"Toplumsal Dönüşümde Eğitimin Rolü"

"Toplumsal Dönüşümde Eğitimin Rolü"

Bursa Özgür-der Şubesi, resmi ideolojiyi oluşturan temel paradigmayı tanımlama ve parametrelerini çözümlemek için başlattığı yakın tarih çalışmalarına ara vermeksizin devam ediyor.

Şubat ayının ilk konusu olarak "Toplumsal Dönüşümde Eğitimin Rolü" konusu belirlendi. Ördekli kültür merkezinde Mustafa Başpınarın yöneticiliğinde gerçekleştirilen panele eğitimci kimlikleri ile ön plana çıkan; Kenan Alpay, Şefik Sevim ve Yusuf Tanrıverdi katıldılar. Özgür-Der Şube başkanı Aziz Avar'ın, Özgür-Der'in eğitime olan yaklaşımını nebevi metod üzerinden anlattığı ve panelistleri tanıttığı kısa giriş konuşması ile programa geçildi.

İki oturum halinde gerçekleştirilen panelin birinci bölümünde cevabı aranan sorular; ideolojik eğitimin tarihçesi, sendikalar ile olan ilişkisi, eğitimde ailenin rolü olarak belirlendi.

İdeolojik eğitimin tarihçesine cevaben ilk sözü alan Kenan Alpay; bugün ki eğitimin temel karakteristiğinin ikinci meşrutiyetten kalma olduğunu belirterek, hedefin çökmekte olan devletin kurtuluşunu öğretmenler eli ile kurtarma çabası olarak ortaya çıktığını, ittihatçıların gündemini en yoğun olarak meşgul eden konuların başında eğitimin geldiğini, bu paralelde bir müfredatın oluşturulmaya çalışmanın en temel hedef olarak belirlendiğini ifade etti.

Alpay eğitim sistemindeki kırılmanın ilk yaşandığı yıllar olan 1914'e ait çarpıcı bir teftiş raporundan alıntı yaparak şunları kaydetti;

"Bu mekteblerde yetişecek zihinleri köhnemiş şahsiyet ve maneviyatları sökmüş maneviyatları gibi vücudlarıda zaaf ve söküntüye uğramış biçare yavrucakları yarının genç ve hür fikirli "demir pazulu" şahsiyet ve irade sahibi azimkar ve faal bir unsurun, "kurtarıcı bir neslin" istikbalde ki kuruculuğuna aday farz etmek baş bir hülyadır. "

Eğitimin egemenler ile olan doğrudan ilişkilerinin cumhuriyet döneminde artarak devam ettiğini belirten Alpay; 1923-24 tarihli MEB genelgelerinde "mektebler cumhuriyet esaslarına sadık kalmayı telkine mecburdur" maddesine ile "çocuklarımızın kalplerinde ve ruhlarında cumhuriyet için fedakar olmak mefkuresini taşımalıdır" denildiğini alıntılayarak eğitimin ideolojik temellerine dikkat çekti.

İdeolojik kalıpların oluş evrelerinin daha net anlaşılması için dönemin eğitim genelgelerinden örnekler ile konuşmasını sürdüren Alpay, bunların ortak noktalarını:

Eğitimin Laikleştirilmesi

Karma Eğitim

Atatürk'ün İlkelerine bağlı bir nesil yetiştirilme çabası

Öğretmenlerin birer misyonere dönüştürülmesi

Ulusal gün ve bayramları içselleştirmeye çalışmak

Bayrak ve Yurttaşlık bilinci oluşturmak

And ve Hitabelerle yeni bir amentü oluşturmak ve tüm bunlara bağlı olarak; Cumhuriyet rejiminin piskoloji ve ideolojisinin temelini kavramaya aday, türklüğü her şeyden üstün tutan bir eğitim anlayışının kemalist eğitim modelini temel parametreleri olduğunu belirtti. Cumhuriyet döneminde en fazla ilkokullara yoğunlaşıldığını belirterek konuşmasını sürdüren Alpay; Kurucu ve yöneticilerin gözünde ilköğretim her dönem devleti ve laiklik başta olmak üzere, Atatürk ilkelerini topluma benimsetecek, özelikle geniş kırsal kesimlerin davranışlarını değiştirecek yaygın ve etkili bir araç olduğunu ifade etti.

İkinci konuşmacı olarak sözü alan Yusuf Tanrıverdi; konuşmasında şunları belirtti:

Modern toplum bir kurumlar toplumudur. Kurumların öne çıkması "insanı" ötelemektedir. İnsan neredeyse tüm sorumluklarını kurumlara devretmektedir. Kurumların abartılı ve baskın bir şekilde öne çıkışı insan davranış ve düşüncelerini çerçevelemekte, yönlendirmekte ve olaylar üzerindeki etkisini en aza indirmektedir. İnsana tanınan öznellik en fazla kurumların sunduğu alternatifler arasından tercih yapmaktan ibaret kalmaktadır.

