“Devrimden Değişime İran”

“Devrimden Değişime İran”

Özgür-Der Bursa Şubesi tarafından “Devrimden Değişime İran” başlıklı bir seminer gerçekleştirildi.

Özgür-Der Bursa Şubesi tarafından “Devrimden Değişime İran” başlıklı bir seminer gerçekleştirildi.

İlyas Acar’ın takdim konuşmasının ardından sunum Serdar Bursalı tarafından yapıldı.

Bursalı, İran’ın yakın tarihine değindikten sonra öncülleri ve önderleriyle beraber devrim sürecini ele aldı. “Devrim”in serencamını; ülkenin Irak ve Afganistan işgallerindeki pratiği ve Suriye’de devam etmekte olan zulme bilfiil desteği üzerinden ifade eden Bursalı, İran’ın “İslam devleti” değil, bölgedeki nüfuz sahasını genişletmeye çalışan bir ulus devlet olduğu ve bu vakanın da yeni olmayıp Humeyni’ye kadar uzandığı hususunun altını çizdi. Soru-cevap faslıyla sona eren seminerin satır başlarıysa şu şekilde:

- İran’da bir devrim olacağı öngörülmüyordu. Öyle ki CIA, 1978 tarihli raporunda “İran, bırakın devrimciliği, devrimcilik öncesi bir durumda bile değil.” diyordu. Ancak iki ay sonra şah devrildi.

- Şah (baba) Rıza Pehlevi zamanında ulema taifesi suskunluk içerisindeydi. İran tarihinde rejime muhalif karakter arz eden tek İslami hareket, Fedaiyan-ı İslam isimli örgüttü. Fedaiyan, hem öze dönüşü savunuyor, hem de şahı korkutuyordu. İhvanı Muslimin’den etkilenmiş bir hareketti. Lideri Nevvab Safevi, üyelerine “Bulunduğunuz yerlerde İhvan’la birlikte hareket edin” diyordu.

- Mollalar, başbakan Musaddık’ı deviren 1953 darbesinde CIA ve şahın yanında yer almıştır. Bu dönemde de rejim ve ulema arasındaki ittifak derinlik kazanmıştır. Ancak 1950’lerin sonunda Şah, SAVAK’ı kurmuş ve artık ihtiyaç duymadığı ulemayla arasındaki ittifaka son vermiştir. Toprak reformuyla ulemanın elindeki vakıf arazilerine göz koymuştur.

- Burucerdi’nin ölümüyle Humeyni devri başladığında ulema üç gruba ayrılmış bulunuyordu. Radikaller; Humeyni ve Talegani, ki devrimci değil radikal bir retoriğe sahip olup antiemperyalizm ve doğrudan siyasi dili kullanmak ortak özellikleridir.

Reformcular; Mutahhari ve Beheşti. Devrimci değillerdir Hem dini alanda hem de siyasi alanda reformu savunmuşlardır.

Muhafazakarlar yani geriye kalan bütün Şia uleması.

- Humeyni, klasik takiyye anlayışını terk ederek kavramı sınırlı bir bağlama taşır. Ancak gizlice devlete sızıp onu ele geçirmek için takiyyenin caiz olabileceğini savunur. Onu önderliğe taşıyan da bu sınırlı takiyye anlayışının getirdiği dik duruştur. 1971’de İslam Hükümeti isimli kitabında monarşileri ve saltanatları gayri meşru ilan etmiştir.

- Humeyni, 1963-1977 yıllarında sürgünde kaldı. Sürgündeki yıllarında Şahı sert ifadelerle eleştirmiş ancak devrilmesi gerektiğine dair tek bir ifade sarf etmemiştir. Bununla devrim yapmayı haram gören Şia’yı ürkütmeden nüfuzunu arttırmayı amaçlamış olabilir. Ancak Ocak 1978’e gelindiğinde, bir bildirisinde “Rıza han bir vatan haini ve Allah düşmanıdır. Devrilmesi Şeriat gereğidir.” ifadesini kullanmıştır.

- Humeyni, Şeriati gibi, kavramlara yeni anlamlar yükleyerek Şiiliğin devleti haram gören ve isyan etmeksizin Mehdi’yi beklemeyi salık veren anlayışını aşabilmiştir. Bu çerçeveden intizar, kerbela vb. öne çıkan kavram ve sembolleri yeniden tanımlamıştır.

