Batman’da “İbn Tumert ve Muvahhidler” Semineri

Batman’da “İbn Tumert ve Muvahhidler” Semineri

Batman Özgür-Der Şubesi’nde Yusuf ÇELİKAL sunumuyla İbn Tumert ve Muvahhidler devleti işlendi.

Yusuf ÇELİKAL sunumu:

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden nehyedersiniz. Ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitab da inanmış olsaydı kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinde iman edenler olmakla beraber, çoğu gerçek dinden çıkmış fasıklardır. ( Ali imran 110 )

İbn Tumert ve Muvahhidler Devleti

"Onların içinde yaşıyorum, ama ben onlardan değilim /Altın da toprak içindedir (ama o toprak değildir)."

Ebu Abdullah Muhammed İbn Tumert El-Mehdi El-Heregi, zamanın Murabıtlar Devletinin merkezi olan Marakeş'in güneyinde Cebeli Sus'ta bir köyde (İçli İnvargen) dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası köyün camiinde kandilci (sarrac) idi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1077 ile 1088 yılları arasında bir tarih olduğu kabul edilmiştir. İbn Tumert gençlik yaşına kadar doğduğu bölgede hayatını sürdürmüştür. İbn Tumert, gençlik yaşına gelince artık kendi çevresine sığmaz olmuş ve kendisi için daha çok şey öğreneceği yerler aramaya koyulmuştur. Bu amaçla önce kendisine en yakın ilim merkezi olan Endülüs'teki Kurtuba'ya gitti. Daha sonra İslam dünyasındaki önemli ilim merkezlerinden Kahire, Şam ve Bağdat'a gitti. İmam Gazali ve Ebu Bekr Tartuşi gibi alimlerle birlikte gittiği her yerdeki alimlerle görüşerek günün ilmi seviyesini aşmaya çalıştı. Daha sonra Mekke'ye giderek uzun süre orada kaldı. Kur'an ilimleri, hadis, fıkıh ve kelam konularını en iyi şekilde öğrenme fırsatı buldu. Ve sonunda tüm bu bilgilerinin yönlendirmesiyle ıslahatçı bir kişilik kazanmış oldu.

Arapça ve Berberi dillerini çok güzel (fasih) konuşan ve çok cesur bir şahsiyet olarak yetişen İbn Tumert, gittiği her yerde İslam dışı düşünce ve davranışlara şiddetle muhalefet etti. Allah'ın emirlerini ne pahasına olursa olsun açıkça ortaya koymaya çalıştı. Onun bu özelliği daha Mekke'deyken başına işler açmaya başladı. Mekke'den Mısır'a geçti. Onun bitmez tükenmez mücadele ruhu onu orada da rahat durdurmadı. Sonuçta oradan canını zor kurtararak İskenderiye'ye oradan da ülkesine dönmek üzere gemiye bindi. Bu yolculuk onu çok çetin mücadelelerle dolu yepyeni ufuklara taşıyacaktı. "Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu imanın en zayıf halidir." mealindeki hadisi hayatı boyunca temel düstur olarak alan bu mücadele adamı, hiçbir zaman imanın en zayıf noktasında kalmaya razı olmadı. Daha gemiye biner binmez çevresindekilere namaz kılmalarını ve Kur'an okumalarını söylemeye başladı. El-Mehdiyye'de ininceye kadar bildiği doğrular çerçevesinde davetini sürdürdü.

Temel kaynak olarak Kur'an, sünnet ve sahabe icmasını alan ibn Tumert, taklidi şiddetle eleştirerek insanları dinlerinin kaynağı olarak Kur'an ve sünneti kabule davet etti. Mehdiyye'de belli bir müddet kaldıktan sonra, Bacaya'ya geçti. Bacaya köylerinde faaliyetlerini sürdürürken Melale'de gelecekte kendisinin veliahtı ve kurduğu devletin en büyük adamı olacak Abdulmü'min de kendisi gibi ilim öğrenmek üzere doğuya gitme kararında olduğunu söylemekteydi. Ancak İbn Tumert'le tanışması onu fikrinden vazgeçirdi. Bu tarihten itibaren ölünceye kadar onu hiç bırakmadı, İbn Tumert'in kurduğu onlar meclisinin en gözde üyesi ve başdanışmanı, başkomutanı oldu.