Modern kurumlardan olan okulda toplumsal dönüşümün bir aracı olarak dizayn edilip kullanılmıştır. Osmanlı toplumu sosyolojik anlamda dini bir toplumdu. Cumhuriyetin kurucuları dini olan toplumsal yapıyı modern/seküler bir hale dönüştürme konusunda okulları kullanmışlardır. Dini toplumda toplumsal ilişkiler ve semboller dinidir. Sosyal ve siyasal hayat dini toplumda "cami" etrafında dönmekteydi. Cumhuriyetle birlikte cami ile okul yer değiştirilmeye çalışıldı. Caminin rolü çalınıp okula verildi. Meşhur "imam", "öğretmen" çatışması "cami" yerine "okul" yapılsın talepleri bu proje ile ilintili önemli bir çatışma alanıdır.

Ailenin rolü, sivil toplumun rolü, cemaatlerin rolü okula yüklendi. Çocuğun/toplumun yetiştirilmesi ve dizaynında okula merkez bir rol yüklenildi. Okul çocuğun düşüncelerinin, yüreğinin, elinin özgürleştiği yer olması yerine tasarlanmış ideolojik düşünce kalıplarına mahkum edilmenin merkezleri haline getirildi.

Her ne kadar okul endokrinasyon aracı yapıldıysa da yapısı gereği okulun bu amaca ulaşmada yeterli bir araç olmadığı gerçeğinin de altını çizmemiz gerekir. Eğer okul endokrinasyona bütünüyle müsait bir araç olsaydı bu gün yeryüzünde totaliter rejimlerin ebediliğinden söz ediyor olurduk. Şuan Özgür-Der'in düzenlediği bir toplantıda değil ADD'nin toplantısında darbe hayalleri kuruyor olurduk. Ne Stalin'in, ne Hitler'in ne de Mussolini'nin elinde mutlak dönüştürücü bir araç olamamıştır okullar. Marx akıllı adamdır. Okulları ideoloji yükleme aracı olarak dizayn etmeyin diyor. İdeolojinin yükleneceği yerler sendikalar, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, hayatın içidir diyor Marx. Okullarda ki "zorunlu yükümlülüğün" farkında olan öğrencilerin "zorunlu" olana karşı geliştirdikleri ilişkinin iticiliğinin farkındadır Marx. Hâlbuki; inanç, ideoloji özgür ortamlarda gönüllülük ilişkisi kazandırılabilinir.

Öğretmenlik mesleğine merkez bir rol verilerek kutsanmıştır. Modern bir kurum olan okul gibi, öğretmenlik mesleği de modern bir meslektir. "Öğretmenlik mesleğinin peygamberlik mesleğidir" gibi yaklaşımlarında ayartmacı doğru olmayan bir eşleştirme olduğunu düşünüyorum. Öğretmenler aldıkları ücret karşılığı, öğrendikleri yöntemleri kullanarak öğrencilere bilgi transfer eden meslek sahipleridir. Öğretmenle öğrenci arasındaki ilişki bir çıkar ilişkisidir. İşini iyi yapan öğretmen, iyi bir doktor gibi ya da mühendis gibi elbette takdir edilir ama takdis edilmez.

Ana dilde eğitim konusu sorun olmaya devam ediyor. Çanakkale'de Türk, Kürt yan yana yatıyor edebiyatı yapılırken, tüm okul kitaplarında "Kürt kelimesi" bir tek yerde o da İnkılap Tarihi kitabında Milli Müdafaa Karşıtı olduğu söylenen "Kürt Teali Cemiyeti"nden bahsederken geçerken. Maalesef ders kitaplarında Türkler ve Kürtler Çanakkale de olduğu gibi yan yana yatmıyor. Kürt çocuğu eğitim hayatı boyunca ders kitaplarda kendinden bahseden "hainlikten" başka b ir şey bulamıyor. Bu kardeşliğin gereği değil. Yok saymanın asimilasyonun ve dayatmanın bir sonucudur.

Sendikalar sanayinin geliştiği ülkelerde emek mücadelesi alanına kazandırılan örgütlerdir. Çalışma saatlerinin on sekiz saate dayandığı, çalışma ortamının insan sağlığı yönünde tam anlamıyla ölüm kusan ortamlarında, hiçbir sosyal güvencisi olmadan, hafta sonu tatili olmadan ve aldıkları ücretleri geçinmeye yetmeyen, bolca çocuk ve kadın iş gücü istismarın yaşandığı zulme karşı çalışan kesimlerin kanlarını, canlarını ortaya koyarak elde ettikleri bir mücadele aracıdır sendikalar. Bu gün Türkiye'de oluşmuş "sendika ağalığı" ve "sarı sendikacılığa" bakarak sendikaları değerlendirmek büyük bir haksızlık olur.