- Şeriati, güçlü bir retoriğe sahip olmak ve akademik çevrelerde dikkat çekmekle beraber kitle desteğinden yoksundur. Devrim sonrasında da fikirleri, devrimci kadrolar eliyle tecrit edilmişse de ülke dışında Şiileştirme propagandası için kitaplarının basılmasına önem verilmektedir. Nitekim Türkiye’de Şiileşenlerin üzerindeki esas etki kaynağı da Şeriati’dir; ülkemizde İslam devrimi ya da Şeriati’nin etkisiyle başlayan şey İslamcılık değil, İrancılık ve Şiileştirmedir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus: Şeriati’yi ayrıcalıklı kılan Şii dünya içindeki konumudur. O, esasen mensubu olduğu Şii dünyaya seslenmiştir.

- Elbette devrimi Humeyni’nin ya da Şeriati’nin örgütü veya herhangi bir süper güç değil halk yapmıştı. İran devrimi 20. yüzyılın en kitlesel halk devrimiydi.

- Devrimi Şiiliğe bağlamak abestir. Şiiliğin esas temsilcileri sürece destek olmamışlardır. Şiilik tarihi de bunu yalanlamaktadır. Benzer şekilde ekonomik sebeplere dayandırmak da yanlıştır. Devrimi tetikleyen bir sınıf çatışması yaşanmamıştır; ki o dönemde ülke en varlıklı günlerini yaşamaktadır. Devrimden sonra dahi o seviyeyi yakalamak mümkün olmamıştır. Devrimin sebebi elli yıllık diktatörlüğe biriken öfkedir.

- 1963’te Fevziye medresesine havadan baskın yapılmış, Humeyni tutuklanıp ülke dışına sürülmüş, ve bazı öğrencileri öldürülmüştür. Protestolar kanlı bir şekilde bastırılmıştır ancak Humeyni’nin liderliği de anlaşılmıştır. 1978’de bir gazetede çıkan ve Humeyni’yi İngiliz işbirlikçisi, inançsız, maceracı, geçmişi karanlık bir kişi olarak tanıtan makaleye karşı çok büyük kitlesel eylemler yapılmıştır. Bu eylemlerde 70 kişi ölmüştür. Ocak 1978’den Şubat 1979’a kadar Humeyni’nin direktifleriyle pek çok eylem ve grev olmuştur. Her açıklaması BBC Farsça servisi aracılığıyla İranlılara ulaştırılmış, eylem ilanları yayınlamış sonrasında yapılan eylemler haberleştirilmiştir. Ortadoğu intifadalarına olan desteğinden dolayı El Cezire’ye ‘fitneci’ diyenler herhalde BBC’yi  ‘İslam’ın sesi’ sanmaktadır.

- Devrimi tetikleyen esas olaysa Eylül 1978’de Lale meydanındaki protestonun kanlı bir şekilde bastırılmasıdır. Binlerce kişi ölmüştür. Muhalefet o günden sonra silahlanmış ve silahlı mücadeleye başlamıştır.(Suriye’de barışçıl eylemler varken neden silaha başvurdular, sorusu bu gerçeği es geçmektedir.) Bu olaydan sonra Tahran’daki Aşura yürüyüşüne iki milyon kişi katılmıştır. Bu, Devrimin referandumu olarak kabul edilmiştir. Ancak 2 milyon kişinin protestosu devrimi getirmemiş, ordunun taraf değiştirmesi ve özellikle hava kuvvetlerinın ansızın bir gece Humeyni’ye biat etmesi olayların seyrini değiştirmiştir..

- SSCB, Hafız Esed ve Kaddafi devrimden sonra kurulan rejimi ilk tanıyan ve kutlayanlar olmuştur. İlginçtir ki Humeyni’nin dış temsilcilik için ilk tercihi ise Washington olmuştur. Komplocu herhangi bir zihin buradan devrimin aslında ABD’nin işi olduğu sonucuna varabilir. Değil mi ki ABD Ortadoğu’da gerçekleştireceği müdahalelerin meşruiyeti için kendine bir düşman yaratmak istedi!

- Devrimden sonra uzmanlar meclisinin hazırladığı anayasa referandumla kabul edildi ancak Şeriatmedari buna  itiraz etti. Sonuç olarak öğrencileri idam edildi ve onun da  Ayetullah unvanı elinden alındı.