Sürekli hareket halindeki İbn Tumert, İnşiriş yoluyla Mağrib'e ve oradan da Telmasan'a geçti. Telmasan'dan sürgün edilen İbn Tumert, Meknase'ye geçti. Ancak oradan da taşlı sopalı saldırılarla kovuldu. Ve sonunda Murabıtlar Devleti'nin merkezi Marakeş'e ulaştı. İyiliği emir ve kötülüğü yasaklama hırsı ve gördüğü kötülükleri en azından diliyle değiştirmeye olan inancı onu sürekli eza, cefa, sürgün, hakaret... vb. ile karşı karşıya getirdi. İnançlarını yerine getirirken hiçbir tepkiden çekinmeyen İbn Tumert, ıslahatçı hareketini sürdürürken karşısındakinin sıradan insan, ileri gelen ve hatta devlet başkanı bile olması onu kelimeleri eğip bükmeye, inandığını gizlemeye sevk etmedi. Ve bir gün Marakeş sokaklarının birinde günün emiri Ali b. Yusuf ibn Taşfin'in kız kardeşini de tesettürsüzlüğünden dolayı şiddetle eleştirdi. Bu olay üzerine emir kendi taraftarı olan alimlerle İbn Tumert'i karşı karşıya getiren bir toplantı tertipledi. Emir'in isteği üzerine ve Emir'in gözetiminde düzenlenen bu toplantı öncesinde Emir kendi tarafları olan alimlerine İbn Tumert'in kendilerinden ne istediğini sormalarını istedi. Meriyye Kadısı Muhammed b. Esved'in "adil, halim, hak ve hukuka bağlı ve Allah'a itaate özen gösteren melikimiz hakkında söylediğini duyduğumuz şeyler için ne diyeceksin?" şeklindeki sorusuna, İbn Tumert; kendisinin söylediklerine her zaman sahip çıkacağını, ancak onların Melik hakkında söylediklerinin ispata muhtaç sözler olduğunu ve Melik'i kibirlendirerek zarar vermekten başka işe yaramadığını ve yine bu sözlerin alimlere yakışamayacağını söyleyerek eleştirilerine şöyle devam etti: "Ey Kadı sen her yerde açıktan içki satıldığını, domuzların müslümanlar arasında dolaştığını, yetimlerin haklarının yendiğini bilmiyor musun?" dedi ve daha buna benzer eleştirilerde bulundu. Onun konuşmalarından etkilenen melik, çevresindeki alimlerin onun ölümle veya hapisle cezalandırılması gerektiğini, çünkü ileride başına bela olacağını söylemelerine rağmen sürgün etmekle yetindi. Bu olaydan sonra İbn Tumert ve arkadaşları Ağmat'a gittiler. Oradan da Müsademe dağlarındaki Tinmal'e giderek oraya yerleştiler. İbn Tumert artık her an kendisine yönelik bir saldırı olacağını hesapladığı için Tinmal çevresini müstahkem hale getirdi ve oraya bir de cami yaptırarak üs olarak kullanmaya başladı.

Tinmal'e yerleşen İbn Tumert faaliyetlerini daha sistemli bir şekilde yürütmeye çevresindeki adamlarını teşkilatlandırmaya başladı. O halkın yanlış yolda olmasının ve hatalı davranışlarının en büyük sorumlusunun devlet başkam olduğunu söyleyerek, ülkedeki haksızlık, zulüm ve her türlü kötülükten, öncelikle devletin sorumlu olduğunu işliyordu.

