Bursa'da "Tarih ve Düşünce" konuşuldu

Bursa'da "Tarih ve Düşünce" konuşuldu

Özgür-Der Bursa Şubesi’nin düzenlemiş olduğu; ‘Tarih ve Düşünce’ ana başlığı altında gerçekleştirilen aylık seminerlerin 13.sü olan ‘Emeviler dönemi ve düşünce okulları’ konusu, 11 Nisan'da Dernek Binasında gerçekleştirildi.

Semineri Aziz AVAR sundu. Aziz AVAR; Emeviler'in, diğer adıyla Ümeyyeoğulları'nın iktidarını ve konumlarını anlamak için İslam öncesi Mekke'ye, O'nun ekonomik, siyasal ve sosyal yapısına, vahyin iniş sürecine, Hz. Ali'ye kadar olan hilafetin biçimlenişine, daha da önemlisi mezhepler adı verilen düşünce okullarına da bakılmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizerek konuşmasına başladı. Avar, Rasulullah'ın Kusay adlı dedesinin oğullarından Abdülmenaf ve Abdüşşems'in başlattıkları rekabetin, Abdulmuttalib'in babası Haşim ve Abduşşems'in oğlu ümeyye arasındaki sikaye, rıfade ve kıyade'nin sahiplenmesi ile husumete dönüşmesine tarihçilerin dikkat çektiğini belirtti ve Abdulmuttalib'in Mekke'deki sosyal konumunun, vefat edince oğulları Ebu talip, Ebu Leheb ve Abbas tarafından sürdürülememiş olmasından doğan boşluğu, bu husumetin diğer tarafı olan Ümeyyeoğulları'nın, özellikle Ebu Süfyan'ın  doldurduğunu, dolayısıyla ekonomik, sosyal ve siyasal güç dengesinin Ümeyyeoğulları'ndan taraf bozulduğunu ifade etti. Allah'ın Rasulünün ilk risalet günlerinde Mekke ileri gelenlerini oluşturan Ümeyyeoğulları'ndan en sert muhalefetle karşılaşmasının nedenini de ümeyyeoğulları'nın ellerine geçirmiş olduğu konumlarına karşı bir saldırı olarak nitelendirmelerine bağlayan AVAR konuşmasına şöyle devam etti:

"Mekke'nin fethinden önce ümeyyeoğullarından sadece Hz.Osman'ın ve Huzeyfe'nin Müslüman olduğu Birçok tarihçi tarafından aktarılmaktadır. Özellikle Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olan Hakem ibn-ül As bütün serancamın anlaşılmasında önemli bir unsur olarak karşımızda durmaktadır. Bu Emevi  şahsiyeti, Müslüman olmadan önce de Müslüman olduktan sonra da Allah'ın rasulune eziyet etmekten kaçınmamış, Rasulullah'ın konuşma ve yürüyüşünü taklit ederek alay etme gibi bir cürüm yüzünden oğlu Mervan'la birlikte Medine'den sürülmüştür. Allah'ın Rasulü tarafından affedilmeyen, Mekke ve Medine'ye sokulmayan Hakem ibn-ül As Hz. Ebubekir ve Ömer döneminde de aynı muameleye tabi tutulmuştur. Ancak; Hz. Osman döneminde affedilerek Medine'ye dönmesine izin verilmiştir. Çok iyi bilindiği gibi Mekke Aristokrasisinin en önemli önderlerinden biri ise Ebu Süfyan'dı gerek hicretten önce Müslümanlara yapılan eziyetlerdeki payı gerekse hicretten sonra Medine'ye defalarca saldırmalarındaki rolü hepimizin bildiği bir gerçektir. Bu konumu Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olmasından dolayı yumuşatılmaya çalışılsa da Ebu Süfyan'ın varlığı en fazla dikkat edilmesi gereken bir olgudur.

