Diyarbakır’da “İnsanın Barışı” konferansı

Diyarbakır’da “İnsanın Barışı” konferansı

Özgür-Der Diyarbakır Şubesinin aylık konferanslar dizisi, “İnsan’ın Barışı” konusuyla devam etti. Özgür-Der Selahattin Eyyubi Konferans Salonunda gerçekleştirilen konferanslar dizisinin üçüncüsünde Ramazan Kayan, "İnsanın Barışı" konulu bir sunum yaptı.

Eta Pektaş'ın konuşmacının hayatı hakkında verdiği kısa bilgi ile başlayan konferans, Nurullah Canpolat'ın okuduğu Kur'an'ı Kerimin okunmasıyla sürdü.

Programda genel olarak, kavramların önemi, bunları asli anlamlarına çevirmemizin zorunluluğu, barışın İslam'daki kullanımı, insanın barış arayışı ve bu arayışta takip etmesi gereken yol üzerinde duruldu.

Kavramlarımızı Asli Anlamlarına Kavuşturmalıyız

Kavramlarımızı doğru bir şekilde öğrenmemizin gerekliliğine vurgu yaparak konuşmasına başlayan Ramazan Kayan, "kavramlarımızın içleri boşaltıldı. Diğer birçok kavram gibi barış kavramı da asli anlamından uzaklaştırıldı. Ancak birileri kavramlarımızı katlediyor diye vazgeçecek değiliz. Birileri ihlâsı kirletti diye ihlâstan vaz mı geçeceğiz? Hayır! Bunları vahiyden hareketle asli anlamlarına kavuşturmalıyız…"dedi.

"Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır."ayetinden hareketle insanın barış arayışı üzerinde duran Kayan, demek ki barışın önünde en büyük engelin şeytan olduğu, barışın tesisi için insanların istedikleri düşünceyi tercih etmede özgür oluncaya kadar mücadele etmemiz gerektiğini söyledi.  

Barış İçin Atılması Gereken Adımlar:

Barışın tesisi için yapılması gerekenleri beş temel başlık altında değerlendiren Kayan, bunları; insanın kendi kendisiyle, insan ve toplumla, evrenle, Allah ile ve ölümle barışık olması olarak özetledi.  

Kayan daha sonra bu maddeleri tek tek açarak şunları kaydetti:

İnsanın kendi kendisiyle barışık olması: Kendi kendimizle ne kadar barışığız? Kendi kendisiyle barışık olmayan insandan ne beklenir? Yük alan insanlarımız azalırken, yük olanlarımız çoğalıyor. Bu biraz da özgüven eksikliğinden kaynaklanıyor. Çoğu zaman kendi iç dünyamızda yaşadığımız sorunlardan dolayı dış dünyadaki sorunları göremiyoruz bile. Kendisiyle barışık olmayan ailesiyle barışık olamaz, cemaatiyle barışık olamaz, toplumuyla barışık olamaz. Kendi kendimizle barışmamız lazım. Önce kendi içimizdeki cevheri keşfetmeliyiz. İçimizdeki fıtratımız bozulduğu için ayakta duramıyoruz. Vahyin yağmur gibi yüreğimize yağmasını sağlamalıyız... Kendimizle barışmamız için kendimizi, tevbe, tezkiye ve terbiye etmemiz lazım.

İnsanla-toplumla barışık olmalıyız: Sadece kendisi için yaşayan insan nekes insandır. Böyle bir insan kendini ketm etmiş demektir. Müslüman sadece kendisi için değil başkası için de yaşayan insandır. Bizler "insanlar içerisinde çıkarılmış en hayırlı topluluk" olarak tanımlanıyoruz. Hatta Müslüman kendi cennetinin bile yalnız hesabını yapamaz. Başkasının da o cennette gitmesi için çalışır. Bunu Yasin suresindeki risk alarak uzaktan koşup gelen adam örneğinde görmek mümkün... Şehit edilen adama "cennete gir" dendiğinde bile kavmini düşünüyordu; "keşke kavmim bilseydi" diyordu. Toplumsal duyarlılığı ona cennete bile rahat vermiyor. İçinde bir sıkıntı hissediyor, kendini sorguluyordu. Topluma karşı, toplumsal olaylara karşı duruşumuzu gözden geçirmeliyiz. Genellemeci yaklaşım doğru değil. Toplumun bazı yanlışlar içerisinde olması onu toptan ret etmemizi gerektirmiyor. Dünyanın dört bir yanında sahabe mezarı olduğunu biliyor muydunuz? Bu sahabeler toplumsal duyarlılıkları gereği dünyaya dağılıyorlar; haksızlıklarla, hukuksuzluklarla mücadele ediyorlar.

Evrenle barışık olmalıyız:  Yeryüzü bize emanettir; yeryüzünün imar ve inşasından sorumluyuz. Dünya ile barışık olmalıyız. Dünyada olacağız ama dünyevileşmeyeceğiz. Dünyanın içine girelim, dünyanın içimize girmesine izin vermeyelim. Dünyadan el etek çekmekle dünyada fesat çıkarmak isteyenlere bırakamayız. Dünyanın içinde olacağız ki, çarpıklıklara karşı durabilelim. Evrene sahip olabilmemiz için sahip değil, şahit olmalıyız.

Allah ile barışık olmalıyız: Tevhit üzere olan bazı kardeşlerimizin bile Allah ile barışık olmadıklarını görmekteyiz. Bakıyorsunuz bazı insanlara; stres, endişe, korku ve kaygı içerisinde sağa sola savruluyor. Bu gibi durumlar Allah ile barışık olmamanın, O'na güvenmemenin sonucu. Allah'a karşı samimi olmamız lazım. Peki, bu samimiyetin karşılığı nedir? Siz Allah'ı anın ki Allah da sizi ansın. Ona yönelin ki, işlerinizi kolaylaştırsın. Allah gündemlerimizde kaçıncı sırada acaba? O ne oranda siyasetimizde, ticaretimizde, ekonomimizde yer alıyor.  İnsan kendini, rabbini ve haddini bilecek…   

Ölümle barışık olmalıyız: Ölümü bize öcü gibi gösteriyorlar. Neredeyse ders ortamlarımızda bile ölümü anmaz olduk. Köşelerinde ve televizyon ekranlarında ölümü yazan ve konuşan yazara rastlıyor musunuz? Gizli bir sekülerizm sonucu ölümü ötelemeye çalışıyoruz. Ölümü konuşmamız, ölüme yakın olmamız lazım. Unutmayınız ki cennete gitmenin yolu bile ölümden geçiyor…

Önceki ve Sonraki Haberler