İbn Tumert 1123 (Hicri 514) senesinde zulüm ve azgınlıkla dolu yeryüzünü adaletle doldurmak üzere çalışacak olan Mehdi olarak biat almaya başladı. On kişilik bir danışma grubu oluşturdu ve baş danışman olarak Abdulmü'min'i seçti. El-Cemaa adı verilen bu on kişilik şuradan başka 50 kişiden oluşan ve yine takipçilerinin ileri gelenlerinden oluşan bir meclis daha oluşturdu. Bunlara da el-mü'minun veya el-muvahhidun denilmiştir. Bu Muvahhidun kelimesi aynı zamanda onun kurduğu hareketin ve devletin adı oldu. Burada Halil Edhem'in "Düveli İslamiyye"sinden şu cümleleri iktibas etmek istiyorum: "İbn Tumert o zamanlar Mağrib'de hükümferma olan müşebbihe ve mücessime mezhebine karşı şiddetle muğteriz bulunarak Eş'ariye'yi terviç ve vahdeti ilahiyi ilan eylediğinden taifesine "Muvahhidun" namı verilmiş ve kendisi de el-Mehdi unvanıyla taife-i mezkurenin imametini kabul eylemişti"(s.5O). Buradan da anlaşılacağı gibi onun Mehdiliği imamet yani liderlik anlamındadır.

El-Mehdi'nin Tinmal'deki faaliyetleri kısa süre sonra hakkında ölüm fermanının çıkmasına yol açtı. Ama artık o da yalnız değildi. İbn Haldun'un ifadesiyle yanında, ölünceye kadar savaşmak üzere kendisine biat eden, canlarını feda ederek onu koruyacak olan, onun davetini yaymak ve galebe getirmek üzere kalplerinin bütün kuvvetleriyle ecir ve sevap isteyen adamları vardı. Bu sıcak ilişkilerin olduğu günlerde artık İbn Tumert Musadede dağlarındaki Berberi kabilelerin tam desteğini almış durumdaydı. Ve Sus, Muvahhidler'in eline geçti. Arkasından Abdulmü'min ve Venşereşi gibi gözde adamlarının da bulunduğu, onbin kişiden (bir başka rivayete göre kırk bin) oluşan atlı ve yaya bir güçle Marakeş, yaklaşık birbuçuk ay muhasara edildi. Ancak başarılı olunamadı, yenilerek geri çekilmek zorunda kalındı.

Marakeş hezimetinden sonra büyük komutan Abdulmü'min'in gayretleriyle yeniden toparlanan Muvahhidler, bu savaştan kısa zaman sonra İmamlarını kaybetmenin acısını tatlılar. İbn Tumert'in veliahti olan Abdülmü'min'in Musamede'nin yerlisi olmaması dolayısıyla onun vefatı bölgede tam hakimiyet sağlanıncaya kadar gizli tutulmuştur. Bu gizlilik döneminin ne kadar olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Hayatını davasına adayan ve bu uğurda her türlü zorluğa karşı yılmadan usanmadan çalışan İbn Tumert, ölümüyle çevresini derin bir üzüntüye boğmuş ve İbn Hallikan'ın belirttiğine göre onun ölüm yılına amu'l-bahira (gözyaşlarının bol olduğu sene/gözyaşı, yas senesi) denilmiştir.