- Suikast sonucu başbakan, cumhurbaşkanı, milletvekilleri Mutahhari, Beheşti gibi pek çok insan öldü. Bu esnada o dönem hapiste bulunan “Halkın Mücahitleri” isimli örgütün üyeleri –tövbe ettiklerini açıkladıkları halde– “Hala örgüte gizlice sempati duyuyor olabilirler.” denilerek ve dinden döndükleri gerekçesiyle idam edildiler.

- Muntazeri hem içerdeki işkencelere hem de bu haksız idamlara karşı itiraz etti. Bir gecede Ayetullah unvanı ve Humeyni halefliği elinden alındı. Öldüğünde ev hapsindeydi. Bir gecede Muntazeri’nin elinden alınan Ayetullah unvanı ve Rehberlik yine bir gecede Hamaney’e verilmiştir.

- İran’ın iç politikada İslam’ı uygulamaktan anladığı şey türbecilik ve yasakçılıktır. Geriye kalan her şey ulus devletin gereklerine göre belirlenmektedir. Bize yansıyan dış politikasıysa içler acısıdır. Dış politikadan bütün devlet sorumlu ve haberdardır. Esas belirleyicisiyse dini liderdir. Suriye’de dökülen kanda İran ve Hamaney’in doğrudan sorumluluğu vardır.

- İran’ın İsrail’e karşı Hamas’ı desteklediği doğrudur. Ancak doğru olan başka bir şey vardır ki o da bunu karşılıksız yapmadığıdır.

- İran’da “Dünya ezilenlerinin uzun vadeli çıkarları için ana ülke İran’ın korunması her şeyden önceliklidir. Dünya ezilenlerinin esas kurtuluşu İran’ın süper güç olmasına bağlıdır.” anlayışı hakimdir. Örneğin İran’ın korunması için 1982 Hama katliamına rağmen Esed’le olan işbirliğini sürdürülmüştür. Çeçenistan konusunda İran, Rusya’nın toprak bütünlüğünden yanadır. Nüfusu Şii olmasına rağmen Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı desteklemiştir. Doğu Türkistan’da istikrarlı bir şekilde Çin’in yanında yer almıştır. Afganistan ve Irak’ta işgale direnen Müslümanlara karşı ABD’yle beraber hareket etmiştir; gerek İranlı, gerekse ABD’li resmi merciler bunu defalarca beyan etmiştir.

- ABD Irak’ı tek kelimeyle İran’a teslim etmiştir. Bush ve Ahmedinejad döneminde Bush’un ilk icraatı yaptırımları kaldırmak olmuştur. İki ülke bugün de Körfezden petrolün kesintisiz akışı için; Irak’ın çevrelenmesi, Afganistan’da Taliban’ın çökertilmesi ve şimdi de Suriye’de Selefilerin bitirilmesi konusunda açıkça beyan edilmiş bir ilişki içerisindedirler.

- İran; Mısır, Tunus ve Libya’daki gelişmeleri kendine malzeme yapmak istemiş ancak başta Gannuşi ve İhvan buna izin vermemiştir. Tahran’da yapılan “İslami Uyanış” konferansında Ali Ekber Velayeti niyetlerini şöyle açıklamıştır “İslam ülkeleri arasında liderliği üstlenmeye İran’dan daha layık bir ülke yoktur.” Hamaney ise “İslam ülkeleri İran’ın kendilerine liderlik etmesini bekliyorlar.” demiştir. Aynı konferansta Mursi’nin konuşması  montajlanmış ve Suriye dediği yerleri Bahreyn diye çevirmişlerdir. Bu da demek oluyor ki İran o gün için Bahreyn’de olan şey ile Suriye’de olan şeyin aynı olduğunu biliyordu. O yüzden bu değişikliğin sırıtmayacağını düşündü. Ancak yine de komplocu bir dil kullanarak Suriye direnişini karalamayı tercih etmiştir.

-Direniş ekseni lafları Hamas’ın Suriye’den çekilip net tavır almasıyla çökmüştür. Hizbullah Suriye’de tam bir bataklık içindedir. Bu öyle bir bataklıktır ki intifada süreçlerinden önce Hizbullah komutanı İmad Muğniye’yi öldüren Asıf Şevket’i Suriye Direnişi öldürdüğünde Nasrallah Asıf Şevket’i ‘şehit’ ilan edecek kadar derindir.

 

img-20140420-wa0002-001.jpg

 

img-20140420-wa0011-001.jpg

img-20140420-wa0014-001.jpg

Önceki ve Sonraki Haberler