Unutulmaması gereken bir gerçek te, Bedir'den önce Müşriklerle yapılan Mübarezede Müşrik ordusundan üç kişi Beni ümeyyeye mensuptu. Utbe, kardeşi Şeybe ve Utbe'nin oğlu Velid. Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ubeyde bin Haris'le eşleştiler ve üç ümeyye üç Haşim elinde öldü. Babası amcası ve kardeşi katledilen Ebu Süfyanın karısı Hz. Hazma ile ilgili yeminini burada etmiştir. Bundan sonra Müslümanlara yapılan bütün saldırıların başında Ebu Süfyan ve yanında da karısı Hint olarak gerçekleştirilmiştir. Allah'ın Rasulünün vefatından sonra Ebubekir'e biat edilirken Ebu Süfyan'ın tavrı, Emevilerin kavmiyetçi anlayışlarının hala sürdüğünün de delilidir.

Hz. Ali'ye gelerek; Küçük bir kabileye mensup bir kişinin Haşimoğullarına rağmen halife olmaması gerektiğini ve arkasından uzat elini sana biat edeyim dediğinde asabiyeti öne çıkararak sosyo-ekonomik konumlarını tekrar elde etme çabası olarak değerlendirilebilir. Aynı tavrın Hz. Osman döneminde de daha etkin bir şekilde devam ettirilmesi de bu yaklaşımı doğrulamaktadır.

Hz. Osman'ın hilafeti, Emevi iktidarının temellerinin atıldığı dönemdir. Hz. Osman'ın yumuşak huylu olması ve akrabalık bağlarını ön planda tutmasından kaynaklanan yaklaşımı, meselenin kangren haline gelmesini de beraberinde getirmişti. Osman'ın, yakın akrabalarını Özellikle Vali olarak ataması ve bu valilerin zulümle idaresi zeten siyasi tartışmanın olduğu medineyi iyice alevlendirecektir. Mısır'a gönderilen vali'nin, muhaliflerini döverek öldürmeye varan zulmü -ki bu vali önce Müslüman olup sonradan arkadaşını kırmamak için mürted olan, vahyin iniş iniş süreciyle dalga geçtiği için medine'den sürülen Abdullah ibn-i Sad'tır- konunun sadece bir örneğini teşkil etmektedir.

Hz. Osman'ın evi sarıldıktan sonra Ümeyyeoğulları'ndan Mervan'ın 'Biz elimizdekini korumaktan aciz değiliz. Vallahi bizde öyle bir emir var ki size gününüzü gösterecek.' Diye halka seslenmesi Muaviye'nin iktidarı ele geçirme girişimlerinin en somut delillerindendir. Hz. Osman'ın katlinin de bu konuşmadan sonra gerçekleştiğini görüyoruz.

Daha sonrasında ise, Şam valiliğinden Ali tarafından alınan Muaviye, Hz. Osmanın kanını taleb etmek amacıyla isyan etti ve meydana gelen olayların sonucunda Hz Ali şehid edildi ve Emevi iktidarı resmen başlamış oldu.

Muaviye ölüp Yezid halife olduğunda ilk icraatı Hz. Hüseyin'i Kerbela'da katlettirmesi oluyordu. Ve bu şehadetle de, adaletle zulmün savaşı perçinlenmiş oluyordu. Küfe'ye çağrılan Hüseyin, babası ve ağabeyi gibi, yine onlar tarafından ihanete uğruyor, sadece ailesi ve etrafından oluşan 72 kişi, 4000 kişilik ordu tarafından çoğunlukla katledilip, bir kısmı da esir edilerek Hz. Hüseyin'in başı ile beraber Yezid'in önüne götürülüyor. Yezid, bunlar karşısına getirildiğinde;

- Yezid'i muzaffer kılarak Hakk'ı ve Hakk ehlini Aziz eden ve yalancı oğlu yalancı Hüseyin'i ve şiasını öldüren Allah'a hamdolsun. Ve arkasından –bizce en önemli- kanaatini açıklayarak saltanatının, kökeninde neye dayandığını açıklıyordu:      

- Bedir'in intikamını aldım.