Muvahhidler Devleti (1121-1269)

"Allah inananları ortaya çıkarsın ve sizden şahidler edinsin diye biz o (egemenlik) günlerini insanlar arasında çevirip duruyoruz." (Ali İmran,3/140)

1121 'de Muhammed İbn Tumert'in Mehdi (imam) olarak biat almaya başlaması ile kuruluş aşaması fiilen başlayan Muvahhidler Devleti temellerinin atıldığı Tinmal'den yayılarak bütün Kuzey Afrika ve Endülüs'te yaklaşık bir buçuk asır hakimiyetini sürdürmüştür. Devletin asıl teşkilatlanmasını ve yerleşmesini el-Mehdi'nin yakın arkadaşı ve başdanışmanı olan, aynı zamanda onun veliahdı olan Abdulmü'min gerçekleştirmiştir. Abdulmü'min, el-Mehdi'nin vefat tarihi olan 1128 (veya 1130)'dan itibaren 1163'teki kendi vefat tarihine kadar uzun bir süre emirlik yapmış ve emirü'l müminin unvanını kazanmıştır. Çok süratli bir şekilde Kayravan'dan Atlas Okyanusu sahillerine kadar geniş bir bölgeyi fethederek ülkesine sınırlarına katan Abdulmü'min 1147'de Murabıtlar Devletinin başkenti olan Marakeş'i fethederek bu devleti tarihe gömmüştür. Fetihleri Kuzey Afrika ile sınırlı kalmayan Abdulmü'min, Endülüs'te de bazı yerleri fethederek hakimiyeti altına almıştır. O İbn Tumert'in temeline inancın üstünlüğünü koyduğu Muvahhidler Devleti'ni hanedanlığa dönüştürmüş, yerine oğlu Yusuf İbn Adulmü'min'i bırakarak vefat etmiştir. Fetih hareketleri devam etmiş Gades Körfezi'nden Atlantik kıyılarına kadar, Kuzey Afrika ile Müslüman Endülüs'ü birleştiren bir devlet ortaya çıkmıştır.

Muvahhidler yalnız fetihlerle yetinmemişler ülkenin her yerinde medreseler ve kolejler kurarak buralarda teorik ve pratik (el sanatları, askeri beceriler... vb.) bilgiler öğretilmiştir. Devletin ilim anlayışı sayesinde ülkede sanal ve edebiyatın geliştiği görülmüş, diğer taraftan dini İlimlerde ve felsefede de önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Meşhur filozof İbn Tufeyl (ö. 1186) ve İslam düşünce tarihinin belli başlı simalarından biri olan İbn Rüşd (Ö.1198) Muvahhidler Devleti'nde yetişmişler ve devlet kademelerinde önemli mevkilere gelmişlerdir. İbn Tufeyl vefat ettiğinde cenazesine bizzat devlet başkanı da katılarak Muvahhidler ilim adamlarına gösterdikleri ilgiyi ispatlamışlardır.

Medreselerde en iyi şekilde yetiştirilen gençlerin devlet hizmetlerinde önemli mevkilere getirilmesi daha Abdulmü'min döneminde gerçekleştirilmiş ve bu sayede devlet sağlam bir temele oturtulmuştur. İlmi çalışmaların teşvik gördüğü ve desteklendiği, furua ait eserlerin gündemden düştüğü bu ortamda ilmin bütün alanlarında bir atılım dönemine girilmiştir. Ziraat, tabii ilimler, tıb, kimya, sanat ve inşaat alanında da kendini göstermiş camiler, medreseler, kuleler, çarşılar, köprü, rıhtım ve iskeleler inşa ettirilmiş, başkent Marakeş'te hükümdarın cuma namazı kıldığı yer (el-maksure) dönemin meşhur mimarlarından el-Ahvaş tarafından müteharrik şekilde yapılmıştır.

Muvahhidler Devleti'nde üç şura teşekkül ettirilmiştir. Bunlardan birincisi ve en önemlisi el-Cemaa denilen onlar meclisiydi. İkincisi ise Berberi kabilelerinin ileri gelenlerinden oluşan elliler meclisi ve üçüncüsü de yetmişler meclisiydi. Bu sonuncusu, ulema bazı kabile reisleri ve halkın ileri gelenlerinden oluşuyordu.

