıldığı gibi basit, ilkel, kabilevi özellikler taşıyan; talan, hırsızlık, cinayet ve adam kaçırma işleri ile geçinen; kan davaları ve bedevi özellikleri dolayısı ile sürekli savaşan; siyasi nitelikli kuralları ve toplumsal kurumları gelişmemiş toplumlardan bir toplum değildir. Bilakis Mekke toplumu, özellikleri olan, devlet ve medeniyet kurma niteliklerine sahip, bunu da mevcut yapısında ve işleyişinde gösteren nitelikli bir toplumdur.

Döneminin bir İran'ı yahut Bizans'ı gibi kurumsal yapıları, şehirleri, muvazzaf ordusu ve yazılı kuralları olan bir toplum ya da imparatorluk değildir ama, kısa sürede onları mağlup ederek dönüştürebilecek ve kendi medeniyetini kurup yaygınlaştırabilecek kadar yetenekli, beceriklidir. Bizans ve İran gibi o dönemin süper güçlerine haraç vermeyen ve karşı durabilen son derece güçlü, kendine güvenen, güçlü kabilelerden oluşan bir toplumdu. Bir çok alanda gelişmiş, kuralları ve kurumsal değerleri  olan özellikli bir toplumdur. Dünya tarihinde böyle varlık gösterebilmiş sayılı toplumlardan da bir toplumdur ayrıca. Bu işi İslamlaştıktan sonra yapmış olmaları artı bir özelliktir ama, başka bir şekilde de yapabileceklerini gösterir nitelikte oldukları da bir vaka'dır.

Mekke toplumunu oluşturan kabileler ortak bir geleneğe, ortak bir asabiyeye, ortak bir toprağa ve yücelttikleri ortak bir geçmişe sahiptirler. Diğer toplumlarda olduğu gibi onlar da kendilerini üstün tuttukları özelliklere sahip, meziyetli ve becerikli niteliklerle donatılmış kahraman bir toplum olarak görmekteydiler. Kutsalları, sembolleri, saygı ile korudukları inançları ve itibar ettikleri değerlerinin yanında, kendilerine olan bağlılıkları, onları, ezberlettirilmiş sıradan, vahşi ve basit bir kabileden, batıcı ayrımla ilkel bir feodaliteden çok farklı kılmaktadır. Kureyş toplumu da kendilerini bir arada tutan "zorunlu" ve "gönüllü" olmak üzere iki temel ilkeye dayandırmaktaydı.

Peygamber (a.s) vahy'i tebliğ ettiği ilk andan itibaren o güne kadar yolunda giden toplumsal işlerinin ve hayatlarının, artık önemli bir değişikliğe uğrayacağı görülüyordu. Muhammed (s)'ın işe öncelikle, toplumu ayakta tutan temel ideolojilerini (din ve asabiye), kuruluş ilkelerini ve yapısal hiyeraşilerinin meşruiyetini eleştirerek başlaması, dikkate şayandır. Eski yapıyı ayakta tutucu veya tamir edici niyet ve söylemde değil, eski yapıyı kökten değiştirici ve yeni bir toplum inşa edici olarak ortaya çıkması da, keza dikkate değerdir. Belli olmuştu ki, hemşerileri Muhammed, topluma hem 'zorunlu' ve hem de 'gönüllü' olarak katılmayı değil, hasarlı yanlarını tamir niyetli değil, içerden bir muhalefeti ve dolayısı ile bir noktada uzlaşmayı değil, tam aksine toplumun kurucu ve ayakta tutucu temellerine esastan muhalefet ederek değiştirmeyi, dönüştürmeyi ve yerine yeni bir toplum inşa etmeyi hesaplıyordu.

Muhammed (s)'ın getirdiği yeni din; kendine has yeni bir yaşama biçimi, yeni değerlere göre yeni ilişkiler ve yeni bir toplum ( vasat ümmet ) inşası öngörmekteydi. Allah'ın, kitabında ve Mekki surelerde ısrarla bildirdiği bu duruma yönelik beyanları ve hakikatları bu doğrultuda özetleyecek olursak bu din;

a)İnsanların "yaratılışa dair" bildiklerini düzeltiyor, ezberlerini bozuyor yani değiştiriyordu; insan ve kâinatın, yerlerin ve göklerin ve içinde olan her şeyin yaratıcısı, yoktan var edicisi Allah'dır. Bu Allah gören ve gözetendir, işiten ve duyandır, bilen ve karar verendir, güçlü ve muktedirdir

b)"Hayatın anlamı"nı değiştirecek, yeni bir anlam kazandıracaktır. Bu hayat sınanmak için yaratılmış, ona göre düzelenmiş ve imtihan edilecek olanlar uygun yeteneklerle donatılmıştı. Öyleyse bu dünya hayatını, bir oyun ve eğlence gibi görmeyin, kendi aranızda yaptığınız bir yarış gibi sanmayın. Her şey taktir edilmiş bir hesap ve düzen üzeredir.

c)Başıboş, amaçsız, sorumsuz ve hedefsiz olduğunu sanan insanoğlu, artık hayatına bir "değer katma"lıydı. Yapıp ettikleri her şey de hayır-şer, iyi-kötü gibi genel bir ölçüyü gözetmeli, bu ölçüyü koyma hakkı da Allah'a tanınmalıydı. Kullar yaşantısında bu ölçülere riayet etmelidir.

d)Hakikatin ve "bilginin kaynağı" vahiydir. Vahiy'in bildirdiği dışında başka bir hakikat yoktur. Öyleyse ona teslim olun, onu size bildiren ve öğretene itaat edin. Size, sizden birini elçi olarak yollayan Allah, nasıl yapmanız gerektiğini de size onunla gösterecektir.

Mekke'de Müslüman olmak demek; mevcut hakikat kabulleri ve dayanağının, önceden üstün tutulan ilkelerin en başta değiştirilmesi, yeni ilkelerle donanım demekti. Bu aynı zamanda filozofik bir değişimi, imanı bir dönüşümü, mutmain bir kararlılığı ifade ediyordu. Çetin ve zorlu olan bu değişim ve kabuldür. Bir kez bu değişimi ve dönüşümü gerçekleştiren insan, yani mümin olup teslim olan bir kul, artık başka bir şey olamazdı. İşte bu iş kolay bir iş, bu değişim kolay bir değişim değildir. Hayati bir karardır; bizzat bir tercihtir, zorlu bir süreç ister ve mutlaka sonuçları vardır. Bunun için ciddi bir çaba gösterilir ve karşılığı olan bedeli de ödenir. Bu bedeli ödeyenlerin imanı kıymetlidir, anlamlıdır ve geçerlidir.

Önceki ve Sonraki Haberler