Harre olayı ise işin bir başka boyutunu bize gösteriyor; Hicretin 63. yılında, Medineliler saltanata karşı, Abdullah ibn-i Huzeyfe iderliğinde, kıyama kalkıyorlardı. 12.000 kişi ile Medine'ye gelen Müslim bin Ukbe komutasındaki Emevi ordusu, üç gün üç gece Medine'yi yakarak, yıkarak, çocuklardan yaşlılara kadar binlerce kişiyi katlettiler. Rivayete göre 5000 mü'min kadının ırzına geçtiler. Hızını alamayan Yezid'in ordusu Mekke'ye de saldırarak, Kabe'yi mancınıklarla tahrib etti.

Bütün bu olanların arasında, Emevi hükümdarlarının arasında adaletle hükmetmeye çalışanlar da yok değildi. Ömer bin Abdulaziz, Noksan Velid gibi kişiler, zulmen elde edilen malları hazineye devrederek, Emevi muhalifi mezheb ve topluluklarla adil ilişkiler kurma yoluna gitti. Ve doksan bir yıl süren emevi iktidarı, Abbasilerin iktidarı ele geçirmesiyle son buldu."

Aziz AVAR konuşmasının sonunda Emeviler zamanında ortaya çıkan mezhep ve düşünce okullarına değindikten sonra, Emeviler'in resmi mezhebi Mürcie ve Cebriye anlayışlarının, Emevi iktidarını meşrulaştırma çabalarının, babadan oğla geçen saltanat anlayışının günümüzdeki en önemli yansımalarını maddeler halinde sıralayarak konuşmasına son verdi.

1- Nübüvvetin, vahiyle oluşturmuş olduğu adalet merkezli bir toplumdan saltanata dönüşen zulüm merkezli bir toplumun oluşması günümüz siyasal anlayışını da büyük ölçüde belirlemiştir. Mürcie anlayışla tamamen örtüşen toplumsal kültür, dini karakterli olsun olmasın, coğrafyamızı olduğu gibi etkisi altına almıştır.

2- Bağlantılı olarak; Toplumsal kültür, bireyin özgür iradesini tamamen kontrol altına alıp yığın haline getirmiştir. Doğal olarak bu da vahiy'den kopuşu getirmiştir. Bir başka dille ifade edersek; Gelenek tartışılmaz biçimde düşüncenin yerine geçmiştir.

3- Kavmiyetçilik, yıkılması gereken bir sapma olmasına rağmen çok kısa bir süre içinde topluma hakim hale gelmiştir. Bu toplumda, özellikle Müslümanlarda hala etkisini sürdürmesinin başka izahı olamaz.

4- Bugün fasıklıkları açıkça ortada olan yönetimlerin ardından giden ve onları onaylayan, onaylamasa bile ehven-i şer mantığı içerisinde meşruluk kazandıran yaklaşımları ortaya çıkarmıştır.

5- Tarafsızlık adı altında dolaylı onayın kurumlaşması, kısmî şikayet ve duygusallıklarla meseleye yaklaşmak, Hayatın bütün halinde algılanmaması..

6- İçinde bulundukları olumsuzlukları fark etmesine rağmen Allah'a havale ederek eyyamcı bir fıkıh'ın oluşturulması..

7- Vahyin yerini Mezheb'in alması ve Rasül'ün yerine ataların konulması..

8- Sonunda, hayattan kopan ve sadece tarihle yatılıp kalkılan bir bağlama oturması.. Ne olursa olsun, hangi şartta olursa olsun iktidarı ele geçirme yaklaşımının oluşturduğu kişilik ve bu kişiliğin iktidar olduktan sonra deforme olması. İktidara gelene kadar adaletten bahsederken, geldikten sonra gücü ölçü alarak zulme kapı aralaması..

9- Yukarıda da söz ettiğimiz gibi; sadece devlet yönetiminde veya büyük ölçekli toplumsallıklarda değil, aileden de başlayarak en küçük ölçekli cemaat ve yapılarda bile güçten hareketle bir mantığın meşrulaştırılması.

10- Hak ve Batıl'ın birbirine karıştırılması, İmajın niteliğin yerine geçtiği, gerçeğin flulaştığı, herkese göre değişen karakter halini alması..

Önceki ve Sonraki Haberler