Zamanla bütün hanedanlıklarda görülen aksaklıklar Mehdi İbn Tumert'in kurduğu Muvahhidler Devleti'nde de görülmeye başladı. Çocuk yaşta devletin başına geçenler, saltanat kavgaları ve bazı aşırılıklar bu devlete de musallat oldu. Önce devlet Endülüs'te varlığını yitirmiş (1248) sonra da 1269'da tamamen tarihe karışmış ve yerini küçük devletçiklere bırakmıştır. Bir buçuk asırlık hakimiyet döneminde Muvahhidler Devleti'ni 13 emir yönetmiştir. Bunlar:

1 - Muhammed İbn Tumert el-Mehdi: 1121-1130

2- Abdulmümin b. Ali: 1130-1163

3-Yusuf 1. b. Abdulmü'min: 1163-1184

4- Ebu Yusuf Yakub el-Mansur: 1184-1199

5- Muhammed en-Nasır: 1199-1213

6- Yusuf 2. el-Mustansır: 1213-1224

7- Abdulvahid el-Mahlu: .... - 1224

8- Abdullah el-Adil: 1224-1227

9- İdris el-Me'mun b. en-Nasır: 1227-1232 (Yahya el-Mu'tasım, rakip hükümdar: : 1227-1236)

10- Abdulvahid er-Raşid: 1232-1242

11- Ali es-Said el-Muktedir Billah: 1242-4248

12- Ebu Hafz Ömer el-Murcaza: 1248-1266

13- Ebu'l-A'la Ebu Debbusel-Vasık Billah: 1266-1269

Sonuç

"Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandığı kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir."

(Bakara, 2/134)

11. Yüzyılın sonlarına doğru Kuzey Afrika'da, Murabıtlar Devleti'nin başkenti Marakeş'in güneyindeki Cebeli Sus'a bağlı bir köyde dünyaya gelen Muhammed İbn Tumert gençlik yıllarına geldiğinde kendi yaşadığı bölgede öğreneceği fazla bir şey kalmadığı inancıyla yolculuğa başladı. Önce en yakınındaki Endülüs'e giden İbn Tumert orada da kalamadı ve doğuya İslami ilimlerin diğer merkezlerine gitmeye karar verdi. İskenderiye, Kahire, Şam, Bağdat ve nihayet Mekke'ye gitti. Ve gittiği her yerden en iyi şekilde faydalanmaya çalıştı, alimlerle görüştü, öğrendi öğretti, fikir alış verişinde bulundu. O sürekli hareketli, diğer birçok alimden farklı bir özellik taşıyordu; bildiği doğrulan anlatmak, gördüğü kötülükleri yok etmek için içinde bitmez tükenmez bir hırs vardı. O "Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız" (3/110) ayeti veya "Sizden bir kötülük gören onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu da imanın en zayıf noktasıdır." hadisinin kendisinden sürekli mücadele içinde olmasını istediğine inanıyordu. Bu inançla ömrünün sonuna kadar gözünü budaktan çekinmeden mücadele etti. Karşısındakinin sıradan bir insan olması, ileri gelenlerden olması ve hatta hükümdar olması dahi onun bu mücadele anlayışında herhangi bir zikzak oluşturmamış, hak bildiğini yapmaya azmetmiştir.

İlmiyle amil bir alim ve iyi bir ıslahatçı olan İbn Tumert, çok güzel konuştuğu Arapça ve Berberice dillerini Kur'an ve Hadis kültürüyle birleştirerek en güzel şekilde halkına sunmaya çalıştı. Daha Mekke'deyken onun o güzel dili başına iş açtı, çeşitli ezalarla karşılaştı. Arkasından gittiği Mısır'dan canını zor kurtardı. Mısır'dan zor kurtulan bu mücadeleci adam daha İskenderiye'den memleketine gitmek üzere gemiye biner binmez gemideki insanlara namaz kılmaları ve Kur'an okumalarını öğütlemekten geri durmadı.