Bir işçi ya da memur hayatında hiçbir zaman göremeyeceği paranın saltanatını sürmek ve ayrıcılığını yaşamak için sendikacılığı istismar etmekte ve kullanmaktadır. Sendikacılığı profesyonel bir meslek haline getirip "geçim kaynağına" dönüştürmektedirler. Üyelerin pasif olduğu, hiç karara katılamadıkları, denetleyemedikleri ve sendika yöneticilerin tekelindeki sendikacılık sendikal mücadeleye ve onun tarihine ihanetten başka bir şey değildir. Sendikalar birbirinden ayıramayacağımız ekonomik ve siyasal özgürlüklerin kazanılmasında önemli bir araçtır. Genel merkezde toplanan paraları şubelere dağıtarak, genel merkezin para saltanatını ve para üzerinden şubeler ve üyeler üzerinde kurduğu iktidarı sonlandırta biliriz. Üyelerin söz sahibi olduğu, siyasi partilere bağlı olmadan çalışan sendikalar ülkenin özgürleşmesinde ve ekonomik hayatın emek sömürüsünden yalıtılmasında ciddi bir rol oynayabilir.

Eğitimde ailenin rolü sorusunu, aile tanımı ve eğitici fonksiyonu üst başlığı ile cevaplayan Şefik Sevim; ailenin bireyin bilinçlendiği, duygusal derslerin alındığı, karakterlerin belirlendiği, ilişkilerinin olgunlaştırıldığı rahmani bir okul olduğunu belirtti. Çocuğun kendisini emniyete hissettiği bir kale olması gerektiğini, bu kalenin şefkat, nezaket, acıma, cesaret ve irade gösterimi sonucunda inşa edilmesinin mümkün olduğunu ifade etti.

Sevim; Erdemli ve mükemmel bir toplum yapısı gerçekleştirmenin en önemli şartı olan hak ve sorumluluk bilinci, toplumun çekirdek birimi olan aile içinde vazgeçilmez bir önem taşır. Nitekim hz Peygamber aile bireylerinin haklarını ihmale neden olacak nafile namazı kılmaya, orucu tutmaya bile izin vermemiştir.(buhari, savm 55)

Toplumsal yozlaşmada aile faktörünün trajik bir boyut kazandığına dikkat çeken Sevim; Modernizm evsizdir. Modernizm çocukken insanın çöküşünü başlatıyor. yoğun enformasyon ve iletişim ile insanı yoğun bir yalnızlığa itiyor. Düşünceler flulaşıyor, yaşamlar karışıyor ve benzeşiyor. İnsan, insanın varoluş amacını unuttuğundan oluşan boşluğu küresel ideoloji ve sekülerite dolduruyor. Kıblesi olmayan, hedefi bulunmayan, ruhunu, özünü kaybetmiş, kendine yabancılaşan, tüketim kölesi, hazcı, maddeyi tanrılaştırmış bir modern insan ve bu şekilde yetişen milyonlarca çocuk!

Varolan toplumsal yozlaşmaya alternatif olarak müslüman ailelerde olması gereken disiplinler hakkında somut örneklerini belirten Sevim, bunları şu şekilde sıraladı;

-Anne-baba eğitimi

-Sosyal çevre

-Din eğitiminin hayat içerisinde verilmesi

-Cemaat aile dayanışması

-Ailede model tiplerin olmasına önem vermek.

-Ailenin okula müdahil olabilme hakkı ve iradesini kendinde görebilmesi

-Hikmetli istişari mekanizma

-Günlük yaşamda ki incelikler

-Aile fertlerinin-özelikle ebeveynlerin- birbirlerini tanıma çabası içinde olması

-İletişimde adalet

-Değer merkezli aile yapısı

-Teknolojik aygıtların kontrolü

-Şahsiyet ve kişilik gelişimi için sorumluluk aşılamak

Toplumsal dönüşümde eğitimin rolünü somut örnekler üzerinden açıklayan sevim, günümüzde kullanılan çocuk dilinin içerdiği argümanları itibari ile tamamen batı merkezli olduğuna dikkat çeken Sevim; hedefimizin kuran nesli olan müslümanların, Kuran-i bir çocuk dili geliştirmek zorunda olduklarını gerektiğini belirtti.

Panelin ikinci oturumu dinleyicilerden gelen sorulara verilen cevaplar ile devam etti. Kenan Alpay eğitim kurumlarının bugün içinde bulunduğu durumunun oldukça ketum ve çürümüş olduğunu sınıf içi ilişkilerden ve öğretmenlerden somut örnekler vererek, Yusuf Tanrıverdi ise sendikaların ideolojik duruşunun eğitim ile ilişkisini Türkiye'de varolan sendikalar üzerinden karşılaştırarak ortaya koydu. Son konuşmacı olarak Şefik Sevim de sağlıklı bir bireyin, kale olarak nitelendirdiği ailede yetişebileceğini, bu aileyi kurabilmenin yolunun da kendi öz kaynağımıza, onun emrettiği doğrultuda yaklaşarak gerçekleştirebileceğimizi belirterek konuşmasını sonlandırdı.

Abdurrahman Yıldırım / Haksöz Haber

<:o:p>

Önceki ve Sonraki Haberler