Ülkesine, ülkesi ve dünyayı tanıyan, ilmi donanımı tam azimle dolu olarak dönen İbn Tumert, gemiden indiği ilk bölgeden (el-Mehdiyye) itibaren zulüm, azgınlık, hurafelerin karşısına dikildi. Emr-i bi'l maruf ve nehy-i ani'l münkeri kendisine asli görev kabul ederek hareket etti. Bu zor iş gittiği her yerde başına iş açtı, bazen bölgenin emiri tarafından sürüldü, bazen de halk tarafından taşlı sopalı saldırılara uğrayarak bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Zorlu bir yolculuktan sonra başkent Marakeş'e ulaştı.

Burada da ıslahatçı ruhu bir an olsun onu durdurmadı, gördüğü kötülüklere karşı en azından diliyle müdahale etti. Birçok alimin hayat tarzı olarak benimsediği "imanın en zayıf noktasında" yaşamayı hiç aklından geçirmedi. Ve sonunda sert kayaya çattı: Bu sefer tesettürsüzlüğünden dolayı sert bir şekilde eleştirdiği emir Ali b. Yusuf un kız kardeşiydi. Bu olayı saraydaki sultanın alimleriyle yaptığı tartışma izledi. Orada da hiç çekinmeden Murabıtlar Dcvleti'ni sert şekilde eleştirdi. Dönemin saray alimlerinin öldürülmesi yolundaki tenbihatlarına rağmen emir bunu yerine getirmedi. Ancak İbn Tumert'e ölüm fermanı çıkmakla çok fazla gecikmedi. Ama geç kalınmıştı, O artık sarp bir bölge olan Tinmal'e yerleşmiş, etrafında birlikte çalıştığı birçok adama sahip olmuş ve adamlarını en güzel şekilde eğitmeye çalışmış ve teşkilatlandırmıştı.

1121'de kendisine el-Mehdi (imam) olarak biat edildikten sonra devletinin de temellerini attı. 1128 (veya 1130)'da öldüğünde artık mütevazı de olsa inançlı, cesur ve eğitilmiş-bilinçli kişilerce desteklenen-korunan bir devleti vardı. Devletinin adı da ömrü boyunca uğrunda mücadele verdiği Tevhid ilkesinden alınmıştı. O kendi payına düşen ömrü dolu dolu yaşadı. İbn Haldun'un da belirttiği gibi Mağrib'e tek başına geldi, Murabıtlar Devleti'nin büyüklerini ve eşrafını eleştirdi, alim ve fakihleriyle tartışmalara tutuştu, sonunda onlarla savaştı ve devletlerini söküp attı. Kendisine tabi olanlar onun ölümünden sonra da davasını omuzladılar ve bölgenin en büyük, en güçlü devletini kurmaya muvaffak oldular.

O halkının liderliğine miras yoluyla değil, ilim ve takvasını bitmez tükenmez mücadele azmiyle birleştirerek geldi.

Cezayirli düşünür Malik b. Nebi İslam Davası adlı eserinde İbn Tumert'in ıslahat hareketini tarih boyunca tıpkı yer altındaki suyun zaman zaman mecrasını bularak fışkırması olarak yorumlar. Bin Nebi, Muvahhidler Devleti'nin asıl banisinin de bu ıslahat akımı olduğunu söyler (s.43). Yine ona göre Muvahhidler'in çöküşü İslam dünyası için büyük bir dönüm noktasıdır. Atalete, boş vermişliğe dalmış amip gibi nereye gideceğini bilmeyen sağa sola çarpan bir varlık olmuş, geçiminin teminini semanın yardımına havale etmiş bir varlık olmuş Muvahhidler sonrası toplumu...

SONUÇ OLARAK

Bugün de İslam dünyasının her bölgesinin İbn Tumert'lere ne kadar çok ihtiyacı olduğunu söylemeye gerek var.

Haber: Mehmet Emin Kaçmaz

yusuf_celikal-20130303-02_2.jpg

 

Önceki ve Sonraki Haberler